Ahmet Arda Şensoy / Türkiye Araştırmalar Vakfı
Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) verilerine göre 2023 yılında şu ana kadar Suriye’de 501 sivil hayatını kaybetti. Bu Suriye iç savaşının başladığı 2011 yılından beri en düşük sayı. Ukrayna savaşı, pandemi ve ekonomik duraklama gibi küresel sebeplerin yanı sıra yerel aktörlerin doğal sınırlarına ulaşması ve bölgesel aktörlerin politikalarına bağımlı hale gelmeleri de son yıllarda Suriye’de çatışmaların azalmasına ve hatta durmasına sebep oldu. Çatışmaların azalmasıyla savaşın bittiğinin iddia edilmesi, Esed rejimi ile normalleşme süreçlerinin hızlanması ve sığınmacıların ülkeye geri dönüşü gibi birçok konuda tartışmalara ve taleplere sebep oluyor.
Peki Suriye’de savaş gerçekten bitti mi? Kısa cevap hayır, Suriye’de iç savaş bitmedi ve Suriye’nin siyasal ve ekonomik olarak istikrara kavuşması ve dolayısıyla Suriyelilerin ülkelerini terk etmesine sebep olan ve geri dönüşlerini engelleyen koşullar olduğu yerde duruyor. Uzun cevap ise Suriye iç savaşının 12 yıllık serüveni, savaşta yaşanan kırılmalar ve süreklilikler ile savaşın tarafı olan yerel, bölgesel ve küresel aktörlerin mevcut pozisyonlarını anlamaktan geçiyor.
Modası geçmiş bir savaş
Suriye pratikte 3’e bölünmüş durumda; kuzeybatıda İdlib ve Türkiye’nin operasyon bölgelerindeki muhalifler, Fırat nehrinin doğusunda ABD destekli PKK/YPG terör örgütü ve Rusya ve İran desteğiyle hayatta kalan Şam merkezli Esed rejimi. Bu 3 bölgenin sınır hatları ise kabaca sıcak cephe hatları olarak sınıflandırılabilir.
İdlib, 4,5 milyon Suriyelinin yaşadığı ve Türkiye’nin operasyon bölgeleri hariç muhalif unsurların elinde tuttuğu tek bölge olarak en sıcak cephe hattı olarak duruyor. Türkiye ile Rusya arasında yapılan ateşkes anlaşması gereği çatışmaların kâğıt üzerinde sonlandırıldığı ancak rejim tarafının çeşitli bahanelerle özellikle M4 karayolunun güneyine saldırılarını sürdürdüğü de biliniyor. Yine Rus hava kuvvetleri de İdlib’te terörle mücadele adı altında hava saldırılarını devam ettiriyor. Türkiye’nin gözlem noktaları ve askeri yığınağı ise muhtemel bir harekâtı caydırmayı ve böylece İdlib’ten Türkiye’ye doğru yeni bir göç dalgasını engellemeyi amaçlıyor. Bunun dışında Tel Rıfat ise Rusya ve rejim himayesinde YPG’nin kontrolünde bulunan ve muhalif bölgelerin güvenliğini etkileyen bir nokta olarak sıcak bir cephe hattı durumunda.
Fırat’ın doğusu ise ABD’nin DEAŞ’la mücadele adı altında askeri ve siyasi olarak desteklediği PKK/YPG terör örgütünün kontrolünde olması sebebiyle Türkiye’nin birinci güvenlik tehdidi olarak duruyor. Bu da Türkiye’nin yerel ve bölgesel şartlar uygun olduğu her fırsatta terör örgütüne karşı yeni bir askeri operasyona girişeceği sıcak bir cephe hattı oluşturuyor. Askeri harekatların olmadığı dönemlerde de özellikle istihbarat çalışmaları ile örgütün sözde üst düzey yöneticilerine yönelik SİHA saldırıları icra ediliyor.
Bunun dışında Fırat’ın doğusu ABD ile Rusya rekabeti açısından da canlı bir mücadele alanı olmaya devam ediyor. Suriye’deki petrol bölgelerini elinde bulunduran YPG’ye karşılık Rusya bu bölgelerin Esed rejimine kazandırılması ve dolayısıyla savaşın maliyetinin düşürülmesini arzu etmekte. Ancak ABD’nin genel Suriye politikasındaki belirsizlik ve zayıflığa karşılık YPG’yi desteklemek konusundaki sürekliliği Rusya ve Esed rejiminin bu petrol bölgelerine girişine izin vermiyor. Deyr ez Zor bölgesinde aralıklarla yaşanan çatışmalar ve özellikle 2018’de Rusya’nın Fırat’ın doğusuna geçme girişimine karşılık ABD’nin havadan ve karadan saldırıları sonucu 300’den fazla Rus paralı askerin öldürülmesi gibi olaylar bu mücadelenin kanıtı olarak söylenebilir.
Muhalif unsurlardan ele geçirilen rejim bölgeleri, Esed rejiminin yaşadığı sıkıntılar sebebiyle yerel çatışmaların ve istikrarsızlığın yaşandığı ve dolayısıyla her an büyük çatışmalara evrilebilecek sıcak cepheler olarak sınıflandırılabilir. Dera ve Kuneytra’da istikrarı sağlamakta zorlanan Şam yönetiminin bu durumu rejimin Sünni çoğunluktaki bir sivil nüfusu yönetme kabiliyetini tamamen kaybettiğinin önemli bir göstergesi.
Çatışmasızlık süreçleri
Şu an Suriye’de şiddet ve çatışmaların bittiği veya en azından yerel kaldığı çatışmasızlık süreçlerinden birini yaşıyoruz. Ancak 12 yıllık savaşta buna benzer dönemler yaşanmış olsa da bu kez savaşın bölgesel ve küresel etkilerinin sınırlandırıldığı ve dolayısıyla savaşın sona ermiş gibi göründüğü farklı bir çatışmasızlık sürecine girmiş durumdayız. Şu aşamada Suriye’de yerel aktörler tek başına ve dış aktörlerin desteği ve hatta onayı olmadan bir askeri operasyona girişme kapasitesine sahip değil. Ne rejim güçleri ne de muhalifler ne de YPG, yıllar içinde yerleştikleri pozisyon gereği vekili oldukları devletlerin Suriye politikasından ayrı bir hareket alanına sahip değil. Buna istisna olarak HTŞ ve DEAŞ gösterilebilir olsa da özellikle HTŞ yıllar içinde İdlib’de kalıcı olmak için maceracı askeri hareketliliğe girmemesi gerektiğini öğrendi. Dolayısıyla şu aşamada Suriye’deki çatışmasızlık durumu Rusya, İran, Türkiye ve ABD gibi ülkelerin birbirleriyle olan ilişkilerine doğrudan bağımlıdır. Bu ilişkilerde yaşanacak bir kırılma veya bu ülkelerden herhangi birinin Suriye’de çıkarları veya tehdit algıları gereği yapacağı bir hamle tekrar çatışmaların başlamasına ve cephelerin hareketlenmesine sebep olabilecektir.
Normalleşme dalgası
Peki tüm bu sıcak çatışma hatlarına ve krizlere rağmen 2023’te yaşanan Esed rejimi ile normalleşme dalgasını nasıl anlamak gerekiyor? Öncelikle vurgulamak gerekir ki Körfez ülkelerinin Şam ile normalleşmesiyle Türkiye’nin muhtemel bir normalleşmesi çok temel farklılıklar barındırıyor.
2023’te ise Körfez İran normalleşmesi ve Ukrayna savaşının etkileriyle Körfez ülkeleri için normalleşme bir fırsata dönüştü. BAE Suud rekabeti ve Körfez ABD ilişkileri de Esed ile normalleşmeyi Körfez ülkeleri için jeopolitik oyunun bir parçasına dönüştürdü. Bu noktada belirtmek gerekir ki komşu ülkeler hariç Ortadoğu’da özellikle Körfez ülkeleri Suriye krizinden ciddi bir güvenlik tehdidi algılamıyor. Bu ülkelerin somut bir Suriyeli sığınmacı sorunu da yok. Dolayısıyla bu ülkeler için Esed normalleşmesi bir fırsat hamlesi olarak mümkün oldu.
Türkiye için ise Körfez’in aksine Suriye temel bir ulusal güvenlik meselesi durumunda. Dolayısıyla Türkiye Esed normalleşmesi veya müzakereleri, rejimin PKK/YPG terörüyle mücadele, sınır güvenliği ve göç dalgası gibi Türkiye’nin temel tehdit algılamalarına yönelik yaklaşımıyla doğrudan alakalı durumda. Türkiye’nin 2016’dan itibaren yaptığı askeri operasyonlar bir yandan DEAŞ ve YPG terörüyle mücadele ederken diğer yandan yeni bir göç dalgasını da engellemişti. Esed rejiminin Türkiye ile normalleşmede TSK’nın bölgedeki varlığını sonlandırmasını ön şart olarak ortaya koyması da Türkiye ile Şam yönetiminin normalleşmekten çok uzak olan durumunu göstermektedir.
Sonuç
Sonuç olarak Körfez için doğrudan tehdit algısının olmadığı bir Suriye iç savaşı Esed ile yönetilebilir yerel bir kriz olarak sınırlanmış oldu. Türkiye için ise Suriye sınırlandırılacak bir krizden öte terörün kaynağında yok edileceği ve göç dalgasının önlenip mümkünse sığınmacıların geri dönüşü için istikrarın sağlanması gereken bir halde. Bu iki farklı yaklaşım da Esed ile normalleşmede farklı sonuçların çıkmasının en temel sebebi olarak söylenebilir. Dolayısıyla normalleşme dalgası, Suriye’de savaş bittiği ve Esed rejimi savaşın tek galibi olarak çıktığı için değil, süreçlerini başlatan ülkelerin dış politikaları ve bölgesel dinamiklere bağlı olarak şekilleniyor.
Savaşın küresel etkileri ABD politikalarıyla yok edilirken, bölgesel etkilerinin de çatışmasızlık dönemleriyle zayıflaması da bölgesel aktörlerin savaşa ilgisizleşmesi ve hatta Esed rejimi ile normalleşme süreçlerine girişmesine sebep oldu. Ancak cephe hatları her an çatışma üretmeye hazır bir şekilde dururken ve yerel şartlar oldukça kötü durumdayken Suriye’de savaşın bittiğini söylemek oldukça zor. Şu bir gerçek ki Suriye ile sınırı olan ülkelerin Suriye’den kaynaklı güvenlik tehditleri uzun yıllar boyunca sürecek. Bu noktada Ürdün ve Irak üzerinden devam eden kaçakçılık ve uyuşturucu ticareti ön plana çıkarken Lübnan ile ilişkiler ise Hizbullah ve Şii milis varlığı sebebiyle Suriye’nin Lübnanlaştığı bir noktaya savrulmuş durumda. Ancak Suriye’den kaynaklı tehditlerin en büyüğü ise ABD’nin YPG terör örgütüne desteği olmaya devam ediyor. Türkiye’nin terör tehdidine karşı kararlı duruşu sebebiyle Suriye krizi, ABD Türkiye ilişkileri gibi çok daha büyük konuları da doğrudan etkileyecek bir çatışma olma hüviyetini sürdürecektir.
Ekmek ve petrolün karne ile verildiği, Suriye lirasının her gün tarihi dip noktasını gördüğü, en büyük gelir kaleminin Captagon ticareti olduğu, muhaliflerden arındırılmış olsa bile istikrar ve güvenliğin sağlanamadığı, haftada 1 İsrail tarafından başkentinin hava saldırılarıyla hedef alındığı, ülkenin fiiliyatta 3’e bölündüğü ve nüfusun 3’te 1’inin mülteci durumuna düştüğü bir ülkede savaşın bittiğini iddia etmek kötü niyetli değilse Suriye’de durumu hiç anlamamış olmayı gerektirmekte. Bir kötü niyetli yaklaşım olarak rejim aklama turizmi de sığınmacı sorunu ve Türkiye – Esed müzakereleri ekseninde bir yazının konusu olmayı hak etmekte.