Suriye Devrimci ve Muhalif Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) Lideri Muaz El Hatip’in, kanlı sürece son vermek amacıyla, bazı şartlar sağlanırsa Kahire, Tunus veya İstanbul’da Esed rejimi temsilcileriyle görüşebileceğine dair, koalisyonu bağlayıcı olmayıp sadece kendi görüşü olan bir iletiyi Facebookta paylaşmasıyla başladı yeni süreç.
Ardından Esed’in iktidarı terk etmesi, 160 bin siyasi tutuklunun salıverilmesi gibi şartların sağlanması halinde, rejimin elini kana bulaştırmamış unsurlarıyla görüşülebileceğine ve Esed’e verilecek tek tavizin yargılanmama garantisi olacağına dair açıklamalar geldi.
Bu esnada muhaliflerin bazılarınca yapılan açıklamalarda, Esed rejimiyle barış görüşmelerinin yanlış olacağı ve bu görüşün sadece Muaz El Hatip’i bağladığı; kendilerinin Esed rejimi yıkılana kadar savaşa devam edecekleri ve asla Esed rejimi ile masaya oturmayacakları ifade edildi.
Esed rejiminin devrilip muhaliflerin zaferine odaklanmış bizlerin de içini burkan bu haberler, bir gerçeğin dolaylı ifadesi aynı zamanda. Suriye muhalefetinin Allah’tan başka yardımcısının olmadığı, Esed rejiminin ise zulüm ve katliamlarda Firavun ve benzeri tağutları solladığı gerçeğinin. Hatip’in yaptığı açıklamalarda da bu hususlara vurgu yapılıyor zaten.
Belki içimizden birileri bu açıklamaya kızacak, zalim Esed rejimi ile asla anlaşma yapılmaması gerektiği, rejimin yıkılıp zulüm yapan kişilerden hesap sorulması gerektiği söylenecek. Sadece bizim değil, başta Hatip olmak üzere tüm muhaliflerin ve onların Allah hariç tek destekçisi olan duyarlı Müslümanların en büyük arzu ve temennileri bu.
Lakin gerçekler çok çok acı ve bu acıyı çekenler bizler değil, Suriye içindeki muhalifler ve aileleri. Bekara karı boşamak kolaydır demişler. Acıyı çeken bu insanları, dünya ve halkımızın neredeyse tamamına yakını boş gözlerle seyrediyor. Konuya duyarlı olan bizlerin ise elinden gelebilen ise, bu acıyı kısmen hissetmek ve dua etmek. Bir de çeşitli şekillerde Esed rejimini protesto ve muhaliflere desteklerimizi duyurmaya çalışmak. Ayrıca karınca kararınca elimizden geldiğince maddi yardımda bulunmak ve duyarlı insanları buna teşvik etmek. Bunun dışında günlük hayatımız devam ediyor ve neredeyse üzüntü ve kızgınlık dışında hiç etkilenmiyoruz bu savaştan ve acılardan.
Oysa Suriyeli muhalifler çok acı bir gerçeklik olarak her an içindeler bu savaşın. Üstelik savaşçıların savaş esnasında şehit olması yaralamıyor onları. Onları asıl yaralayan, kadınlarına ve çocuklarına, silahsız insanlara karşı Esed çetesi mensubu şebbihalarca yapılan insanlık dışı, şeytana bile parmak ısırtan zulümler. Uçaklarla toplu olarak vurulan ekmek kuyruğundaki yada okullardaki insanlar, silahsız muhaliflerin topluca infaz edilmeleri, hayvanlara bile yapılmayacak işkenceler ve en ağırı tecavüzler.
Bu acı şartları her an yaşayan bir halkın liderinin, halkının acılarını dikkate almaması ve bu acıları gidermek yada en azından azaltmak için çareler araması çok görülmemelidir. Bizler nasılki ailelerimiz ve yakınlarımız için endişeleniyor, onların eline diken bile batmasına gönlümüz razı olmuyorsa; Hatip’in lideri olduğu halkının içinde bulunduğu bu korkunç şartları düzeltmek için kıvranması ve çözüm çareleri araması anlayışla karşılanmalıdır.
Nitekim Gazze’de Hamas yönetimi halkının bu tür sıkıntılarını hafifletmek ve soluk aldırarak uzun soluklu mücadele zeminini muhafaza için, İsrail yönetimi ile kalıcı olmayan ateşkes görüşmeleri ve anlaşmaları yapmıştır.
Tabi ki bu konuda son sözü söylemek muhalefetin tümümün şurası neticesi alınacak karara bağlıdır. Hatip’in kendisinin de ifade ettiği gibi, bu görüş sadece kendisini bağlamaktadır ve son kararı konseyin istişaresi neticesi verilecektir.
Bizlerin Suriye muhalefetinin meydanlara çıkmasında ve mecburen silahlı direnişe geçmesinde bir teşvik ve dahlimiz söz konusu olmamıştır. Kendiliğinden gruplar halinde başlayıp, bilahare örgütlenip Hatip’in başkanı olduğu bir konseyce temsil edilen muhalefetin haklı olduğu ve Esed rejiminin dünden bu güne zalim ve haksız olduğunun bilinciyle; gösterilerle başlayıp silahlı direnişe dönüşen mücadeleyi ilk günden bu güne kadar destekledik ve islama aykırı olmayan tutum ve davranışlarını sonuna kadar desteklemeliyiz.
Muhalifleri gösteriler ve savaş süreçlerinde desteklediğimiz gibi, eğer Esed rejimiyle görüşme ve barış kararı alırlarsa, bu durumda da desteklemeye devam etmeliyiz. Bizim desteğimiz muhaliflerin savaşmasına değil, haklı davalarının hangi araçlarla olursa olsun savunulmasına ve tüm haklarının alınmasına dairdir. Bizler onların kendileri hakkında alacakları savaş yada barışa dair islama uygun tüm kararlarını desteklemek durumundayız.
Ali (ra)’ı Muaviye ile olan haklı savaşında destekleyip, O’nun maslahat gereği Muaviye ile yapmaya karar verdiği barış görüşmeleri üzerine terk eden ve acımasızca eleştiri ve tekfir edip, üstüne üstlük O’nunla savaşan Haricilerin konumuna düşmemeliyiz. Haricilerin bu hikmetsiz tutum ve davranışlarının, Ali (ra)’ın başarısızlığı ve Muaviye’nin saltanatı tesisinde, en önemli etken olduğu unutulmamalıdır.
Bilindiği gibi savaş yada barış - siyaset, hakların alınmasında ve islamın hakim kılınmasında şartlara göre kullanılan iki araçtır. Zaten savaşa silahlı siyaset, siyasete de silahsız savaş denmektedir. Cihat kavramı da, savaş ve barışı – siyaseti kapsayan daha geniş bir kavram olup, hedefe varmak gerektiğinde savaş, gerektiğinde barış ile yapılır ve kesintisizdir.
Peygamberimizde bu araçları zaman ve zemine göre, şartları ve maslahatları dikkate alarak kullanmıştır. Öyle ki Hudeybiye barış anlaşmasında olduğu gibi, bazen peygamberimizin barışı - siyaseti tercih etmesi en yakın ashabının bile tepkisini çekmiştir. Buna rağmen peygamberimiz barışı - siyaseti tercih etmiş ve bu tercihin doğru olduğu bizzat inen Fetih Suresi ile teyit edildiği gibi, olumlu neticeleri peyderpey görülmüştür.
Yine Müşrik ordularca Medine’nin kuşatılması esnasında, bazı müşrik kabilelerin Medine’nin hurma gelirinin bir kısmını haraç olarak vermeleri halinde kuşatmadan vazgeçme teklifi peygamberimizce Medineli Ensara iletilmiş, onlar da müşrikken haraç vermedikleri kabilelere Müslümanken asla haraç vermeyeceklerini söyleyerek bu teklifi reddetmişlerdir.
Peygamberimizin Mekke’de Akabe biatlarında Medineli ensardan sadece Medine içinde kendisini korumaya yönelik olan biatı nedeniyle, Bedir savaşından önce onlardan Medine dışında savaş için tekrar görüş sorup onaylarını aldığı bilinmektedir.
Tüm bu misaller, savaşın ve barışın - siyasetin, amaca varmak için kullanılabilecek meşru iki araç olduğunu, zemine ve zamana göre, şartlar ve maslahatlar gözetilerek kullanılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Öyle ki bazen savaş – gıtal yapılması gereken durumlarda barış - siyaset yanlış iken, bazen de tam tersi bir durum söz konusu olabilir.
Bu noktada neyin daha doğru olduğuna, bizzat o şartların içinde yaşayarak mücadeleyi bir ölüm kalım davası olarak sürdürenlerin Kur’an ve siret ışında yapacakları istişareler neticesi karar vermesi gerekmektedir. Bu şartları yaşamayan, mücadelenin bizzat içinde olmayıp sadece desteklemek konumunda olan bizlerin bu konuda karar verme ve verilen kararları acımasızca eleştirme hakkımız yoktur.
Onların mücadelesine hariçten gazel okuyan bir tavırla, haklarında ahkam keserek ve eleştirerek değil, islama açıkça aykırı olmadıkça her türlü mücadele yöntem ve aşamasında onlara desteğimizi sürdürerek göstermek durumundayız.
Sadece bizler değil, Suriye’ye başka memleketlerden savaş – gıtal (cihad) için gelmiş mücahidlerde aynı tavrı göstermelidirler. Çünkü her ne kadar kendileri Suriye’de canlarını ortaya koyarak savaşmakta iseler de, aileleri bu ortamdan uzakta ve güvenliktedir. Aileleri tehlike de olan ve her çeşit zulme uğrayan bizzat Suriye’li muhalifler olduğuna göre, savaş yada barışa dair kararı onlar vermeli ve dışarıdan gelen mücahidler bu karara saygı duyarak, Suriyeli muhaliflerin onaylayacağı şekilde onlara olan desteklerini sürdürmelidirler.
Bu söylediklerimiz, Suriye’de Esed’le barış yapılmalı, bu savaşa bir an önce son verilmelidir gibi bir anlama çekilmemelidir asla. Benim de arzuladığım tavır sonuna kadar savaşılarak, Esed rejiminin tamamen ortadan kaldırılıp temizlenmesi yönündedir.
Lakin gerek dünya konjonktürü ve gerekse Suriye’nin şartları böyle bir savaşın çok uzaması ve çok sivil kayıplar verilmesini gerektirebilir ve hiçbir savaşta kimse için zafer garanti değildir. Nereye kadar savaş yapılabileceğini ve nerede barışa karar verileceğini ise en iyi Suriyeli muhalifler değerlendirebilirler.