Amerika ve Avrupa’da geniş kitlelerin katıldığı protesto eylemlerinde sömürgeciliği, köle ticaretini ve ırkçılığı sembolize eden kişilere ait anıt heykeller de hedefte artık. “Coğrafi keşifler”in ders kitaplarında anlatıldığı gibi aydınlanma ve ilerleme merakının kışkırttığı bilimsel heyecanlardan doğmadığı aksine Avrupa ülkelerinin yarışa kalkıştığı tam tekmil sömürgecilik faaliyeti olduğu gerçeği meydanlarda ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Amerika’yı sömürgeciliğe açan Kristof Kolomb’un protestocu kitleler tarafından kimi şehirlerde kafası koparılan kimi şehirlerde yıkılıp yerlerde sürüklenen heykelleri teori ve pratiği meczeden harika bir toplumsal tarih niteliğinde fonksiyon icra ediyor aslında.
Heykelin Sembolize Ettiği Tarih ve Devlet
Demokrasinin beşiği İngiltere’de köle ticaretinin merkezlerinden biri sayılan Bristol şehrinde kalkınma ve ilerlemenin kahramanı sayılan büyük köle taciri Edward Colston’un heykelinin kaidesinden söküldükten sonra yerlerde sürüklenerek nehre atılması da Kristof Kolomb’un heykeline yapılan muameleyle eş anlamlıdır. İngiliz köle taciri Edward Colston’un heykelinin George Floyd’un Amerikan polisinin ırkçı saldırısıyla hayatını kaybetmesine duyulan öfkeden neşet etse de aslında çok daha fazlasını, 300 yıllık sömürü çarkına duyulan küresel tepkinin sembolize olmuş bir parçasıdır. Benzer bir itiraz ve öfke aynı günlerde Belçika Kralı II. Leopold’in anıt heykeline yöneliyordu. Ki II. Leopold, Kongo’daki kauçuk tarlalarında verimli çalışmayan yerli işçilerin ellerini kollarını kestirmesiyle meşhurdu.
Amerika’da başlayıp Avrupa’ya da sıçrayan öfke patlaması, sokak ve meydanlara taşan ırkçılık karşıtı söylem ve eylemlere yer yer yağma ve şiddet boyutunun karışması hiç şüphesiz dünyanın birçok bölgesinde sevinç ve heyecanla seyrediliyor. Sokaklara taşan öfkeyle boğuşan Amerika ve Avrupa ülkelerine ait kaotik tablo işgal, darbe, despotizm ve yoksulluk gibi ölümcül bataklıklara mahkûm edilmiş Orta Doğu, Afrika ve Asya’daki halklar nezdinde bir ümit ışığı değil belki ama bir gönül ferahlatıcı gibi okunuyordu. Ancak Amerika ve Avrupa’daki ırkçı-ayrımcı siyasetin köklerini, temsilcilerini ve teamüllerini daha gerçekçi ve çözüm üretici bir zemine doğru çekmek gerekiyor. Öfkenin yönlendirdiği kitlesel tepkiler hem provoke edilip gayrı meşru şiddete savrulabilir hem de sömürgeci mantıkla kurulan sistemin değişimi için gerekli sabrı ve gayretleri sabote edebilir çünkü. Öfke haklı olsa bile makul ve hukuki teminat için çok daha fazlasına ihtiyaç var.
Peki, Türkiye toplumu ve siyaseti anıt heykellere karşı sergilenen öfkeli kitlelerin tepkilerini yeterince takip edip bize düşen hisseler üzerinde hiç kafa yoruyor mu acaba? Türkiye, Amerika ve Avrupa’yla kıyas edilemeyecek kadar anıt heykellerin hegemonyası altında yaşamaya mecbur kılınan bir ülke. Üzerine düşünülmeye değer bir sorudur: Kristof Kolomb’un kafası koparılıp yerlerde sürüklenen heykelleri Amerikan halkı açısından “olmasaydın olmazdık” sloganlarıyla neden sahiplenilmedi acaba? Kolomb’u büyük kahraman, eşsiz kurtarıcı ve kurucu saymak Avrupa kökenli Amerikan halkı açısından anlaşılır bir durum oysa. Irkçı ve sömürgeci siyasetlere maruz kalan Afrika kökenlilerin tepkisi anlaşılabilir olsa da Amerika ve Avrupa halkları için “bugünümüzü sağlayan ulu önder” statüsünde sayılır Kolomb. Oysa resmi tarih anlatısına göre Kolomb, Amerika’yı gericiliğin elinden kurtarmış, çağdaş değerlerle buluşturmuş, ileri ve modern hayat tarzıyla tanıştıran isimdir.
Provokasyon Anıt Heykeller Dikmekle Başlıyor
Bristol’da anıt heykeli yerlerde sürüklenip nehre atılan Edward Colston da İngiliz halkı açısından zenginliğin, güvenliğin, modern ve rakipsiz konforun kahramanı sayılır. Colston köle taciri olarak bu işlere girişmeseydi İngiltere bu denli küresel bir güç olamaz, Afrika’nın belki de bitip tükenmez kaynaklarını Avrupa’ya taşıyamazdı. Batı toplumlarında oluşan ırkçılık ve ayrımcılık karşıtı toplumsal tepkiler Batı’nın sömürgeci köklerini temsil eden sembollere yönelik esaslı ve dönüştürücü bir dalgaya evrilir mi, şimdilik bilemiyoruz.
Bütün sosyal hadiselerin, kitlesel hareketlerin arkasında gizli bir el aramayı, bir tuzak kokusu almayı itiyat haline getirmiş çevreler bu kez pek suskun. Winston Churchill’i ırkçılıkla, Edward Colston’u sömürgecilikle suçlayıp anıt heykellerine saldıran İngiliz protestocuları “dış güçler veya üst akıl” tahrik edip İngiltere’yi kaosa sürüklemeye çalışmıyordu. Amerika ve İngiltere için komplo teorisi yazmaya hacet yok belli ki. İyi ama Amerika, İngiltere, Hollanda, Belçika veya diğer Avrupa ülkelerinde devlet adamları, derin devlet temsilcileri, yerli ve milli kimlikleriyle bilinen gerçek vatanseverler neden kurucu isimlerin anıt heykellerine yönelik bu tür saldırıları bir darbe gerekçesi saymıyor ve bir devlet müdahalesi için vesile yapmıyorlar?
Bir kıyas yapalım. Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’da SSCB Mareşali İvan Konev’in yetmiş yıldır boy gösteren anıt heykeline boya atılıp protesto edilmesi ve Prag Belediyesi tarafından kaldırılması Rusya-Çekya arasından diplomatik gerilime sebep olmuştu mesela. Rusya tarafından diplomatik kanallarla Çekya’ya posta koyuluyor, “Konev’in anıt heykeli kaldırılamaz” diye tehditler savuruluyordu resmen. SSCB’nin mirasçısı Rusya enteresandır başka ülkelerin başkentlerine diktiği heykellere bile el sürdürmüyor, Sovyet sömürgeciliğini temsil eden anıt heykelleri bile dokunulmaz kılıyordu. Çin ve Kuzey Kore heykelciliğinin siyasi ve diplomatik sahada neleri temsil ettiğine değinmeyelim şimdilik.
Anıt heykeller meselesinde çok sonradan fakat epeyce hızla atak yapan İran ise ülkenin dört bir tarafını General Kasım Süleymani heykelleriyle donatmaya girişti bile. Suriye ve Irak halkının kasabı Kasım Süleymani için dikilen heykeller, çizilen resimler, düzülen şiirler İran’ın Fars-Şii hegemonyasını tahkim etmek üzere tercih ettiği sembolü işaretliyordu aslında. Bakalım “Sünni kasabı” namıyla maruf Kasım Süleymani’nin anıt heykellerini Suriye, Irak, Yemen ve Afganistan’a da dikmeye yeltenebilecekler mi?
Türkiye’deki gündem ise, üzerinden bir asır geçmesine rağmen, Mustafa Kemal’in müzeye çevirdiği Ayasofya’nı asla cami olarak açılamayacağı, ülkenin bütün şehir ve ilçelerinde dikilen yüz binlerce anıt heykel ve büstün kutsiyeti üzerine şekilleniyor. Bütün bir toplum olarak hiç itiraz etmeksizin Mustafa Kemal’in anıt heykellerine saygı ve sadakat bildirilecek, Anıtkabir ve Ayasofya müzesi huşuyla ziyaret edilecek ama zinhar Suriye ve Irak’a, Libya ve Filistin’e yönelik stratejik planlar yapılmayacak. Mustafa Kemal’in anıt heykellerini bile kutsama aşamasına gelmiş, Anıtkabir’i modern türbe gibi ziyarete koşmayı ibadet bilmiş bir devlet teamülü ve siyaset tarzı için konu gayet net elbette: “Ne işimiz var Suriye bataklığında, ne arıyoruz Libya çöllerinde?”
Anıt heykel ve müzelerle seküler tarih yazmaya, modern ulus toplum inşa etmeye az kaldı, ha gayret!