Bölgede üç tip rejim modelinden doğrudan diktatörlük olmayan otokrat rejimleri değiştirmek nispeten kolay. Tunus ve Mısır'da el'an rejimler değişmese de yöneticiler değişti.
Bu tip rejimlerde askerler, aktif siyasetin içinde değil, kenarda dururlar. Kritik zamanda yapacakları tercih, sonucu tayin edici olur. Mısır'da ordu, gösterilere karışmadı, Mübarek'e de arka çıkmayınca yönetim düştü.
Monarşilerin hüküm sürdüğü Körfez ülkelerinde ailelere, aşiretlere ve kabilelere dayalı yönetimler var. Yönetim ya kabileler koalisyonuna dayanır ya da en güçlü kabilenin gücüne. Sorun, yönetimin dışarıda bıraktığı unsurların -mesela farklı mezhep mensuplarının- zapturapt altında tutulmasıdır. Bahreyn, Yemen ve Suudi Arabistan buna örnek sayılır.
Bölgemizin üç büyük askerî diktatörlüğünden Irak'ta yöneticilerle birlikte rejim de yıkıldı, bunu sağlayan önemli amil 2003'teki işgaldir. İşgale karşı ne Saddam'ın ordusu ne polis kuvveti dayandı. Sünni kesim, nüfusun ancak yüzde 25'i olduğundan mezhep unsuru da onu kurtaramadı.
Libya'da yönetim hakim kabilelerin gücüne dayanır. Yönetim değişikliği çok kanlı cereyan ediyor. Daha çok kan akabilir. Kaddafi'nin kişiliği, ailesi ve dayandığı kabile asabiyeti ile Fransa'nın süreci daha başında sabote etmesi ve arkasından ABD ile diğer NATO kuvvetlerinin tutumu bu trajedinin müsebbipleridir. Kaddafi direnecek, gerekirse büyük çılgınlıkların altına imza atacak. Fransa, Türkiye'nin önüne geçmek için bir emr-i vakiyle bombardımana geçti, Yaptığı 'basit bir yanlışlık"mış gibi ABD, İngiltere vd. bombardımana katıldı. Libya'da daha çok kan akıtacak olan diğer 'görünmez faktör' bombardımanı yapanların belli miktar ve modeldeki silah stoklarını tüketinceye kadar bu işe devam etmeleridir. Şimdiden Afganistan'daki gibi NATO sadece çöle veya askeri hedeflere bomba atmıyor, sivil katliama da başlamış bulunuyor. Stoklar tükenip de Libya sorununa 'bir çözüm' bulunduğunda, bombardımanı yapanlar yeni yönetimin önüne külliyetli bir fatura koyacaklardır. Tıpkı iki Körfez savaşında Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin önüne hayli yüklü fatura çıkardıkları gibi.
Irak'ın işgalinde kullanılan silahların parası işgalden bu yana Irak petrollerinden tahsil ediliyor zaten. Amerikan halkından toplanan vergilerle silah şirketlerinden silah alınıyor, sonra Irak petrollerinden tahsil ediliyor. Olan Irak halkına ve Amerikan vergi mükellefine oluyor. Kimsenin kuşkusu olmasın, süren büyük ekonomik krizin gerisinde yatan sebeplerden biri Irak işgali dolayısıyla trilyonlarca doların belli silah, petrol şirketleri ve lobilerin kasasına akmasıdır. Adl-i ilahi henüz sillesini vurmadı, şimdiki kriz "küçük bir fiske"dir.
Suriye'de rejim değişikliği isteniyor. Halkın rejim değişikliği talebi meşru, masum ve haklıdır. Şu veya bu yolla baskı ve zulme dayanan bu rejim daha çok süremez. Kansız değişebilirdi. Ancak İran ve Şiilik nefreti gözlerini bürümüş bazı bölge ülkeleri, ABD ve Suriye Muhaberat'ının ters istikametlerdeki işbirliği sayesinde, barışçı gösteriler kanlı ayaklanmalara dönüştü. Suudi Arabistan ve ABD, Suriye'deki rejimin barışçı yollarla değişmesini istemediler, çünkü onların hedefi İran, Hizbullah ve Hamas'la kuvvetli bağları olan bugünkü Suriye yönetiminin tasfiye edilip İran'ın kolunu kanadını kırmaktır. Muhaberat'ın elemanları ve dışarıdan sızan paramiliter güçler, gösterilere kan bulaştırınca, "Suriye'nin derin devleti"ne gün doğdu. Yönetimin iddiasına göre 450 polis ve asker öldürüldü. Göstericiler de güvenlik kuvveti öldürünce "devlete kendini savunma hakkı(!)" doğar.
İkinci perde açıldı. Amerika ve NATO Suriye'yi işgal eder mi? Şimdilik zayıf ihtimal. Suriye'nin ne petrolü var ne parası. İhtimalin güç kazanması Körfez ülkelerinin müdahalenin faturasını ödeyebileceklerine dair verecekleri sinyale bağlı. Bu da olmayacak şey değil.
Pekiyi o zamana kadar ne olur? Görünen hedef, Türkiye'yi askerî bir müdahaleye teşvik etmek, hatta zorlamak.
Türkiye buna elbette istekli değil, ama ağır baskı altında, hem belirleyici konumda.
ZAMAN