Küresel sistemin analizini ulusal kimlikle harmanlanmış sol-sosyalist jargonla veya AB kriterlerine entegre olmuş liberal perspektifle yapmaya kalkınca pek bi itibar görüyor. Ama Tayyip Erdoğan gibi Müslüman bir lider küresel sistemin çarpıklıklarını New York’ta BM kürsüsünden bütün liderlerin hazır bulunduğu bir zirvenin açılışında yapınca devreye derhal bir itibarsızlaştırma operasyonu sokuluyor. Çünkü onlar ya Muammer Kaddafi gibi bir delirmiş bir despot üzerinden ya da Fidel Castro gibi modellenmesi mümkün olmayan bir müzelik model üzerinden magazinel değer taşıyan irrasyonel itirazlara alışıklar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmanın içeriği bizim açımızdan yeni ve sürpriz değil şüphesiz. Ancak Suriye ve Irak’tan Ukrayna’ya değin geniş bir bölge üzerinden giderek tırmanan gerilimin ortasında yer alan Türkiye’nin lideri olarak gündeme soktuğu itiraz ve teklifler rahatsız edici olsa da insanlık adına daha fazla görmezden gelinebilecek şeyler değil. Bu sebeple Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 15 Temmuz darbe kalkışmasından despotik iktidarların sebep olduğu göç hareketlerine kadar geniş bir skalada Batı’yı ağır eleştirilere tabi tutması Türkiye’nin AB,ABD, NATO, BM gibi merkezlerle ilişkilerinin seyrinde ciddi kırılmalar hatta çatışmalar yaşandığının önemli göstergesi sayılmalıdır.
Biz İnsanız, Ya Siz …?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemi kaba ve mantıksız bir restten ibaret değil. Aksine hakikat dünyasına dair oldukça ince dokunmuş bir mantık örgüsüne yaslanan alternatif teklifini ihtiva ettiği için ‘ülkesi hesabına daha büyük pay isteğinden’ kaynaklanan basit bir şantajla da ilişkilendirilemez. Esed rejimin hiç aratmamacasına içerisinde Rusya ve Amerika’nın da dâhil olduğu Suriye’deki vahşet ve barbarlık karşısında ortaya konulan sorumluluğu şöyle özetliyordu: “kapılarımızı kapatmadık çünkü insanız.” Suriye halkını ‘komşumuz ve akrabamız’, başlarına gelen musibeti ise ‘kıyamet’ olarak tasvir ederken krizin bitirilebilmesi için hakim olması gereken perspektifi veciz bir cümleyle ortaya koyuyordu: “Suriye Suriyelilerindir.”
BM Genel Kurulu’nun yapıldığı gün Reuters’e verdiği demeçte doğrudan Beşşar Esed hakkında “Neden bu katil bazı ülkeler tarafından destekleniyor?” sorusunu soruyordu Cumhurbaşkanı Erdoğan. Hemen akabinde “Esed, herhangi bir geçiş sürecinin parçası olamaz” çıkışıyla Güvenli Bölge oluşturmak üzere girişilen Fırat Kalkanı Operasyonu’nun IŞİD ve PKK’ya karşı sürdürüldüğü gibi Esed rejimine karşı da sürdürüldüğünü vurguluyordu.
Bu vurguların sahadaki karşılıkları da neredeyse eş zamanlı olarak tezahür ediyordu. Suriye'deki direniş hareketinin en güçlü örgütlerinden biri olan Ahraru’ş Şam yayınladığı bir fetva ile Fırat Kalkanı Harekâtı’na dâhil olduğunu kamuoyuna deklare etti. Bu karar hiç şüphesiz IŞİD ve PKK kadar Amerika ve Rusya’nın da Türkiye’yi bölgeden tecrit etme hamlelerine indirilmiş güçlü bir darbe niteliğindeydi.
Silahlı Diplomasi Seçeneği
Bu durumun önemli göstergesi sürekli pozisyon değiştirmekle maruf PKK-PYD’nin ısrarla Suriye’nin toprak bütünlüğüne yönelik vurgularla öne çıkmak zorunda kalmasıdır. Amerika’nın Sesi’ne konuşan PYD lideri Salih Müslim’in “hiçbir zaman bölünme parçalanma istemedik. Devlet ilan etme düşüncemiz yok.” beyanlarının konjontürel bir söylem olduğundan şüphe yol elbette. Fakat anlaşılan o ki Tel Abyad’taki PKK-PYD mevzilerine dikilip dalgalandırılan Amerikan bayraklarının durumu kurtarmaya iktifa etmediği iyice anlaşılmış durumda.
Bu süreçte hem Amerika hem de Rusya Suriye’nin her bir köşesine savaş uçaklarından bombalar yağdırmaya devam ediyor. Amerika beş yıllık zaman zarfında hiç yapmadığı bir ‘yanlış’ı bu hafta yaptı ve Esed rejimine ait askeri bir hedefi ‘kazaen’ vurarak 60-80 arası rejim askerini öldürdü. Rusya ise en başından beri yaptığı gibi yardım konvoylarını ve hastaneleri ağır bombardımanlarının hedefi yapmaya devam ediyor.
Suriye, neden Suriyelilerin değil? Suriye nasıl Suriyelilerin olur? BMGK’nin mevcut yapısı sadece Suriye’ye değil despotizmin ve emperyalizmin tasallut ve işgali altında inleyen hiçbir toprak parçasına adil ve kalıcı bir barış getirmeye niyetli değil. Uluslararası statükonun sorgulanması sadece söylem düzeyinde başarılabilecek bir iş değil. Türkiye’ye bu imkânı veren en önemli kazanım 15 Temmuz darbesini püskürtebilen bir iradeye sahip olmasıdır. Fırat Kalkanı, kendi göbeğini kesme iradesinin Suriye’deki doğal bir yansımasıdır.
Türkiye’nin kaderi Suriye ve Irak’ın kaderinden bağımsız olmadığına göre edilgen bir diplomasiyle sürece seyirci olunamaz. Amerika ve Avrupa’nın dostluğuna, Rusya ve İran’ın komşuluğuna asla güven olmaz. Bu iki bloğu birbirine karşı kullanmak, aralarındaki çelişkilerden istifade etmek ve bölgenin asli unsurlarıyla fiilen işbirliği içinde olmak dışında sahici bir alternatif yoktur. Cerablus harekâtı olmasaydı Türkiye sadece konuşan, eleştiren bir ülke olur ve kurucu bir irade ortaya koyamazdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı daha bir güçlü kılan, Türkiye’nin konumunu daha bir güçlü kılan hiç şüphesiz 15 Temmuz direnişi ve Fırat Kalkanı operasyonudur. Boşuna “zor oyunu bozar” dememişler.
Yeni Akit