Haksöz Haber
Sykes-Picot Antlaşması (1916) ve San Remo Konferansı (1920) ile kendisinin "karşı cephe" olarak adlandırdığı Batı'nın ve ABD'nin Ortadoğu'yu cetvellerle çizdikleri ve burada kendi emellerine âlet edebilecekleri yönetimler kurdukları bilgisini veren Hayrettin Karaman, Zalim Hafız Esed ve Zalim Oğlu Zalim Beşşar Esed dönemlerindeki insan hakları ihlâlleri ve katliamlarla alâkalı Batı ve ABD'nin herhangi bir itirazda bulunmadığını lâkin Arap Baharı ve Suriye devrimleri mevzubahis olduğunda emellerinin zarar görmesinden korkarak devrimleri engellemek için ellerinden geleni yaptıklarını söylüyor.
Mezkûr devrimleri "hak ve hürriyet arayan mağdur ve mazlum halkın hareketi" olarak niteleyen Karaman, devrimleri "çokbilmişlik"le eleştirenlerin kısa ve uzun vadede ne gibi alternatifleri olduğunu soruyor: "Bu zulüm, bu gasıp, bu örtülü sömürgecilik ilelebet devam mı etsin, halklar hep boyun mu eğsinler?"
Suriye'deki direnişin Suriye İslâm Cephesi (Ahraru'ş-Şam), Suriye İslâmî Kurtuluş Cephesi ve ÖSO isimlerinde üç ana platformdan müteşekkil olduğunu ifade Karaman, Ahrarşu'ş-Şam hakkında kısa bilgiler ve Ahraru'ş-Şam'ın lideri Şeyh Ebu Cabir ile yapılan bir röportajdan alıntılar vererek yazısını nihayete erdiriyor.
Hayrettin Karaman'ın Yazısı:
Hayrettin Karaman / Yeni Şafak
1916’da yapılan Sykes-Picot anlaşması ve bundan dört yıl sonra gerçekleşen San Remo Konferansı ile Batı, cetvelle çizdikleri sınırlar içinde kukla yönetimler icad ederek Osmanlı topraklarını aralarında paylaştılar, konferansa müdahale eden ABD de kendi menfaatlerini ve taleplerini dikte etti. İşte bu cepheye ben "karşı cephe” diyorum. Karşı cephe Ortadoğu'da kurdukları bu düzenin bozulmaması için her şeyi yapar ve yapmaktadır.
Bu demokrasi ve insan hakları havarileri (istismarcıları) Suriye'yi baba ve oğul Esed diktatörleri yönetirken ihlal edilen insan hakları ve kayıplara karışmış demokrasi ile hiç ilgilenmiyorlardı; çünkü bu ve benzeri diğer diktatörler onların zalim menfaatlerine pek dokunmuyor, hedeflerine karşı durmuyorlardı. Arap Baharı ve bu meyanda Suriye devrimleri başlayınca işler değişti, bu devrimler başarılı olsaydı zalim karşı cephenin menfaatleri ciddi bir şekilde zarar görecek, “kutsal” anlaşmalar rafa kalkacaktı. Derhal devrim çocuğunu doğmadan boğmak için harekete geçtiler ve hareket devam ediyor.
Hak ve hürriyet arayan mağdur ve mazlum halkın hareketini “çok bilmişlik”le durmadan eleştirenler şu soruya cevap vermiyorlar: “Bu zulüm, bu gasıp, bu örtülü sömürgecilik ilelebed devam mı etsin, halklar hep boyun mu eğsinler, kısa veya uzun vadede siz ne teklif ediyor, hangi çıkar yolu gösteriyorsunuz?”
Bu satırları asıl maksadım olan aşağıdaki yazıya mukaddime kıldım. Maksadım Suriye muhalefeti hakkındaki toptan değerlendirmelerin yanlışlığına dikkat çekmek ve Batı'nın propagandalarına, beyin yıkamalarına, algı operasyonlarına aldanmamayı hatırlatmaktır.
Suriye'de üç ana direniş platformu var. Suriye İslâm Cephesi, Suriye İslâmî Kurtuluş Cephesi ve ÖSO. Suriye İslâm Cephesi'nin en büyük bileşeni ise Ahraru’ş-Şam İslâmî Hareketi. Bu hareket, Suriyeli muhaliflerin çatı örgütüdür ve yenilerde oluşan 'Fetih Ordusu' ile de işbirliği yapmıştır.
Suriye İslâm Cephesi olarak da bilinen Ahraru’ş-Şam İslâmî Hareketi 21 Aralık 2012 tarihinde 11 tugayın birleşmesi ile kurulmuş bir cephedir.
Suriye İslâm Cephesi, sadece askerî alanda faaliyet göstermiyor. Aynı zamanda dâvet, yardım ve basın alanlarında da çalışmalar yapıyor, Esed diktasından kurtarılan bölgelerde adalet, güvenlik ve belediyecilik hizmetleri de veriyorlar.
Selef-i sâlihîn ehl-i sünnet yolunu takip eden kuruluş Deyr ez-Zor bölgesinde Kur'ân-ı Kerîm Eğitim Kursları açıyor, Halep'teki okulları ziyaret ederek dâvet çalışmaları, kültürel çalışmalar, konferanslar, müsabakalar gerçekleştiriyor ve öğrencilere mükâfatlar veriyor.
Suriye muhalefetini toptan öven veya karalayanları insafa getirmesi dileğiyle bu kuruluşun lideri Şeyh Ebu Cabir ile yapılan bir röportajdan önemli gördüğüm kısımları aktaracağım:
-Yayınlanan taahhüt, içlerinde Ahraru’ş-Şam'ın da olduğu Suriye'deki direniş gruplarını bir çatı altında toplamıştı ve biz Suriye sahasında mücadele eden direniş gruplarıyla rejimi devirme ortak hedefinde birlikte hareket etmeye devam ediyoruz.
-Fetih Ordusu, İdlib'in alınması için yapılacak operasyonlar için oluşturulan komitenin adıdır. Bu komite de daha önce benzer hedeflerle oluşturulan komiteler gibidir. Bu komite (Fetih Ordusu) hedefini yerine getirdikten sonra alınacak karara göre hareket eder.
-Ahraru’ş-Şam ile Geçici Hükûmet arasında herhangi bir anlaşma olmamıştır. Hükûmetin İdlib'e girmesi konusunda ise bize göre İdlib'i fetheden, bedel ödeyen grupların ortak karar vermesi gerekir.
-Biz ne İdlib'de ne de özgürlüğüne kavuşturulmuş başka bir yerde halkımıza yardım için gelenlere asla engel olmayız.
-Özgürleştirilmiş İdlib veya başka bir şehri yönetmek ise şehir halkının vereceği karardır. Şehir halkı kendi şehirlerini idare etmede ve halka hizmetleri sunmada başkasından daha çok hak sahibidir.
-Nusret Cephesi'yle olan hukuk ve ilişkimiz, diğer gruplarla olan hukuk ve ilişkimiz gibidir. Onlarla birçok operasyona birlikte katıldık. Beraberimizde başka askerî gruplar da vardı. Nusret Cephesi'yle bizim aramızda Siyaset-i Şer'iyye (Siyaset, uslup, yöntem, öncelikli meseleler vb. konularda) ve el-Kaide ile olan ilişki ve irtibatları sebebi ile görüş ayrılıkları olabilmektedir.
-Biz, el-Kaide bağlantısının Suriye'de halkımıza zarar verdiğini düşünüyoruz. Esed Rejimi bunu bahane ederek direnişimizi “terör” olarak adlandırıyor.
-Özgür Ordu'yla Esed rejimini yıkma hedefinde birlikte hareket ediyoruz.
-Ulusal Koalisyon yurt dışında oluşturulmuş ve hükûmet kurmuştur ancak kanaatimce onlar halkımızı temsil etmiyorlar. Çünkü onları halkımız seçmedi. Bir hükûmetin meşru olabilmesi için mutlaka halka müracaat etmesi ve halk tarafından seçilmesi gereki. Bu şartlarda halkın seçme imkânı yoksa oluşuma hükûmet diyemeyiz. Şimdi az olsun çok olsun her topluluk hükûmet olduğunu iddia ediyor. Bağdadî'nin cemaatinin devlet olduğunu iddia etmeleri onları devlet yapar mı?