Derinde. Dehlizlerde. Bodrumlarda öldürüyorlar. Acele ettiklerini gören olmadı. Çığlıklar ve kaçışmalar hep yarım, hep çaresiz kaldı. Esmer, badem bıyıklı istihbarat elemanları tarafından işkence literatürüne girecek farlılıkta azaplara maruz bırakıldılar, yıllardır müdahale eden çıkmadı. Şimdi ayan beyan da katletmeye başladılar.
Rastgele açılan ateşlerle, fişlenerek, yakalanarak ölme ihtimalleri yüksek olduğu halde hâlâ sokaktalar. Humus, Hama, Dera, İdlib; Suriye ayakta. 13 Eylül 1980 günü sokağa çıkamayan Türkiye halkına karşı, diktatör Esed’in ölüm kusan tanklarına, havan toplarına, yer yer ağır topçu ateşine ve keskin nişancılarına rağmen yüz binlerce Suriyeli meydanlarda. Aylardan beri yalnız bırakılmalarına karşın, yeryüzünün en vahşi iktidarlarından biri tarafından tehdit edildikleri halde alanları hınca hınç dolduruyorlar.
Uluslararası Af Örgütü’nün, Suriye’deki direnişten yıllar önce hükümetin yaptığı yoğun işkenceleri konu alan raporları kamuoyuna defalarca sunulmuştu. 1983-1987 yılları arasını içine alan ilk raporda demir sopalarla dövmekten tutun, kamçılamaya; “rüzgâr halısı”ndan “hayalet” adı verilen işkencelere, elektrik vermekten tecavüze kadar onlarca işkence metodunun sistematik bir biçimde uygulandığı anlatılıyordu o belgelerde. 90’lar Af Örgütü’nün raporlarını tekrar etmekle geçirdiği yıllardı, işkenceler ve fail-i meçhul cinayetler tüm hızıyla devam ediyordu. 2000’li yıllar ise Suriye devletinin pek çok olaydan dolayı uluslararası alanda ceza almasıyla başladı ve artık gelinen nokta, ortada. Suriye halkı Hama’dan beri gün görmedi, rahat bir uyku uyumadı desek abartı yapmamış oluruz herhalde.
Suriye, iç istihbaratlardan müteşekkil bir organizma aslında. Uçan kuştan haberi olmak denen deyimin can bulduğu bir yer orası. Her şeyin merkezinde “Muhaberat” denen istihbarat örgütü var. Ortadoğu’daki pek çok istihbarat siteminden daha gelişmiş olan bu yapı, mutlak bir hâkimiyetle kuşattığı Suriye’nin üzerinde bir giyotin gibi sallanmakta. Bir de Şebbiha faktörü var tabii, bizdeki 90’ların Özel Harekâtının bir ülkenin çapına yayılmış hâli bu yapı. Adam kaçırmanın, cinayetin, tecavüzün ve işkencenin her türlüsünde uzmanlaşmış bir kadro. Sayısız alt ve derin kolları olan bu şebekelerin temeli, ülkedeki tüm hareketleri kontrol altında tutmak üzerine kurgulu. Kimsenin gıkının çıkmaması, ideal bir Suriye tasavvuru onlar için.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün 15 Aralık 2011 tarihinde yayınladığı raporda, Suriyeli eski askerlerin, silahı reddedip sivil eylemlilikler gösteren insanlara karşı yaygın bir şekilde hukukdışı yakalama, öldürme ve işkence yapılmasını emrettiği, izin verdiği ya da görmezden geldiği vurgulanıyor. Onlarca subayın, komutanın, istihbarat elemanının isimleri zikredilerek, bu kişilerin acilen Uuslararası Ceza Mahkemesi’ne sevk edilmesi ve ihlallere karışan yetkililere yaptırım uygulaması için çağrıda bulunuluyor.
Pek çok örnek olayın tanıklarıyla birlikte anıldığı sitede (http://www.hrw.org/node/103669) 65.Tugay 3.Tümen’de askerlik hizmetini yapan “Habib” kod isimli tanığın İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne 14 Nisan’da tugay komutanı Albay Muhammed Kader’in Duma’da göstericilere ateş açması yönündeki emirlerine uymadığı için kendi taburundan bir askerin nasıl öldürüldüğünü bakın nasıl anlatıyordu:
“Askerler ön saftaydı. Albay Kadir ve güvenlik görevlileri hemen arkamızda duruyordu. Askerlik hizmetini yapmakta olan 21 yaşındaki Dera’lı Yusuf Musa Krad tam benim yanımdaydı. Bir noktada Albay, Yusuf’un sadece havaya ateş ettiğini fark etti. Önce Askeri İstihbarat’ın bölge biriminden Üsteğmen Cihad’a söyledi. O ikisi hep birlikte takılırlardı. Cihad çatıdaki keskin nişancılardan birine seslendi ve Yusuf’u işaret etti. Nişancı Yusuf’un kafasına iki el ateş etti. Güvenlik görevlileri Yusuf’un cesedini alıp götürdüler. Ertesi gün Yusuf’un cesedini televizyonda gördüm. Teröristlerce öldürüldüğünü söylüyorlardı.”
Yıllardan beri Suriye’de yaşananların 88 sayfada anlatıldığı bir rapor elimizdeki. Kendi halkını, kendi sınırları içinde kovalayan ve yakaladığı yerde kan revan içinde bırakan, askerini halkını öldürmediği için katledecek bir organizasyonla karşı karşıyayız. Silahlı kuvvetlerin azabından kaçmaya çalışan milyonların Hama gibi yalnız kalan parçalarına hunharca yığılan devletin kendi halkını sistematik bir şekilde katletmesinden ibaret Suriye tarihi. Bu halk, diktatörlerinin elinden yıllardan beri dayak yiyor. Şimdilerde Esed’e selam duranlar yıllardan beri yaşananları nasıl görmezden gelirler, anlaşılır gibi değil. Politikanın, siyasal menfaatin girdiği yerden rahmet, merhamet, incelik, kardeşlik, fedakârlık gibi erdemler tasını tarağını toplayıp ayrılıyormuş anlaşılan. Turnusol kâğıdına dönen Suriye sürecinde, nice değer verdiğimiz insanın, kardeşlik imtihanında sınıfta kaldığını üzülerek müşahede ediyoruz.
Şimdilerde Arap Birliği’nden bir heyet ziyaret ediyor Suriye’yi. Arapçada "katalu ve hamal bi cenaztu" (katil, üstelik cenazeyi taşıyor) diye bir deyim vardır. Suriye’de hak ihlallerini gözlemlemeye gelen heyetin kendi sicili bozuk, elleri kanlı bir kere. Arap Birliği denen organizasyonda eli temiz olan ülke var mı? Irak ve Afganistan için kılını kıpırdatmayan, Somali’yi bombalayıp çocukları kavuran, Bahreyn’de direnişçilerin köklerini kazımak için asker gönderen yapının şimdi Suriye konusunda tarafsız olması nasıl beklenebilir? Turuncu formalar giyen ve derin Suriye askerleri eşliğinde sokaklarda gezinirken gözleri önünde işlenen cinayetleri görmezden gelen gözlemci heyet başkanı General Mustafa Debi’nin dehlizlere, bodrumlara inmesini kimse beklemiyor.
Herkes bir şekilde hesap yapıyor. Suriye muhalefetini destekleyen ABD ve Avrupa’nın niyeti yeni bir Libya; Esed’i destekleyen Rusya ve Çin’in derdi tamamen duygusal(!). İran ve Lübnan’ın duruşu basiretsizlik örneği yalnızca. Suriye’nin içinde yaşananlar ise bambaşka. Muhalefetin önde gelen isimlerinden Muhammed el-Husni’yi haddini bilip çark etmesi için kız kardeşini kaçırdılar. Zeynep’ti kızın adı. Tecavüz ettiler, ağır işkencelerden geçirdikten sonra yakarak öldürdüler. Dörde böldükleri kızın bedenini ailesi, Humus Askeri Hastanesi’nden teslim aldı. Muhammed ise bir süre sonra kayboldu. İşkenceyle öldürülmüş cesedine ulaşmak çok sürmedi. Bugün Suriye’de yaşananlar bunlardan ibaret.
Herkes hesabını, kitabını yapsın; dengeleri gözetsin. Kapalı kapılar ardında uzun pazarlıklar yapılsın. Tüm bunların üzerinde bir hesap muhakkak ki var. Ölümüne ayaklanmış ve artık tahammülü kalmamış bir halkı kim ve ne durdurabilir? Halkın dalgasının önünde kimse kalamaz artık. Umulur ki büyük bedeller ödeyen bu halk, sonrasında durulmasını bilsin, sükûnet, bilgelik ve rahmetle yolunu bulsun ve böylece “Arap Uyanışı”nın sağlam bir halkası olsun.
Not: Video ile ilgili eleştiriler üslup hariç bırakılacak olursa doğrudur, haber kanallarına servis edilen bu görüntüyü daha iyi araştırmak gerekliydi, bilgi hatası için özür diliyorum. Saddam’ın da bir Basçı olduğu unutulmamalıdır. En yakın zamanda Suriye’deki kardeşlerimizin faşist Baas rejiminden kurtulmasını rabbimizden niyaz ediyorum. Suriye’de bir yıl içinde katledilen insan sayısını yıllardan beri Filistinli kardeşlerimiz vermedi. İsrail bahane edilerek Suriye’de despotik rejimin arkasında durmak, “haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır” cümlesini belleklerimize ve dimağlarımıza taşımayı gerektirir diye düşünüyorum.