Ahmet Varol / Yeni Akit
Suriye’de yeni dengeler
Suriye’de birkaç hafta önce, daha önce rejimle pek karşı karşıya gelmeyen Dürzi kesimin Şam’ın güneyindeki Suveyda bölgesinde, ekonomik şartların kötü olmasını gerekçe göstererek gösteriler düzenlemesi yeni bir kitlesel hareketliliğe sebep oldu.
Bu eylemlerin, şimdiye kadar rejim güçleriyle karşı karşıya gelmemeyi tercih eden hatta onları destekleyen Dürzilerin çoğunlukta olduğu bölgede başlaması hakkında muhtelif teoriler öne sürmek mümkün. Ama biz şimdilik bunları atlamayı tercih ediyoruz. Çünkü henüz elimizde bu tür teorileri dayandırabileceğimiz yeterli miktarda bilgi ve işaret yok. O yüzden aynen kamuoyuna yansıtıldığı şekilde ekonomik sebeplerden kaynaklanan protestolar olarak tanımlamayı uygun buluyoruz.
Suveyda’daki gösterilerin ardından kitlesel eylemlerin ülkenin başka şehirlerine ve bölgelerine yansıması ise bir toplumsal gerçekliktir. Çünkü halkın büyük bir çoğunluğu aslında Suriye’deki Baas rejiminin uygulamalarından ve politikalarından rahatsızdır. Rejim güçlerinin egemen olduğu bölgelerde, kitlesel eylemlere son verilmesi halkın vakıayı kabullenmesinden değil şiddet yoluyla sindirilmesinden kaynaklanıyordu. Suveyda’daki gösteriler işte bu sindirilmiş halkı cesaretlendirdi ve yeniden meydanlara çıkarak zulme tepkilerini ortaya koydular.
Güneyde ve sahil kesiminde Baas zulmüne tepkiler sürerken, kuzeyde rejimin egemenliği dışında kalan bölgede Deyruzzur merkezli önemli hadiseler yaşandı. Bu bölgedeki aşiretler PKK ve onun güdümündeki sözde Suriye Demokratik Güçleri (SDG) militanlarına karşı savaş başlattı. Hızlı bir şekilde ilerleyen aşiretlerin elemanları PKK ve SDG militanlarını bölgenin önemli bir kısmından çıkarmayı başardı.
SDG gerçekte PKK’nın bölgedeki bir maskesidir. ABD de şimdiye kadar bölgede doğrudan PKK’ya destek veriyormuş görünmemek için YPG ve SDG’yı bir tür kara para aklama aracı olarak kullandı. Aynı zamanda bu örgütleri, IŞİD’e karşı savaş bahanesiyle PKK’nın bileğini güçlendirmenin ve ona silah aktarmanın aracı olarak da değerlendirdi.
SDG şimdiye kadar kendini bölgedeki farklı dini ve etnik unsurların temsil edildiği bir kolektif askeri güç olarak tanıtmaya çalıştı. Aynı zamanda YPG tarafından oluşturulan sözde özerk yönetime bağlı askeri güç olarak tanımladı. Örgütün içinde bölgedeki Kürtlerin yanı sıra Arapların, Süryanilerin, Ermenilerin, Çerkezlerin, Çeçenlerin, Keldanilerin ve hatta Türkmenlerin yer aldığını, her birinin askeri birimlerinin bulunduğunu iddia ettiler. Tabii böyle bir görünüm verilmesi örgütün tüm bölge halklarının temsil edildiği bir ittifak ve koordinasyon olarak tanıtılması amacına yönelikti. Söz konusu etnik unsurların hepsinin içinden çıkar karşılığında SDG’ye hizmet edecek işbirlikçi bir grup oluşturmak zor değildi. Gerçekte ise örgüt tamamen PKK’ya bağlı ve onun güdümündedir.
Bölgedeki aşiretlerin sopayı ellerine almaları üzerine SDG militanlarının kaçmak zorunda kalmaları bölgedeki etnik ve dini unsurların ortak bir gücü oldukları iddiasının ne kadar yalan olduğunu açığa çıkardı.
Aşiretlerin söz konusu örgütün militanlarının üzerine gitmesi ve onların kontrol altında tuttukları bölgeleri ellerinden almaları, bu örgüte önemli miktarda yatırım yapan ve onu PKK’ya para, silah ve teçhizat aktarmak için kanal olarak kullanan ABD’yi rahatsız etti. Aşiretlerle YPG ve SDG’nin adamlarını uzlaştırmak için devreye girdi. Ancak anlaşıldığı kadarıyla başarılı olamadı.
PKK’nın bölgeden atılması ve orayı terör faaliyetleri için bir arka bahçe olarak kullanmasının engellenmesi için yaşanan gelişmeler Türkiye açısından bir fırsattır. Bu itibarla Türkiye’nin PKK’nın uzaktan kumanda ettiği SDG ve YPG’ye karşı duran aşiretlere destek vermesi isabetli bir tavırdır. Hatta aşiretlerin bileğinin güçlendirilmesi yönünde yeni stratejiler geliştirilmesi ve fiili destek sağlanması gerekir. Böyle bir destek aşiretlerle Türkiye arasında bağların güçlendirilmesine ve PKK karşısında onların tavırlarını sürdürmelerine de vesile olacaktır.