Suriye, Türk jetini neden vurdu

Ceren Kenar

Suriye’nin Türk jetini vurması akabinde yaşanan süreç, kadim bir bölgesel geleneğimiz olan komplo teoriciliği oynamaya pek müsait bir ortam yaratmasa da, farklı spekülasyonlar yine revaçta olmaya devam ediyor. Suriye meşum olayın sorumluluğunu beklendiğinden hızlı üstlendi ve açık açık Türk jetini vurduğunu kabul etti. Suriye’ye göre bu olay saldırı amaçlı olmaktan ziyade, kendi hava sahasında belirleyemediği -ve dolayısıyla menşeini bilmediği- bir yabancı cismin savunma amaçlı vurulmasıydı.

Türkiye Dışişleri ise bambaşka ve -elbette daha gerçekçibir resim çiziyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Türk jetinin uluslararası hava sahasında vurulduğunun altını çizdi. Bununla beraber Suriye’nin, “Hedefin kim olduğunu bilmiyorduk” açıklamasının da inandırıcı olmadığı, aksine Suriyeli yetkililerin konuşma kayıtlarında jetin Türk jeti olduğunun bilindiğinin ortaya çıktığını vurguladı. Uçağın silahsız olduğunu vurgulayan Davutoğlu, Suriyeli yetkililerin jeti vururken tüm bu bilgilerden habersiz olamayacaklarını söyledi.

Türk jetinin Suriye hava sahasını ihlal etmiş olma durumunda bile, Suriye’nin Türk jetini vurmasının bir uluslararası hukuk ihlali olduğu konusunda hemen herkes hemfikir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin sitesinde 2012 yılının ilk yarısında Türk hava sahasının 114 kere ihlal edildiği belirtiliyor. “İhlalciler” arasında Yunanistan, İtalya, İsrail, Fransa, İspanya, Belçika, İngiltere, Kanada gibi ülkeler var. Her hava sahası ihlalinde jet vurulması gibi bir teamül gelişse, anlaşılan o ki hiçbir ülke jet kaldırmaya cesaret edemeyecekti!

Dolayısıyla şu an ortaya çıkan durum, Suriye’nin kasti ve hasmane bir şekilde Türkiye jetini hedef aldığı ve vurduğudur.

Peki, Suriye uluslararası kamuoyunda bu kadar izole olduğu bir dönemde nasıl olur da, savaş nedeni olarak bile kullanılabilecek böylesi bir saldırganlık içine girebilir? Bu Suriye’nin resmî, titizlikle hazırlanmış, planlı bir politikası mıdır? Yoksa emir-komuta zincirinden bağımsız, mahalli komutanın işgüzarlığı mıdır? Veya bazı Türk analistlerin iddia ettiği gibi Beşşar Esed’den bağımsız gelişen Suriye derin devletinin Esed’e karşı bir oyunu mudur?

Buradan sonrası spekülasyonun alanına giriyor. Ancak olay akabinde yapılan açıklamalardan belli nüveler yakalamak mümkün.

Öncelikle konuyla ilgili açıklama yapan Suriye Dışişleri Sözcüsü Cihad Makdisi’nin sözleri Suriye’nin pek de nedamet içinde olmadığını gösteriyor. Makdisi olayın bir saldırı niteliği taşımadığını hatta kaza olduğunu, Türkiye’yi düşman olarak görmediklerini vurguladı, ancak Türkiye’nin Suriye politikasına dair eleştirilerini de eklemeyi ihmal etmedi. Açıklamasında özür niteliği taşıyan bir ifade de yer almadı.

Benzer şekilde, henüz Türkiye “uçağımız düşürüldü diyemeyiz” temkinliğinde açıklamalar yaparken, Suriye rejiminin sadık destekçisi olan Hizbullah’ın yayın organlarında (örneğin Al Manar’da) şevkle “Suriye Türkiye’nin jetini düşürdü” haberinin geçmesi manidardır.

Dolayısıyla Suriye yetkilileri olayın sorumluluğunu üstlenmiş görünüyor. Ki böylesi riskli bir kararın mahalli bir komutanın inisiyatifi ile alınamayacağı da hesaba katılırsa, bu olay bireysel bir hata veya cüretkârlığın ötesinde bir anlam taşıyor.

Bu olayın arkasında Esed’den bağımsız “derin Suriye” yapılanması olduğu iddiası ne yanlışlanabilir ne de doğrulanabilir bir argüman şu an itibari ile. Zira bırakın olası saray içi çekişmeleri, Suriye sokaklarında bile ne olduğuna dair kimsenin net bir bilgisi yok. Bu perspektife göre Esed’den hâlihazırda vazgeçmiş bir Baas içi yapılanma, Esed’in sonunu getirebilecek lakin kendi iktidarını payidar kılacak bir geçiş süreci yaratmayı hedefliyor. Bu son hamle ile Türkiye’nin Suriye’ye karşı askerî bir hamle yapması ve dolayısıyla Esed’in sonunun gelmesi amaçlanıyor iddia sahiplerine göre.

Açıkçası, Suriye siyasetini biraz takip eden herkes Beşşar Esed’in iktidara geldiği günden beri, “Suriye’yi aslında Beşşar mı yönetiyor” sorusunun sıklıkla sorulduğunu bilir. Beşşar’ın iktidara geldiği ilk günler karizmasının, gücünün ve devlet adamı niteliklerinin Suriye halkı tarafından bile sorgulandığı doğrudur. Ancak Beşşar iktidarı sürecinde birçok hayati krizin üstünden “başarıyla” gelmiş, askerî ve istihbarat kadrolarında tasfiyelere imzasını atmış ve bir şekilde babasının mirasına yakışır şekilde dikta rejimini kişiselleştirmeye muvaffak olmuştur.

Ki böylesi bir saray içi darbeyi, müdahale opsiyonundan daha az maliyetli bulduğu için sabırsızlıkla bekleyen bir uluslararası kamuoyu varken, saray içi Esed düşmanlarının böylesi dolaylı yollara, komplolara başvurmuş olma ihtimali çok kuvvetli görünmemektedir.

Bütün bu akıl yürütmelerden sonra çıkan sonuç: Bu hamle Esed rejiminin cüretkâr ve pervasız bir güç gösterisidir. Bu gösteri hem uluslararası kamuoyunu hem de Suriye iç siyasetine yönelik bir “show”dur. Türkiye’ye verilen net bir ültimatomdur, bununla beraber Suriye muhalefetine verilen bir gözdağıdır. Son bir hafta içinde Türkiye’nin Suriyeli muhalifleri silahlandırdığı haberlerinin uluslararası basında daha görünür hale gelmesi ve Ürdün’e sığınan Suriyeli komutanın ardından oluşan bir ruh halinin biçimlendirdiği planlı bir eylemdir. Bu hamlenin rasyonel olup olmadığını zaman gösterecektir. Ancak gazeteci İlhan Tanır’ın dikkat çektiği üzere bu tür dikta rejimlerinin “çılgınlık anları” tarihte vakidir. Kaddafi’nin kendi sonunu hazırlayan “Libyalı muhalifleri fareler gibi öldüreceğim” açıklaması buna örnek olarak verilebilir. Lakin, Türkiye böylesi “çılgınlık anları” ile politika belirleyen bir ülke değildir ve olmamalıdır. Suriye rejimi ile farkı da uluslararası hukuka saygılı, kendi kamuoyunun dinamiklerine hassas bir ülke olmasıdır. Dolayısıyla şu an izlenen soğukkanlı siyaset yerindedir, akılcı olandır.

cerenkenar@gmail.com

TARAF