11 Eylül’de sivil uçaklarla vurulup çökertilen İkiz Kuleler hadisesinden bugüne Amerika ve Avrupa için Orta Doğu’da İran’ın önünü açık tutma siyasetinin sonuna doğru geliniyor mu acaba? Suudi Arabistan’ın teşvik edip örgütlediği Selefi yaklaşıma potansiyel oluşturan tüm Sünni toplumlara İran’ın nüfuz edip etkisiz kılmasının önünü açtığı uzun ve zorlu bir dönem için finale doğru ilerlendiğini gösteren işaretler yoğunlaşıyor. Rusya’nın açık desteğiyle Amerika ve Avrupa’nın açık suçları görmezden gelmesiyle Pers İmparatorluğu’ndan bugüne en geniş nüfuz alanına sahip olan İran için tanınan süre tükeniyor anlaşılan.
İran’ın öncelikle Suriye ve Irak’a, Lübnan ve Yemen’e nüfuz etmesinde çok önemli roller oynayan General Kasım Süleymani’nin 2 Ocak günü beraberindeki 9 üst düzey askeri yetkiliyle birlikte Amerikan saldırısı sonucu öldürülmesi Amerika-İran ilişkilerinde nasıl bir sayfa açacak? Kudüs Orduları Komutanı yetkisiyle General Süleymani İran’ın Orta Doğu’ya yönelik askeri stratejilerini kurup yöneten, istihbarat ağını ve gezici milis kuvvetlerini örgütleyen son derece etkin bir isimdi. Silahlı saldırıların planlanmasından barış müzakerelerine değin sahayı adım adım kontrol eden Kasım Süleymani ve kurmay kadrosunun öldürülmelerinin İran için büyük bir kayıp olduğu muhakkak.
Süleymani ve kurmay kadrosuna yapılan Amerikan saldırısıyla bölgede ne tür gelişmeler yaşanacağını öngörebilir miyiz? Amerika ve İran gerilimi hangi merhaleye evrilecek, bölgeye yansımaları nasıl olacak?
Bağdat Vampiri ‘Halep Kasabı’nı Öldürdü
Kasım Süleymani’nin şahsında Suriye ve Irak halkı için İran devleti, ordusu, mollaları ve uzantısı örgütler ne anlama geliyor tahmin etmek, anlamak hiç zor değil. Mart 2003’ten itibaren Irak’ı işgal ve yıkıma uğratan Amerika eş zamanlı olarak İran’ın da bu ülkeyi ipotek altına alması için ciddi bir zemin hazırladı. İlk dönem Saddam Hüseyin yanlılarıyla mücadele şeklinde ortak paydada hareket eden Amerika ve İran bir süre sonra El Kaide’yle mücadele ve nihayet IŞİD’le mücadele konseptinde birlikte hareket ettiler.
İran askeri birliklerinin Irak’ı üs edindiği, Şii milislere askeri eğitim verip Sünni Müslümanların malına, mülküne, medresesine el koyup kimini öldürüp kimilerini merkezin dışına tehcir ettiği dönemler İran Amerika ve Avrupa için son derece kıymetli bir misyon ifa ediyordu. Ne Amerika’dan ne de Avrupa’dan İran’ın Irak’ta hızla artan askeri ve siyasi varlığına dair uzun yıllar boyunca hiçbir endişe dile getirilmiyordu. Irak’ın işgali ve yağması sırasında İran da resmi kayda geçmeyen fakat Amerika’nın başını çektiği Koalisyon Güçleri’nin fiilen işleyen bir ortağı sayılıyordu.
Beşşar Esed ve Baas Rejimine yönelik halk ayaklanması başladığı ilk dönemden itibaren İran ordusu ve Lübnan, Afganistan, Irak ve Pakistan’dan sevk ettiği Şii militanlarla Suriye’de katliamlara giriştiğinde de Amerika ve Avrupa açısından rahatsız edici bulunmamıştı. Çünkü Suriye’de azınlık Nusayri mezhebine yaslanan Baas rejiminden Rusya yanlısı politikaları sebebiyle hiç hoşlanılmasa da Sünni İslamcı halk hareketine karşı kötünün iyisi sayılıyordu. Bir taraftan PKK-PYD’nin önünü açma diğer taraftan seküler Baas-Esed rejiminin bekasını teminat altına alma paralel politikalarını hayata geçirmek açısından İran çok elverişli bir aktördü. Esed karşıtı bütün İslamcı örgütlenmeleri önce El Kaide’yle akabinde IŞİD’le özdeş kılarak Amerika gibi Rusya gibi Suriye şehirlerine bomba yağdıran İran da “dost kuvvetler” muamelesi gördü tabii ki.
Amerika’nın İran’a Tanıdığı Sınır
Fakat Suriye ve Irak’ta Amerika’nın İran için açtığı kredinin bir limiti, gösterdiği müsamahanın da bir sınırı olmaması düşünülemezdi. Çünkü İran Suriye ve Irak’ta dökebileceği kanın, yıkabileceği şehirlerin, ekebileceği nefret ve düşmanlık tohumlarının sınırlarına epeyce yaklaşmıştı. Dahası Irak’ta en az Sünniler kadar Şiiler de Amerika gibi İran’a yönelik öfke patlamaları yaşıyordu. Dahası dünyanın en zengin petrollerine sahip Irak işkence, faili meçhul cinayet, gözaltında kayıplar, yolsuzluk ve rüşvet, sonu gelmez elektrik ve su kesintileri, en temel sağlık hizmetlerinden yoksunlukla kavruluyordu. En güneyde Basra’dan başlayıp Bağdat’ı ve diğer büyük şehirlerin tamamını saran protestoların hedefinde İran ve İran’la bağlantılı örgütler yer alıyordu.
Irak’ın Şii halkı nezdinde dahi İran’ın birincil nefret odağı bir aktör olmaktan kurtulmak, zaman ve itibar kazanmak gibi bir hamleye ihtiyacı vardı. Bu ihtiyacı karşılamaya binaen mi tertiplendi bilinmez ama Amerika’ya dönük kontrollü bir gerginlik oluşturmak üzere Haşdi Şaabi’nin içinde yer alan Ketaib-i Hizbullah örgütü tarafından Kerkük yakınlarındaki bir askeri üsse onlarca füze atıldı. Saldırı sonucu bir kişi öldü, birkaç kişi yaralandı. Ne var ki Amerikan savaş uçakları Suriye ve Irak sınırındaki beş askeri kampı füze yağmuruna tutunca 25 ölü, elliye yakın yaralı tablosu çıktı ortaya. Bu saldırıların protesto edilmesi bağlamında Amerika’nın Bağdat’taki Büyükelçiği’nin kuşatılmasıyla zuhur eden manzara 1979’da Tahran’da yaşanan elçilik kuşatmasının benzeri bir kaygı ve gerilimi tırmandırdı.
Amerika Başkanı Trump’ın mesajlarındaki tehditler sertleşip yakınlaştığı bir vasatta Bağdat havalimanının yakınında İran’ın bölgedeki askeri varlığını en üst düzeyde temsil eden kadroya yönelik kapsamlı bir saldırı düzenlendi. Kudüs Orduları Komutanı Kasım Süleymani ve Haşdi Şaabi İkinci Komutanı Ebu Mehdi el Mühendis’in öldürülmesi Amerika-İran arasında yaşanacak büyük bir savaşın startı olmayacak. Ancak İran’ın Irak’taki askeri varlığının sınırı ve etkisi bundan böyle genişleme trendinde değil daralma trendinde olacak muhtemelen.
İran’da en üst düzeyde edilen intikam yeminlerinin, Amerika ve İsrail’e yönelik binlerce kez tekrar eden “cehennemin kapılarını açma” şantajı propagandadan ne kadar öteye geçeceğini birlikte göreceğiz. Uzun yılların pratiği gösterdi ki İran’ın öncelikli savaşı Amerika veya İsrail’e yönelik değil. İran’ın Suriye ve Irak halkına kan kusturmasına Rusya doğrudan, Amerika ve Avrupa da dolaylı olarak destek oldu.
Kasım Süleymani ve Ebu Mehdi el Mühendis’in Amerika tarafından öldürülmesini hiç kimse alkışlayacak değil. Ama en ahlaksız ve akıldışı “direniş ekseni” propagandalarına kulak verip “şehadetlerini” ilan edecek kadar da ahmak olmamak gerekir. Yıllar yılı Felluce’den, Bağdat’tan, Halep’ten, Şam’dan, İdlib’ten yükselen acı feryadların milyonda birini bugün Tahran’dan işitmek İslam dünyası için ne şaşırtıcı ne de üzücü oldu, bundan emin olabilirsiniz.
Yeni Akit