Aliya İzzet Begoviç’in önemli bir tespiti var, diyor ki: “Dünyada istiklal savaşını kaybeden bir millet yoktur.”
İstiklâl Savaşı sadece dışarıdan gelen işgalcilere karşı verilmez, bazen de içerideki despotlara karşı verilir...
Biz de tek parti alışkanlıklarına karşı hâlâ bir “istiklâl savaşı” veriyoruz!
Tunus, Mısır, Libya ve diğer bazı Arap ülkeleri yine içerideki despotlara karşı böyle bir savaş verdiler...
Şimdilik vaziyet muğlak: Taşlar henüz yerli yerine oturmadı. Bahsi geçen ülkelerde bir “geçiş dönemi” yaşanıyor. Umarım bu süreç alabildiğine kısa olur ve halklar özgürlüğüne kavuşur.
Bugün Suriye’de yaşananlar, dün öteki Arap ülkelerinde yaşananlardan farklı değildir. Ne var ki, diktatör ötekilerden çok farklıdır. Gerçi acımasızlıkta bir birlerine benziyorlar, ancak Beşar Esad eski tip bir diktatördür. Bu açıdan hiçbir Arap diktatörüne benzemez. İlle de bir diktatöre benzetmek gerekirse, o Hitler-Mussolini karışımı bir diktatördür...
Şiddette, tahripte, delilikte sınır tanımaz.
Kendiliğinden de gitmez...
Elindeki tüm kozları kullanacak, gerekirse bölgeyi ateşe verecek (bazı bölgeleri şimdiden PKK’ya terk etmesi, bu konuda neler yapabileceğinin işaretidir) ve her şeyi kaybettiğinden iyice emin olduktan sonra, tıpkı Hitler gibi kendini öldürecektir.
Bunu yazarak büyük bir risk aldığımın farkındayım. Zira değişik bir sonuç alındığında “attı ama tutturamadı” denecektir. Kim ne derse desin, tarihsel süreç içinde diktatörleri mukayeseli olarak incelediğimizde, böyle bir sonuç çıkıyor.
Başka türlüsü benim için sürpriz olur.
Esad bunu yapabilecek kadar eski kafalıdır ve böyle bir sonu “şerefli” bulacak kadar da tutucudur.
Muhaliflerin işi kolay değil. Mevzii bazı başarılar kazansalar da uçağa, tanka karşı tüfekle savaşmak hiç kolay bir iş değil. Şartlar hâlâ aleyhlerinde. Ama her şey şartlarla, sebeplerle izah edilemez...
Her şey şartlarla, sebeplerle izah edilebilseydi, Hazret-i İbrahim karşısında Nemrud’un, Hazret-i Musa karşısında Firavun’un, Peygamber Efendimiz karşısında ise Ebu Cehil’in zafer kazanması gerekirdi. Zira bütün şartlar ve sebepler Nemrutların, Firavunların, Ebu Cehillerin lehine idi.
Kudret sahibiydiler, servet sahibiydiler, kuvvet sahibiydiler, şöhret sahibiydiler. Devletleri vardı, askerleri vardı, paraları-pulları vardı. Ama kaybettiler...
Afganistan’da da ve Vietnam’da da böyle oldu. Sovyetler Birliği ile Amerika gibi dünyanın süper askeri gücüne sahip ülkeler, füzelere karşı çakaralmaz tüfekle, tanklara karşı atla savaşan yoksullar ordusuna yenildiler. İşgal ettikleri bölgelerden çekilmek zorunda kaldılar.
Hele Sovyetler Birliği yenilmekle de kalmadı, rejimiyle, ideolojisiyle birlikte yok oldu gitti...
Sırbistan da aynı akıbeti yaşadı: Sırplı kasaplar uluslar arası savaş mahkemelerinde hesap veriyor...
Bizde bir zamanların “dediğim dedik”çi generalleri de Silivri’de hesap vermiyorlar mı?
Bu hal Suriye’de de tecelli edecek. Zira iktidar halk desteğini yitirdi. Halka dayanmayan hiçbir iktidar payidar olamaz. Bu hüküm tarihin testinden geçmiş “müseccel” bir hükümdür.
Zaferin tek şartı, zafere inanmaktır!
YENİ AKİT