Yazid Sayegh / Al-Monitor / 29 Haziran 2015
Mütercim: Ahmet Hışıroğlu / Haksöz Haber
Beşşar Esed rejiminin şu an stratejik olarak savunma pozisyonunda olduğu konusunda kamuoyunda genel bir kanı var. Çok sayıda muhalif grup yeni kazanımlar elde etmek için gelecek günleri ve ayları bekliyor. Rejim hala kendisinin ana bölgesi konumundaki alanları korumak için yeterli askerî güce sahip. Fakat moral ve taraflar siyasal birlik için savaşırken siyasal birliğin devam ettirilebilmesinin zorluğu büyük bir endişelilik halini beraberinde getiriyor.
Bu konjonktürde, süregelen istikrarsızlık durumu rejimin beklenenden daha çabuk düşmesine sebep olabilir. Eğer rejim yönettiği bölgeleri kaybetmek istemese bile, yeni çatışma hatlarının belirlenmesine rağmen Suriye stratejik bir durgunluk durumuna bürünecektir. Bu koşullar Suriye’de resmî bir bölünmenin habercisi değil fakat eğer mevcut olan toprakların bölünmesi durumu devam ederse dış güçler olası bir anlaşmayla silahlı çatışmaya son verebilir.
2015’in hatırda kalan bölümünde Suriye savaş haritasındaki herhangi bir değişiklik kesinlikle bölgede yeni çatışma hatlarının oluşmasına sebep olacak, bir başka deyişle de bölgeler birbirine muhalif tarafların (IŞİD, Suriyeli muhalifler ve rejim) arasında kalacak. Görünen o ki tarafların öncelikli savaşları onları meşgul edecek ve tamamen yenilmemelerine ve kazanmamalarına rağmen taraflar arasında yeni topraklar kazanılacak veya kazanılan topraklardan vazgeçilecek. “Parçalanan çatışma hatları” Dera’daki rejimin kontrolü altında bulunan bölgelerden Güney Suriye’deki Halep ve Banliyölerine uzanan bölgedeki şehirleri de içine alıyor ayrıca IŞİD tehlikesinin bulunduğu Şam-Humus karayolunun bulunduğu düzlemde buna dâhil.
Rejim vazgeçeceği bölgelerde yeni savunma hatları oluşturarak savunma pozisyonunu geliştirmeye ve hazır tutmaya çalışıyor bu bağlamda rejim tamamen olmasa da elinde tuttuğu toprakların çoğunu bırakmaya hazırlanıyor. Güneyde bazı muhalif kaynaklardan alınan bilgilere göre rejimin zırhlı araçlarıyla ve ağır silahlarıyla Şam’a doğru geri çekilmeye başladığı ifade ediliyor. Rejimin büyük ihtimalle on yıllardır olası bir İsrail tehdidine karşı Suriye savunmasının merkezî konumundaki Kisve ilçesinde kurulacak yeni bir savaş hattına yoğunlaşacağı düşünülüyor.
Humus ve çevresi mevcut silahlı çatışma durumu bakımından rejim için vazgeçilmez bir bölge. Şehir artık rejimin gelecekteki savunma planları için ön plana çıkıyor. Suriye ordusuna yakın birkaç yabancı kaynağa göre Humus’un doğusunda bulunan askerî lojmanların içindeki büyük askerî hava üslerine lojmanlar kuruldu. Bu rejimin uzun vadede yeni bir savunma hattı oluşturması gerekliliği üstünde düşündüğünü gösterir.
Muhalifler Kuneytra ve Şam’ın batı bölgelerine odaklanmalarına rağmen rejim tarafından kontrol edilen Dera bölgesi rejimin en zayıf noktası. Bu arada muhalifler demografik yapısı çoğunlukla Dürzilerden oluşan Süveyda vilayetinin siyasî desteğini kazanmaya çalışıyor. Bununla birlikte Ürdün’ün başkenti Amman’da bulunan ortak askerî operasyon odasında temsil edilen hükümetler güneydeki askerî operasyonlarda atılacak adımları belirlemeyle özel olarak ilgileniyor. Bu durum güneydeki askerî operasyonların süresinin belirlenmesi açısından ilgi çekici görünüyor. Muhalifler aslında rejimin çabucak dağılmasını istemiyor. Eğer rejim ani bir şekilde düşerse böyle bir durumda IŞİD’in Şam’a ulaşmasının önünün açılacağını düşünüyorlar. Operasyon odasını desteklerinden faydalanan ılımlı muhaliflerden oluşan güney cephesi saldırmak için doğru bir fırsat kolluyor ve bunun yerine rejimin düşmesi veya geri çekilmesinden sonraki senaryoya odaklanıyor.
Rejim Dera’yı terk edebilir fakat aynı zamanda Haleb’i de düşündüğünden büyük bir ikilem içinde. Birçok insanın paylaştığı genel kanıya göre Haleb’in muhaliflerin avucunun içine düşmesi kolay ve nispeten eli kulağında olduğu söyleniyor. Ancak bu pek mümkün görünmüyor. Rejim, Halep ve Uluslararası Askerî Yardım Teşkilatı’nın kaynaklarına göre milyonlarca insanın yaşadığı Haleb’i çevreleyen kırsal bölgelerden uzun süre vazgeçmeyebilir. Şehrin bazı bölgelerinde su kesintisi ile karşı karşıya kalınmasına rağmen rejim askerleri genelde su kuyularını kullanarak kendileri için gerekli olan su miktarını tedarik ediyor.
Rejim tarafından kontrol edilen mahallelerdeki elektrik kesintileri insanların yoksulluk ve sefaletini arttıracaktır fakat bu yine de savaşın sonucu açısından belirleyici olmaz çünkü bu mahalleler normalde günde zaten bir veya iki saat elektrik alabiliyor. Uluslararası yardım görevlileri Halep’ten Şam’a ulaşamıyor ve bunun karşısında şehir besin ihtiyacının büyük bir çoğunluğunu yerel kaynaklardan tedarik ediyor. Muhaliflerin Humus’taki el-Vaer bölgesinde olduğu gibi kuşatmaya direniş gösterme konusundaki yetenekleri küçük alanlardaki dayanıklılıklarını ve kabiliyetlerini kanıtlar nitelikte.
Ayrıca Haleb’in savunmasını başta güney kırsalındaki yerel Sünni milisler ve kabilelerin yapması diğer bölgelere nispeten alanı korumanın rejim adına daha az maliyetli olmasına yardımcı oluyor. Aynı zamanda yabancılardan oluşan Şii milisler 2014’ün son aylarından itibaren kuzeydeki saldırılara göğüs geriyor. Bu açıdan bakıldığında rejim çok sayıda askerini feda etmek zorunda değil.
Aslında Halep gücün kaynağıdır. Siviller ve yurtdışındaki ailelerden gelen bağışlarla devlet maaşlarının ödenmesine ve devlet yardımlarının sürmesine yardımcı oluyor. Rejim açısından Haleb’i kaybetmek büyük bir gelir kaybına tekabül edecektir ancak asıl kayıp siyasî arenada olacak çünkü Haleb’i kaybetmek demek rejimin içinde çok büyük bir Sünni kitleyi barındıran tüm Suriye halkını temsil ettiği iddiasının, argümanının çökmesi anlamına geliyor. Yine de Halep, rejimin stratejik savunma planları için hayatî önem taşımıyor. Rejim, ordu garnizonunu hassas bölgelerdeki durumunu güçlendirmek için çatışma hatlarına gönderebilir, bilhassa da Hama’nın kuzey ve doğu bölgelerinde IŞİD ve silahlı muhalif gruplar üzerine.
Bununla birlikte rejimin stratejik pozisyonu için asıl tehdit Şam-Humus karayolunun kesilmesi ihtimali. Son olarak Palmira’nın kaybı, başkentten Humus’a ve aynı zamanda kıyı bölgeler ile hala bağlantısı olan rejimin kontrolü altındaki tek geçidin burası olduğunu işaret ediyor. Bundan dolayı rejim IŞİD tehdidi altında bulunan bu karayolunda tutunmak zorunda. Eğer IŞİD bölgeye sızmayı başarırsa Kuzey Bekaa Vadisi boyunca Lübnan sınırına daha da yaklaşmış olacak. Belki de bu, Hizbullah’ın karayoluna paralel olarak Batı Kalamun bölgesini temizleyerek stratejik derinlik sağlamak için neden sürekli operasyon yaptığını açıklar niteliktedir. Şimdi Suriye ordusunun karşılaştığı en büyük zorluk karayolunun doğusunda bir savunma derinliği elde etmek olacak. Rejim Doğu Humus’tan Palmira’ya kadar olan bölümde askerî üsleri elinde bulunduruyor.
Suriye’deki Humus-Şam karayolu parçalanan çatışma hatlarının bir parçası değil çünkü rejim buradaki alandan vazgeçemez. Fakat bu karayolu rejim ve IŞİD arasındaki daimi olacak bir kedi fare oyununa tanıklık edebilir. Belki IŞİD’in daimi bir dayanak noktası oluşturmak için yeni militanlar toplamaya ve eğitmeye yeterince vaktinin olmaması rejimi rahatlatabilir. Fakat IŞİD taarruz etme konusundaki kabiliyetini göstererek rejimi savunma pozisyonunda tutmayı şimdiye kadar başardı.
Aynı zamanda IŞİD, kendisi açısından daha değerli olan rejimin elindeki Deyr ez-Zor için rejime baskı yapmaya devam ediyor. Rejim elinde bulundurduğu bu bölgeyi korumak için çok çaba sarf etti fakat çok yakında acı bir tercihle karşı karşıya kalabilir. Ordu garnizonunu Deyr ez-Zor şehrinden geri çekmek imkânsız değilse bile zor bir iştir. IŞİD şehrin çevresindeki yüzlerce kilometrelik yolu kontrolü altında tutuyor ve bu durumda havadan tahliye operasyonu da son derece tehlikeli olabilir. Ayrıca çekilmek demek binlerce milisi, resmî ve yerel rejim çalışanını ve yaklaşık 250 bin sivili IŞİD’in merhametine bırakmak demek. el-Tabqa hava üssü ele geçirildiğinde IŞİD yüzlerce rejim askerini idam etmişti. IŞİD yine bir rejim garnizonuna aynı kaderi yaşatabilir. Bundan dolayı rejim risk almıyor çünkü eğer böyle bir durum yaşanırsa rejim moral ve rejimin siyasî destekçilerinin desteğini çekmesi ve sadakatine zarar vermesi açısından yara alacaktır.
Eğer rejimin destekçileri işin sonuna geldiklerini düşünürler ise rejim daha zayıf bir pozisyonda konumlanmış olacak. Rejim ana bölgelerdeki varlığını devam ettirme başarısı gösterirse yakın bir gelecekte politik bir anlaşma yapma şansına ulaşabilir böylece etrafında kümelenen şüphe bulutlarını dağıtma şansına sahip olabilir. Bu durum rejimin Esed’in tercih ettiği ifadeyle “yararlı Suriye” üzerindeki kontrolünün devam ettiğini gösterir.
Ve ilginçtir ki son zamanlarda topraklarında rekor sayıda mülteci bulunduran Türkiye ve Ürdün hükümetlerinden gelen açıklamalar onların destekledikleri savaşçılar tarafından gerçekleştirilecek yeni saldırılar konusundaki isteksizlerini işaret ediyor çünkü bu durum Türkiye ve Ürdün topraklarına yönelik yeni bir mülteci dalgasına sebep olabilir. Böylece Suriye’de cephe hattını yarabilecek büyük askerî operasyonlar sınırlı kalırsa, savaş bir kez daha çıkmaza sürüklenebilir.