Somut örnek Suriye üzerinden kritik ettiğimiz dış politikaya ilişkin son yazıda "Batı eksenli çok boyutlu dış politika" parametresinin neden Ortadoğu ve İslam dünyasında toplumsal tabii değişim süreçlerini sekteye uğratıp, 'yaratıcı kaos doktrini' çerçevesinde bu ülkeleri mekanik, ani ve altüst edici yıkımlara maruz bırakacağı konusuna bakacağız.
Suriye'de tıkanan tutumu anlayabilmek için, birçok yönden benzer özelliklere sahip Türkiye'deki değişimi hatırlamakta fayda var. Türkiye'de 'başarılı' sayılan sosyo-politik değişimde rol oynayan üç faktör söz konusu: Toplumsal demokratik talep, siyasi irade ve dış tazyik.
Değişim yönündeki toplumsal talebin demokratik karakterde ortaya çıkması 1950'lerde başlar, tedrici olarak askerî darbe ve müdahaleler tekerrür ettikçe daha belirgin hale gelir. Demokratik talebin sahici kimlik kazanması; cemaatlerin, tarikat ve genel olarak modern kentlerin çevresinde toplanan yoksul kitlelerin talepte bulunmaları, taleplerini kanuni siyaset yolunu seçerek ortaya koymalarıyla somutlaştı. İzahtan vareste bir gerçektir, bir toplumun ana gövdesi değişim talebinde bulunmadıkça, bütün reform ve değişim program ve projeleri elitlerin fikri temrininden ibaret kalır. Bu açıdan sol ve liberal değişim projeleri son tahlilde elit temrinlerdir. Ana gövde dinî cemaat ve tarikatlar sürece katılmadıkça değişim olamaz.
Değişim yönündeki "siyasi irade"nin ilk sahneye çıkışı 1950 seçimleriyle DP'nin iktidara gelişidir. Bunu, sahih dini meşruiyet zeminine oturtacak olan gelişme 1969 Milli Nizam, 1973 MSP ile başlayan Milli Görüş partileridir. Rahmetli Erbakan hocanın Milli Görüş partileri, dindar kitleyi iki yönde motive etti: Biri dindarları siyasi alana çekti, taleplerini siyaset yoluyla ifade etti; diğeri Ortadoğu'da trajik örneklerine rastladığımız terör ve şiddetten uzak tutup her durumda kanuni siyaset yolunu tercih etmeyi prensip haline getirdi. Bu Müslüman geniş kitlelerde siyasi iradenin teşekkülünde önemli rol oynadı. 1983'te iktidara gelen rahmetli Turgut Özal ve Özal'ın ANAP'ı da siyasi iradenin değişim yönünde evrimleşmesinde önemli rol oynadı. Özal'la beraber Milli Görüş partilerine mesafeli duran Nur cemaatleri sürece katılmış oldu. Kısa süren RP iktidarı ve arkasından gelen AK Parti bu mecra içinde teşekkül etti. DP, MSP, Özal'lı ANAP, RP ve AK Parti'de somutlaşan siyasi irade olmasaydı, tek başına toplumsal talep yetmezdi.
Üçüncü faktör, Tanzimat'tan bu yana süren dış tazyiktir. Dış tazyik faktörünü Fuat Paşa şöyle anlatır: "Kuvvet iki yerden gelir. Ya yukarıdan ya aşağıdan. Yukarıdan gelen kuvvet (devlet ve idareciler) toplumu eziyor. Aşağıdan (toplumdan) değişim talebi gelmiyor. Bu durumda kunduracı muştası gibi yandan yandan (dış tazyikle) vurmak lazım." 1987'den sonra AB üyelik süreci ayakkabıcı muştası rolünü oynadı, reform taleplerini hızlandırdı; AK Parti ve dindar-muhafazakâr kitleler buna destek verdi.
İşte Türkiye'nin başkalarına örnek olacak modeli bu sıraladığımız mes'ud tevafuk sonucunda bulduğu modeldir.
Modeli Suriye'ye uygulayacak olursak. Suriye'de Esed ve küçük bir çevresi, babası Hafız'dan farklı olarak değişim istiyordu, bu yönde iradeleri vardı. Geniş toplum kesimleri de değişim talep ediyordu. Harici tazyik de 'kaba güç ve sopa' göstererek değil, 'sakin güç-yumuşak güç' olarak Türkiye ile bulunmuştu. Suriye derin devleti, İttihatçıları ve esnemez iktidar elitleri zamana karşı güç kaybediyorlardı. Ticaret, diyalog, turizm, ziyaretler, halkı yönetime katacak hukuki ve idari mevzuat değişiklikleri ile samimiyetle değişim vuku bulduğunda 'devr-i sabık yaratılmayacağı' yönünde verilecek teminat, Suriye'ye Türkiye'nin 60 senede kat ettiği zorlu mesafeyi belki 10 senede kat ettirecekti.
Bu duruma gelindiyse başka faktörler yanında, birinci sebep "Batı eksenli çok boyutlu dış politika takip eden bir ülkenin istese de kendi iradesiyle bölgede politika yürütemeyeceği" gerçeği; ikincisi Türkiye-Suriye arasında kurduğumuz analojinin işaret ettiği yeterli entelektüel birikime sahip olmayan bir stratejinin bu sonucu bizzarure doğurmasıdır.
ZAMAN