Suriye’de katliam ve kuzuların sessizliği...

Osman Atalay

Libya’da 42 yıllık Kaddafi devri sona erdi; Pazar günü Kaddafi’nin son kalesi Trablus isyancıların eline geçti. Müslüman Libya halkının 42 yıldır gördüğü işkenceler, baskılar, hapishane infazları dönemi kapandı ve yeni bir dönem başlayacak.

Halkın yönetimden, ülkenin zenginliklerinden ve sosyal hayattan pay alma isteğinden başka bir derdi yoktu ama halkın bu isteklerine ‘böcekler, fareler’ aşağılaması ile yaklaşan Kaddafi’nin 42 yılda öldürdüğü, işkenceden geçirdiği, sürgüne gönderdiği bu insanlar tüm yaşananların hesabını soracaklar.

“Ben gidersem El Kaide gelir, Taliban gelir. Akdeniz’i korsanlar basar” sözleriyle batıyı ve dünyayı kandırmaya çalışan Kaddafi artık devrini tamamladı; Tunus, Mısır, Yemen diktatörleri gibi tarihin çöplüğüne gitti.

Suriye’de halk ayaklanması başladığı günden bu yana ülkemizde İslami camiamız kuzuların sessizliğini yaşıyor.

İstisnaları tenzih ediyorum, Suriye Baas yönetimine karşı sevgi ve sempati besleyen birkaç yazarın Suriye direnişini karalama ve Beşşar yönetimine şans verme gayretlerine şahit olduk. Özellikle Şam devlet TV’si, radyosu ve Suriye Dışişleri Bakanlığı’nın bültenleri ve raporları ile olayları değerlendiren Hüsnü Mahalli Türkiye’de Suriye’deki direnişi anlamaya çalışanların kafasını karıştırdı. 6 ay boyunca Suriye’de silahlı çeteler, Suud, Ürdün destekli Selefiler, radikal İslamcılar, El Kaide türü grupların kışkırtmaları türünden haberleri ile Türkiye kamuoyunu etkiledi ve hâlâ çıktığı televizyon programında aynı dezenformasyon faaliyetini yürütmeye gayret ediyor.

Bir diğer kafa karışıklığı ise ‘Suriye düşerse Filistin davası zarar görür ve İran’ın stratejik avantajı çok büyük yara alır’ siyaseti oldu.

Türkiye’nin diplomatik ilişkilerinden kaynaklanan, Suriye’de çatışmasız reform siyasetine dayalı iyimser stratejisini de farklı yorumlayan çevreler Beşşar’dan hayali bir reform beklentisine girdiler.

6 ayı geride bırakırken, Suriye istihbarat devletinin çocuk, kadın, genç ve yaşlı ayırt etmeksizin katliamlarına şahit olduk. En son geçtiğimiz hafta Lazkiye Filistin mülteci kampının denizden ve karadan saldırıya uğraması sonucunda 25 Filistinli Müslüman kardeşimiz hayatını kaybetti.

Suriye halkı, Alimler Birliği, Müslüman Kardeşler teşkilatı, özellikle Türkiye ve İslam dünyasının resmi STK’larının sessizliği ve suskunluğunun sebebini sorgulamaya başladı.

Müslümanların katledildiği ortamlarda hak ve hukuk mücadelesi yapılması gerekirken, Suriye’nin diğer ülkelerle olan siyasi/stratejik menfaat ve çıkarları hesap edilerek, yaşanan katliamlara ahlaki/dini değerlendirme yapmak yerine, siyasi/çıkarcı bir bakış açısı geliştirildi.

Türkiye’de İslamcı, muhafazakar, sağcı yazarlarımızın maalesef Suriye ve Arap baharı olarak adlandırılan süreci anlama ve değerlendirme noktasında merhamet ve adalet bakış açılarının yara aldığını gördük. Batının katliamlarına karşı şahin kesilen bazı kalemler Müslümanların doğulu zalim diktatörlerce katledilmesi karşısında klişeleşmiş bildik ABD, İsrail, emperyalist kışkırtmalar hikayelerinden söylem ve analiz üretmeye çalışıyorlar.

Suriye Müslüman Kardeşler Teşkilatı, yayınladığı bir bildiri ile, Suriye’de olanlara tepkisiz kalan ya da belirsiz tavır içerisinde olan Arap ve İslam ülkeleri ile İslami kuruluşlara tepki gösterdi. İslam dünyasını içinde bulundukları sessizlikten çıkmaya davet etti. Arap Birliği Sekreterliği ve İİT’yi rejimin Suriyeli sivilleri kanla bastırmaya karşı aldıkları tereddütlü ve belirsiz konumdan çıkmaya çağırdı. “Arap ve İslam kurumları, öldürme eylemine suskun kalarak o eyleme ortak olmaktadırlar” diyerek bu tereddüdü insan hakları belge ve yükümlülükleri ile uluslararası anlaşmaların apaçık ihlali olarak gördüklerini açıkladılar. Suriye halkının doğruluk, sadakat halkı olarak kalacağını ilan ettiler.

Suriye’de katliamlar devam ederken STK’larımız ve yazar çizerlerimizin Suriye Müslümanlarının katledilmesi karşısında kuzuların sessizliğini oynamaları Türkiyeli Müslümanlardan beklenenleri boşa çıkarmaktadır.

Ortadoğu ve İslam dünyasında yaşanan temelleri atılmakta olan, mezhep ve etnik çatışma proje ve programlarını batının üzerine atma alışkanlığımız ve kolaycılığımız maalesef bizi bugün inanılması güç gerçeklerle yüzleştirmektedir. Asıl Müslümanlar arası iç çatışmalar ve Müslümanların kendi arasındaki kavga adaleti gözetmeme sorunundan kaynaklanan bir ilahi ceza gerçeğidir.

YENİ AKİT