Suriye konusunda analiz yapmak, acıtıcı gerçeklerle yüzleşmeyi gerektiriyor. "Arap baharı" denilen 'apolitik devrimler'in saldığı sinerji Suriye'ye geçtiğinde ilk tepkim şu olmuştu: Çok zamansız bir çıkış yapılıyor. Bunun iki nedeni vardı: İlki Baas rejiminin azınlıkçı ve askeri karakteri; diğeri de, böylesi bir kalkışmayı başarılı kılması için gerekli uluslararsı şartların elverişsizliği....
Geçen yıl Türkiye'de estirilen Suriye baharı üzerinden geliştirilen Esad muhabbetine dair çekincelerimizi dillendirmiştik.. Suriye ve diğer komşularla yakınlaşmaya kimse karşı çıkamazdı. Ancak Suriye rejiminin günah defteri yok sayılarak, işlediği suçların hesabı sorulmadan Baascılarla yakınlaşmayı İslamcılık projesine dönüştüren abartılı yaklaşım, en hafif tabiri ile safça idi.
Suriye'de yaşanan vahşet karşısında sergilenen, zaman zaman çelişkili tavır alışların kökeninde duygularımızla gerçekleri birbirine karıştırmamızın belirleyici olduğunu düşünüyorum.
Şu ana kadar olup bitenlere bir göz attığımızda:
1- Suriye rejimi başından beri meşruiyet sorunu olan askeri bir diktatörlüktü. Bu askeri diktatörlüğün çekirdeğini azınlık dayanışması oluşturuyordu. Bu nedenle iktidarın paylaşımı diye bir şey söz konusu olamazdı. Ya iktidarda kalıp ülkenin ekonomik, siyasal kaderine hükmetmeye devam edecekler ya da hesap vermeleri gerekecekti.
2- Suriye rejiminin Filistin konusuna gösterdiği ilgi bölgesel anlamda meşruiyet krizini aşmakta kullanılan bir siyasal maniveladan ibaretti.
3- Yine dünya sisteminin dışında kalması onu İran'la stratejik yakınlaşmaya götürmüş, sığındığı antiemperyalist retorik her türlü özgürlük talebenin bastırılması için gerekçe teşkil etmiştir.
4- Tunus'ta başlayan Arap muhalefet hareketinin dalgalarının Suriye kıyılarına vurmaması imkânsızdı. Ne var ki ne uluslararası şartların ne de Suriye'nin içyapısının Mısır ve Tunus deneyiminin burada yaşanmasına imkân vermeyeceği çok açıktı.
5- Libya'da askeri bir operasyonla baş etmeye çalışan, Yemen'de düzeni sağlayamayan, Bahreyn'de muhalefeti bastırmakta zorlanan küresel güçlerin; liberal müdahalecilik adına bile Suriye'ye müdahale etmesi nerdeyse imkânsızdı.
6- Kaldı ki, Suriye rejiminin muhalefetin ana omurgasını oluşturan İhvan'a karşı laiklik meselesinden dolayı Batının desteğine sahip olduğu bile söylenebilirdi.
Tüm bunlardan dolayı Suriye'de ortaya çıkan muhalefet hareketinin her anlamda olumsuz şartlarda başladığı bir gerçek. Bir başka gerçek de, değişim isteyen sivil gösterilere bile tahammül etmeyen yönetimin, askerî refleksle hareket ederek kan dökmekten hiç çekinmeyeceğini en başta göstermiş olmasıydı. Başta cevapsız kalan reform talepleri esad yönetimini hedefe koydu..
Olaylar başlamadan yeni seçilen Suriye İhvan liderlerliğinin ne böyle bir ayaklanma hayal edebiliyor ne de planları vardı.. Talepleri, genel af ilan edilip ülkelerine dönmek ve meşru zeminde siyaset yapmaktan ibaretti.
Her gün onlarca masumun acımasızca katledilmesi noktasına gelen gelişmeler karşısında "zamanlamanın ve yöntemin" doğru olup olmadığını tartışmaya açmak anlamlı değil. Esad rejimi darbeci geleneğin şekillendirdiği askeri karakterini göstermiş hiçbir vicdanın kaldırmayacağı boyutta zulüm uygulamaya başlamıştır. Halkın meşru taleplerine bu türden bir zulümle karşılık verebilenler zihnen ve bedenen yerli olamazlar. Ancak kendi ülkesinin halkına, tarihine, geleneğine, kültürüne, coğrafyasına yabancı olanlar bu türden bir katliam işleyebilirler. Bu katliamın savunulabilir, görmezden gelinebilir hiçbir yanı olamaz. Antiemperyalizm retoriği ile Baas sözcülerinin yanında kimse duramaz.
Baas rejiminin gösterilere ne türden karşılık vereceği başından beri belli olmasına rağmen hangi stratejik aklın, nasıl bir psikolojinin kitleleri bu noktaya sürüklediğini kestirmek zor. Korku duvarını aşan halkın tümünü Batılıların ajanı olarak gören bakış açısı, işlenen planlı katliamları meşrulaştıramaz. Ne var ki muhalefetin önderliği adına ortaya çıkanlar da basiret eksikliğinin hesabını vermek durumundadırlar. Eğer Amerika'nın vereceği desteğe güvenenler ya da Müslüman Suriye halkının kanlarını Amerikan hesaplarına tahvil etmeye hevesliler varsa masumların akan kanları onları boğar.
Gelinen noktada...
-Başta Amerika olmak üzere batılı güçlerin kısa sürede rejimi ortadan kaldırıp akan kanı durduracak bir müdahale yapmaları zor görünüyor. Bosna örneğinde olduğu gibi zulmün dayanılmaz noktalara gelerek adeta Amerika'yı kurtarıcıya dönüştürecek bir kan banyosunun yaşanmasından endişe edilir.
- İran'ın stratejik olarak Suriye ile kurduğu ilişki yaşananlar karşısında ister istemez taraf olmaya zorlamaktadır. Bu açmaz bölgede Sünni-Şii zıtlaşmasını derinleştirme tehlikesi taşımaktadır.
- Özellikle muhalif toplantılarında "âlim" sıfatıyla yapılan açıklamalardaki Şii-Sünni-Alevi zıtlaşmasına yapılan vurgu son derece tedirgin edicidir.
- Muhtemel bir Batı müdahalesinde Türkiye'nin manivela olarak kullanılmak isteneceği açıktır. Bu durumda özellikle muhafazakâr kesimde "Türk ordusunu alkışlayacaklar" romantizmi ve bunu besleyen neo-Osmanlıcı retorik karşısında son derece hassas olmak durumundayız.
- Suriye'ye yönelik bir dış müdahale Türkiye'yi hem İran hem Suriye ile sıcak çatışmaya sürükleyeceği gibi bölgedeki dengeleri de derinden etkileyecektir. Ayrıca müdahale sonrası ortaya çıkacak tabloda tek parça bir Suriye olacağının da hiçbir garantisi yok.
Tüm meşruiyetini yitiren Esad rejiminin iktidar inadını sürdürmesi daha çok masum kanının akmasına neden olacak demektir. Ancak bu inadın kırılması yönünde elimizde çok fazla alternatif de kalmamış gözüküyor. Hiç olmazsa iç çatışmaları ve bölge düşmanlıklarını derinleştirecek dilden uzak durmaya çalışalım.
YENİ ŞAFAK