Bu hafta sonu İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin farklı şehirlerinde (14 ve 15 Mart) Suriye’de kardeşlerimizin maruz kaldığı katliamları lanetlemek ve dayanışma ruhumuzu tazelemek için eylem ve etkinlikler yapacağız. Mesele karmaşık değil gayet yalın ve bir boyutuyla dramatik fakat diğer boyutuyla da ümit verici. Suriye’de yaşanan savaş her boyutuyla ibretlik ve her boyutuyla eski düzen ve aktörlerin tasfiyesini hızlandıracak sarsıcı bir süreçtir.
Suriye’de nelerin çöktüğünü saymaya kalkarsak epey zorlu bir işe soyunmuş oluruz. Evet, Şam, Halep, Hama gibi İslam coğrafyasının en güzel şehirleri kardeşimiz olan Müslüman bir halkın üzerine ateş olarak yıkılıyor. Meseleye hangi açıdan yaklaştığınıza göre kimin ne kadar başarılı olduğu değişiyor.
Eğer “4 yıl oldu hala Esed/Baas rejimini devirmediler” söylemiyle durum analizi yapılırsa Rusya ve İran desteğiyle girişilen bütün katliamları temize çıkarmak en kolay iş olur. Bu doğru ve sonuç alıcı bir analiz yöntemi değil. Hemen her şeyiyle zulmün, işkencenin, katliamın, tecavüzün ve barbarlığın timsali olmuş Esed/Baas rejimi için şu değerlendirmeyi yapmak gerçeğe en uygun olandır: “Nasıl oluyor da Esed/Baas rejimi 4 yıldır kan gölünde boğmaya, ateş çukurunda yakmaya çalıştığı bir halkı bastıramıyor?”
Suriye halkının dostu yaşadığı mazlumiyetten ötürü çok görünüyor. Lakin elini taşın altına sokan, mücadeleyi canla başla destekleyen kim var deyince büyük bir sükûtu hayal duruyor karşımızda. Fakat Esed/Baas rejimi tepeden tırnağa vahşet ve barbarlık sergiliyor olmasına rağmen kimi açık kimi örtülü destekçilere sahip. AB ve ABD yıkım ve katliamların altından kalkılamaz bir hale gelmesi için her türlü diplomatik, medyatik ve siyasi manevra kabiliyetini çekinmeksizin sergiliyor.
Suriye halkı son 4 yıldır kime karşı savaşıyor? Alenen İran ve her türlü askeri araçla teçhiz ettiği fanatik Şii milisler eliyle ayakta tutulmaya çalışılan Baas/Esed cuntasına karşı, değil mi? Peki, Suriye halkı asli ihtiyacı olan ağır silahlardan mahrum edilerek daha ne kadar direnebilir? Bilemiyoruz ama Suriye halkını muhtaç olduğu ağır silahlardan mahrum etmeninin ne insanlıkla ne de Müslümanlıkla bir alakası olabilir. Sadece yaralıların tedavisiyle, muhacirlerin barındırılmasıyla bu krizi atlatmak mümkün değil.
Esed/Baas rejimi de İran rejimi de öldürmek, katletmek, yakıp yıkmak hususunda hiçbir tereddüt taşımıyor. Savaşta muazzam bir eşitsizlik var. Suriye halkı, Baas ordusuna ve İran ordusuna karşı savaşıyor. İran tarafından organize edilen işgal güçleri Suriye halkının en temel haklarını sadece Rusya’nın değil AB ve ABD’nin de onayıyla gasp ediyor. İran, geldiği yer itibariyle Rusya ve AB-ABD’nin ortak paydasına dönüşmüş ve Şahlık rejimi dönemindeki jandarmalık rolüne irca etmiştir. Suriye halkı işte bu zalim jandarmanın namlusundan çıkan ateş toplarına karşı izzet ve cesaretle savaşmaktadır.
Kaos Çıkmadı ama…
Hakan Fidan’ın adaylık sürecinden geri çekilmesi de Abdullah Gül namına yaşanan belirsizlik de hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de Başbakan Davutoğlu adına şu ya da bu oranda bir zaaf ortaya çıkarmıştır elbette. Fakat bu tabloda en tuhaf olan gelişme şöyle tecelli ediyor: Erdoğan ve Davutoğlu arasında Fidan’ın misyonu ve görevine ilişkin yaşanan farklılaşma AK Parti karşıtları cephesinde çok hızlı fakat son derece temelsiz bir takım ümitlerin tezahür etmesine yetti de arttı bile. Üzerine bir de Gül’ün partiye yeniden dahlinde yaşanan belirsizlikler eklenince gerekli toplumsal destekten mahrum olan siyasal aktörler için mantıksal süreç hemencecik tamamlanmış oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın MİT’e ve Hakan Fidan’a yüklediği anlam, bu anlam üzerinden halefi olan Başbakan Davutoğlu’yla kamuoyu önünde farklılaştığını ilan etmesi ciddi riskler içeriyordu. Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan bu riski üstlenmekten hiç imtina etmedi. Tersine ilk gün ifade ettiği gerekçelerin arkasında ısrarla durdu ve muhataplarını da bu gerekçelerin geçerliliğini kabule mecbur etti.
Bu ısrarın arka planı ikisi yurt içindeki biri yurt dışındaki siyasal stratejinin yürütülmesi yatmaktaydı muhtemelen. Çözüm Süreci’nde Hakan Fidan’ın üstlendiği koordinasyon tecrübesi ve Fethullah Gülen’e bağlı kadrolarla mücadelede elde edilen deneyimler ısrarın içeriye yönelik yüzünü teşkil ediyor. Diğer taraftan başta Irak ve Suriye’de yaşanan yıkım ve nüfuz mücadelesi olmak üzere bölge siyasetini sağlıklı bir biçimde besleyecek güçlü bir istihbarat beklentisi Fidan’a ilişkin ısrarın temel dayanaklarından biriydi.
Peki, Davutoğlu ve Fidan’ın aynı süreç için öngördüğü planlamalar başarısızlığa mahkûm muydu ki girişimleri Erdoğan tarafından bloke edildi? Şu saatten sonra bu planlama üzerine konuşmanın lüzumu da faydası da yok. Asıl olan böylesi süreçlerde hem siyasetin hem de toplumun güvensizlik ve geçimsizlik hastalığından muhafaza edilebilmesidir. Kaos olmadı, yıkım olmadı ama bazı şeyler de eskisi gibi olmaz. Daha önemlisi meseleye taraf olanların hepsi bu süreçten fiziki veya psikolojik açıdan yaralanarak çıkar.