‘Suriye Meselesi ve Müslümanlar’ Paneli

Çağrı Der’de bu hafta ‘Suriye Meselesi ve Müslümanlar’ konulu panel gerçekleştirildi.

Yakup Kara’nın yönettiği Şuayip Mekeç ve Cihat Özdemir’in sunumlarıyla gerçekleşen etkinlikte Suriye gerçeği ve Müslümanların tutumları ele alındı. Abdullah Karagüzel’in takdiminin ardından söz panelistlere bırakıldı.

Paneli yöneten Yakup Kara açılış konuşmasında şunlara değindi.

Suriye’de bugün büyük bir acı yaşanmaktadır. Zalim bir çeteye karşı mücadele veren ve tüm Dünyanın boş boş seyrettiği ve hiçbir şey yapmadığı Suriye’li kardeşlerimiz kendilerini Allah’a emanet ettiklerini haykırıyorlar ve yeter diyorlar. Kardeşlerimiz imdat çağrılarında bulunurken adeta ey Müslüman kardeşlerimiz bizim için bir şeyler yapın diyorlar. Bugün Allaha şükür Türkiyeli Müslümanlar yardım seferberliğine girdiler. Tunus’ta bir pazarcının kendini ateşe vererek çaktığı bu kıvılcım İslam coğrafyasında bir direniş atmosferi oluşturdu. Binlerce kardeşimiz zalim Esed’in silahlarıyla öldürülmüş, milyonlarcası evlerinden yurtlarından çıkıp komşu ülkelere sığınmış durumdalar. Bunlardan sadece 200 binin üzerinde insan Türkiye’ye sığınmış durumdadır. Bütün bu acıların yanında dünyanın sessizliği içimizde ayrı bir yara açmıştır. Muhtelif İslam diyarlarından kardeşlerimiz Suriye konusunda hassasiyet göstererek cephelerdeki yerini aldılar. Ve sırasını bekleyen, öne çıkanlar tavrıyla adanmışlıklarını ortaya koydular. Onlardan bir kısmının şehadet haberlerini alıyoruz. Allah onların ecrini kabul eylesin. Bu bölgelerde onlarca yıldır faaliyet gösteren İslami hareketler en son Ortadoğu intifadalarında diğer bileşenlerin arasında olabilmeyi başardılar. Ve hamdolsun bugün iktidar paylaşımlarında bu kardeşlerimizin adımlarını izliyoruz. Değerlendirmeyi yapanların da meseleye hangi zeminden baktıklarına dikkat etmemiz gerekiyor. Emperyalistler her zaman kendi hesaplarını yapacaklardır. Şeytan şeytanlığını yerine getirecektir. Emperyalistler diye adlandırdığımız güç birliğini netleştirmemiz gerekiyor. ABD, Batı, Rusya ve Çin. Bunlardan ne biri ötekinden daha az zalim gibi ayrım yapabilme hakkımız olmamalıdır. 1979 yılında zafer sevincine ortak olduğumuz İran’da gelinen noktada maalesef hayal kırıklığımız ve üzüntü kaynağı olma durumu devam etmektedir. Direniş hattı diye adlandırdıkları İran, Irak, Suriye ve Lübnan. Kurgusal bileşenleri adına ulusal ittifaklarını adeta mazlumların kanıyla ayakta tutma kararlılığını gösteriyorlar. Siz eğer direniş hareketleri Müslüman kardeşlerimiz dururken direniş hattı adı altında zalim despot fesat odağı olmuş tağut devletlerin yanında olursanız bu nasıl direniş hattı olur? Bu düpedüz zulüm hattıdır. Türkiye’deki kafa karışıklığını da ele almamız gerekiyor. Sol İslam’a tepkiselliğinden dolayı tamamen direniş karşıtı Esed yanlısı bir politika izliyor. Bazı milliyetçi çevreler de bölünme paranoyası içindeler. Esed sonrasının ortaya çıkaracağı tablodan hareketle Türkiye’nin bölünmesine zemin hazırlayacak bir takım argümanlar korkusuyla Esed’in ayakta kalmasını istiyorlar. Diğer bir kafa karışıklığı ise –bizi asıl üzen bu- komplocu yaklaşım çevreleri gelişmeleri tamamen emperyal bir planın uzantısı olarak göstermeye çalışıyorlar. Mazlum bir halka karşı acımasız ve iftira dolu yaklaşımlarıyla meseleyi ele alıyorlar.

Bizler Müslüman insanlar olarak konuya nasıl bakacağımız meselesini anlatmak üzere sözü Şuayb Mekeç’e bırakıyorum.

Şuayb Mekeç; Bizler yeryüzünde başıboş yaratılmadık. Tüm yaratılan alemlerin içinde sorumluluk alabilen varlık olarak yaratıldık. Rabbimiz bize yol olarak İslam yolunu seçti. Bu yolda nasıl ilerleyeceğimizi ve aramızda neyle hükmedeceğimizi öğreten kitaplar indirdi. Bize öncülük edecek içimizden şahitler, peygamberler, müjdeciler seçti. Yani hayatımız bizim için sınandığımız, hesabının sorulacağı bir zaman yekunu. Bakara Suresi’nde Rabbimiz en başta tek bir ümmet olduğumuzu, bizlere içimizden seçtiği peygamberlerle kitaplarını indirdiğini ve insanların ihtilafları çözerken Allah’ın kitabını tercih etmedikleri için ayrılığa düştüklerini, bu yüzden dağıldıklarını, güçsüz düştüklerini söylüyor ve çözüm yolu olarak kitabımızla amel etmeyi yeniden kitabımıza göre durumumuzu ıslah etmemizi istiyor. Müslümanlar bugün başlarındaki zalimlerden kurtulma mücadelesi başlattılar. Hayatımız yani dün, bugün ve gelecek günlerimiz hesabı verilebilir amellerimiz ve temennilerimiz olmaya devam edecektir. Bizler kurtuluşumuzu peygamberlerimizin bize bıraktığı İslam yolu, kitabımızın aydınlattığı yolda kararlı adımlarla ilerlememizle kazanabileceğiz. Bizim bu mücadelemiz kimliğimizdir. Rabbimizin Kur’an’da tanımladığı müminlerin özellikleriyle donanmamızdır. Hayat ve ölüm bizlere imtihan vesilesi kılınmıştır. Hayat maceramızda ne yaptığımızdan neyi yapmadığımızdan kimlerle olduğumuzdan nereye doğru yol aldığımızdan hesaba çekileceğiz. Kur’an’ın rehberliğindeki hayatımız bizleri sırat-ı müstakim üzere kılacaktır. Rabbimiz bu yol üzerindeki kararlılığımızı hidayet nimetiyle ödüllendirdiğini vurguluyor. Bu yol iman ve amelin bütünleştiği yoldur. Sadece inandık demekle kurtulamayacağımızı, amellerimizle değerli kılınacağımızı idrak ettiğimiz bir yoldur. Tüm yapıp ettiklerimizin kaydı tutulmaktadır. Hayatımızın her anı Rabbimizin görevlendirdiği şahitler tarafından kayda alınmaktadır. Çevremizde olan bitenleri boş gözlerle seyredemeyiz. Bizler Müslüman olduğumuz için çevremizdeki zulme, zillete, her türlü ifsada karşı çıkarız ve İslam’ın düzenleyen, ıslah eden yönünü öne çıkarmaya çalışırız. Ve bunun için de Rabbimizin bizi Müslümanca yaşattığı ve Müslümanca tamamlamayı amaçladığımız hayatımızdan dolayı Rabbimize hamd ederiz. Ya tersi olsaydı? Biz de dalanlarla birlikte dalsaydık?... Ateş çukurundaki kardeşlerimizi seyretseydik. Kör sağır basiretsiz insanlar olsaydık. Biz bu yüzden kardeşlerimiz zulme uğradığında birlik olup onları kurtarmak için mücadele ederiz. (Şura suresi) Bizden yardım isteyen güçsüz, zavallı kardeşlerimizin yardımına koşmayı görev biliriz. (Nisa Suresi) Birbirimizle kardeşler kılındığımızı ve aramızda zannın, kinin, dedikodunun, iftiranın ve her türlü hayâsızlığın yasak olduğunu biliriz. (Hucurat Suresi) İşte takva yolu, kurtuluş yolu budur. Kafirlerin oyunu varsa Allah’ın oyunu vardır. Allah güçlü ve kuşatandır. Ve oyunları boşa çıkarandır. Şeytan yolumuza oturacak, zalimlerle iş tutacak bizi her yönden dalalet çukuruna çekmeye çalışacaktır. Bizi Allah’ın zikrinden uzaklaştırarak kendisine tabi kılmak için uğraşacaktır. Şeytana karşı dirençli ve onun hilelerine aldanmayan sağlam bir duruş, bizim kitabımızla olan irtibatımız sayesinde mümkün olacaktır. İçimizdeki hastalıklarla ve bizi güçsüz bırakan zalimlerin zulmüyle mücadelemiz aynı zamanda şeytan ve takipçilerine karşı verilen direnişimiz olacaktır. Kadiri mutlak olan Allah’tır. ABD, Batı, Rusya, Çin kadiri mutlak değildir. Suriye konusunda belli çevreler kardeşlerimizin direnişini ABD’nin bir oyunu olarak değerlendirerek küçük göstermeye çalışıyorlar. Ve onların ABD’nin komplolarının bir parçası olduklarını söylüyorlar. Bu o kardeşlerimize atılan en büyük iftiradır. Kendilerini sadece Allah’a emanet eden ve sadece Allah’tan yardım isteyen bu kardeşlerimizin durumu ortadadır. Bu kardeşlerimize birkaç İslami direnişçi desteği dışında herhangi bir yardım ulaşmış da değil. Rabbimiz zalime meyletmeyi yasaklamıştır. Meyledenin zalimle aynı sonu paylaşacağını vurgulamıştır. (Hud Suresi) Bu kardeşlerimizin başlattığı bu süreç onların değişim sürecidir. Onlar nefislerinde olanı toplumsal bir değişim sürecine sokmuşlar ve yıllardır kendilerini adeta köleleştiren Esad rejimine karşı mücadelelerini bayraklaştırmış durumdalar. Suriyeli kardeşlerimiz gerçek itibarı hak ediyorlar. Allah onlara vaat ettiği fethi nasip edecektir. Çünkü onlar ekini ve nesli ifsad eden zalime karşı Kur’an’ın rehberliğinde mücadele ediyorlar. Rabbimiz kardeşlerimizi elbette istedikleri bir geleceğe ulaştıracaktır. (Duha Suresi)

Niçin Suriye? Suriye’de 1945 yılında Mustafa es-Sıbai tarafından kurulan İhvan-ı Müslimin’in Suriye kolu 1946’da seçimlere katıldı. Milletvekillikleri kazandı. Bakanlıklar elde ettiler. Baas çetesi 1963’te iktidarı ele geçirince İhvan’ı yasa dışı ilan etti. Lider ekibini sürgüne gönderdi. 1970’te Hafız Esad iç darbeyle İhvancı olmanın cezasını idam yaptı. 80’li yıllarda İran’daki İslam İnkılabı bir direniş ve dönüşüm havası oluşturmuştu. Aynı yıllar Hama’daki kardeşlerimizin rejime dönük eleştirilerini bahane eden Hafız Esad Hama’yı kuşatarak Müslümanların en güçlü olduğu bu şehri yerle bir ederek hemen hemen bütün nüfusunu katletti. Dünya öldürülen 40 bin Hamalı kardeşimizi boş gözlerle seyretti. O dönemlerde bu konuya müdahale edebileceğini düşündüğümüz İran, birçok bahanelerle bu konuyu ilgisiz bir şekilde geçiştirdi gitti. Bugün İran’ın bu tavrını ele aldığımızda o gün niye bu konuda müdahale etmediğini daha iyi anlayabiliyoruz. Ama bugünkü dünya o günkü dünya değil. Allah’a şükür Suriyeli kardeşlerimizin dünyayla irtibatları orda ne olup bittiğini sıcağı sıcağına dünyanın gündemine taşıyor. Ve bu konuda kardeşlerimiz son derece kendilerinden emin Rablerine teslimiyet içerisinde bir direniş ortaya koyuyorlar.. Suriye’de bugünlere gelen süreç Der’a’da 13-14 yaşlarında birkaç gencin “halk rejimin değişmesini istiyor” diyerek başlattığı bu sivil itaatsizliğin çok ağır bir şekilde bastırılması, itiraz eden ailelerinin üzerlerine Esad’ın askerlerinin ateş açması ile olaylar tüm Suriye’de yaygınlaşmaya başladı. Halk 8 ay sadece mescitlerde Cuma eylemleriyle itiraz gösterileri yapıyorlardı. Ama her defasında onlarca kişi öldürülmeye devam ediyordu. Allah’ın ayetleri tüm meselelerimizde tavırlarımızı belirleyen ölçüler ortaya koyar. Vahyin ölçüleriyle hayatı buluşturmak, meseleleri fıkhetme zorunluluğumuz vardır. Müslüman toplumların çocukları 1900’lü yılların başlarında işgalci güçler ve işbirlikçi iktidarlar eliyle Kur’an’dan kopartılmışlardır. İslam coğrafyalarına atalet durumu hakim olmuştur. Bugün hamdolsun bu atalet durumundan kurtulup silkinme dönemine girilmiştir. Bu süreç içerde işbirlikçi Batı hayranlarını, dışarıda ABD, Batı, Rusya ve İsrail’i tedirgin etmektedir. İnşallah İslam ittifakı Müslümanların dirilişine yol açacaktır. Bu bir ittihadı İslam olacaktır. Bu ekinler bizimdir. 100 sene önce atılan tohumların ekinleridir. La ilahe illallah silkinişidir. Bu bir Lebbeyk çağrısıdır. Rabbimiz bu çağrıya icabet edecektir. Allah galiptir. O’nun hesabı her şeyin üstündedir. Bu intifadalar iç ve dış kirlerden arınma zalim yanlısı hizbi yaklaşımlarla vicdanlı adil yaklaşımların ayrıştığı bir arınma sürecine dönüşmüştür. Mızrakların ucundaki sahifeler bugün Müslümanların kalbini acıtıyor. Rabbimiz müminlere basiret, vicdan ve olayları tedebbür edebilme hikmetini nasib etsin. Yolumuzu Kur’an’ın rehberliğiyle aydınlatsın, şahitliğimizi Muhammedi sünnetin tanıklığıyla oluşturabilmeyi lutfeylesin.

Şuayb Mekeç’in konuşmasından sonra Cihat Özdemir söz aldı.

Müslümanlar Endülüs'te işbaşındayken gayrı müslimlerin, Yahudilerin yaşam haklarına sahip çıktılar. Aynı şekilde Osmanlı da gerek Ortodoksların gerekse Yahudilerin yaşam haklarına sahip çıktı.

Batıda 18. yüzyılda endüstriyel devrimin gelişmesi ve emperyalizmin bütün ümmete ve Ortadoğu coğrafyasına ve Afrika topraklarına hakim olmasından sonra o kendi vahşi gücünü bizim topraklarımızda göstermeye başladı. Tabi biz şimdi Müslüman topluluklar olarak emperyalizm deyince sadece İngiltere, Fransa ve Amerika'yı algılamaya başladık. Çünkü bizim Türkiye'deki entelektüel düzlemimizde sol çok hakimdi. Ve bir takım kavramsal değerleri sol üretmişti. Fakat bugün özellikle Suriye meselesini değerlendirdiğimizde şöyle normal bir insan olarak düşündüğümüzde emperyalist güç olarak sadece Amerika'yı, Fransayı, İngiltere'yi mi göreceğiz? Yoksa Rusya ve Çin'i başka bir yere mi koyacağız? Yani olaya çok genel, global bakmamız gerektiği noktasını aklımızın bir kenarına koymamız gerektiğini düşünüyorum.

Emperyalizmi sadece batı olarak değerlendirmemek gerek. Rusya ve Çin de en az batı kadar emperyalist. 1990'da Sovyetler Birliği çöktükten sonra 1993 yılında Balkanlar'da bir takım ulus devletler oluşmaya başladı. Özellikle Yugoslavya'nın parçalanmasından sonra orada Müslüman toplumun oluşturduğu Bosna Hersek devleti kuruldu. Avrupa bu devletin kurulma anlayışına çok tahammül edemedi. Tahammül edemeyince de özellikle Sırplar bu bölgede çok büyük katliamlara başladılar. Bunu hepimiz yaş itibariyle hatırlayacak durumdayız. Aşağı yukarı 300 bin kişi katledildi, şehit edildi. Avrupa bunu seyretti. Rusya aynı Suriye mevzusunda olduğu gibi son ana kadar Karadziç ve Miloşeviç'in yanında yer aldı. Şimdi de Beşşar Esad'ın yanında yer aldığı gibi. O dönemki dünya konjonktüründe Müslümanların ne kurumsal anlamda ne de devletler bağlamında söz söyleyebilecekleri şartlar yoktu. Sinmişlik, atalet, iç hastalıklar, batı paranoyası ve dar ideolojik bakış açıları dünyayı iki kutuptan ibaret sayan algısal yaklaşımlar bu konuyu gündemde çözüme ilişkin ele alınmasını saylayamadı. Bu konuda o kardeşlerimizin yanında duran duyarlılık sahibi çevrelerin ve bireylerin katkıları konuyu çözümleyebilme konusunda bir ortam imkanı sağlayamadı. Konuyu Bosnalı kardeşlerimizin yaşadıklarını ele almayı biraz daha sürdürdüğümüzde şunları hatırlıyoruz: Bir takım görüşmelerin sonucunda hatta ondan önce Birleşmiş Milletler askeri Bosna'ya gitmesine rağmen özellikle Hollandalı askerlerin gözü önünde o vahşi Srebrenika katliamları yapıldı. Bütün bunları hatırlayacak olursak en sonunda bin bir türlü ricalarla bir kaç tane NATO uçağı Karadziç'in bulunduğu bölgeleri bombaladı. Ve Bosna Hersek hadisesi maalesef bu şekilde sonuçlandı. Bundan birkaç sonuç çıkartabiliriz. Ümmetin güçsüzlüğü burada söz konusudur. Müslümanların birinci dünya savaşından sonra dağılmışlığı, parçalanmışlığı söz konusudur. Emperyalizmin Avrupa'nın içinde bir takım İslami unsurları istememesi söz konusudur. Ama olay bu şekilde sonuçlanmıştır. Şimdi bu olayda bir kaç tane Amerikan uçağı bombaladı diye bunda Amerika'nın oyunu var diye baktık mı arkadaşlar? Bakmadık. İşte aynı olayları Suriye'de de, Mısır’da da, Tunus'ta da bakmak durumundayız. Bu insaf sahibi normal bir müslümanın yapması gereken bir düşünce hareketidir. Bir kıyaslama imkanı olsun diye bu olayı anlattım. İnşallah ben bu konuda Türkiye'de de duyarlılıkların arttığını ve inşallah daha da artacağını düşünüyorum.

Bu olaylar patlak vermeden önce Suriye'de yaşanan eylemlere de baktığımızda ilk önce camiden çıkan kalabalıklar halinde rejime karşı sloganlar atıyorlardı. Yani bir takım oluşumlar yavaş yavaş bir araya geldi. Zaten camiden çıkanlar rejime karşı atılan sloganlarla ilk beş altı ay Cuma çıkışlarındaki eylemlerde hiçbir zaman silaha sarılmadılar. Ta ki katil Esed rejimi camiden çıkan insanları öldürmeye başlayana dek. Bir mecburiyet karşısında kendini savunma amaçlı silaha sarılma söz konusu. Örgütlenmeler ve Özgür Suriye Ordusu'nun oluşumu işte böyle başladı.

. Suriye çok yakın bir coğrafya olmasına ve iletişim imkanlarının da var olmasına rağmen hala bazı yanlış değerlendirmeler yapılıyor olması çok acı. Esed rejimine yönelmesi gereken eleştiri ve saldırı okları maalesef hayatta kalmaya çalışan direniş guruplarına yöneliyor. Her şeye rağmen Özgür Suriye Ordusu son haftalarda önemli mevziler kazandı. Esed güçlerine karşı önemli kazanımlar elde ettiler. Muhalefet içinde yer alan diğer unsurlarla da mutabakat arayışları söz konusu. En son Kürt gruplarla da bir anlaşmaya varıldığı haberleri var. Bu tür gelişmeler Özgür Suriye Ordusu'na güç katıyor. Lübnan Şii Yüksek Konseyi üyesi Ayetullah Ali Fadlallah direnen Müslüman güçlerle birlikte hareket edilmesi noktasında bir açıklaması var. İran'ın tutumundan ayrılıyor. İran hala direnişin karşısında Esed'in yanında yer aldıklarını açıklıyor. Bu çok üzücü.

Direniş gurupları kesinlikle bir dış müdahaleye karşılar. Onlar sadece bize silah verin, silah edinme yollarımızı kapatmayın diyorlar.

Davutoğlu Esed'in düşmesi an meselesi diyor. Şubat Mart gibi zayıflayıp düşeceği tahminleri var. Ama bu bizim için gaybdır. Şu anda bize düşen görev zalime karşı direnen mazlum halkın yanında olmak. Özgür Suriye Ordusu'nun yanında olmak. Malımızla, canımızla, maddi manevi imkanlarımızla kardeşlerimizin yanında olduğumuzu göstermeliyiz. Bu konudaki duyarlılığımızı hiç kaybetmemeliyiz. İnşallah inananlar kazanacaklar. Allah inananların yardımcısıdır.

Bu sunumun ardından çok katılımlı ve geniş analizli bir soru cevap bölümü yaşandı. Genel hatlarıyla aşağıda sunulan argümanlar üzerinden verimli bir teati, fikir alış verişi, diyalog imkanı yakalanmış oldu:

---Kardeşlik deniliyor, İran vuruluyor… Selefilerin tavrı, Kardavi’nin ‘siviller öldürülebilir’ fetvası… Suriyeden sonra sıranın İran ve Hizbullah’a geleceği meselesi… Bahreyn’de Şiiler öldürülüyor, orada da ses yok… AKP’nin Malatya’daki füze kalkanı ve petriotlar meselesindeki tavrı, ilerisi için zihni bir etkileme, hazırlama ve kamuoyunu yönlendirme amaçlı mı…

---AK partiye rağmen Irak meselesinde karşı durulmuştu… İtibarsızlaştırılan İran değil, politikası, İran’da da arykırı sesler (Hatemi Rafsancani çizgisi..) var…Hizbullah’ta da var…

---İhvanı müslimin eksen mi kaybediyor…

---Oradaki ‘yezid, muaviye, yavuz selim tugayları’ ne anlama geliyor… Tunus’ta Mısır’da inisiyatif almayanlar, burada mı alıyorlar…

--- Adalet açısından şiraze kayboldu… Meseleye öldürülenler açısından bakmak lazım…

---Türkiye’yi temsilen konuşmuyoruz, müslüman hassasiyeti üzerinden meseleyi ele almalıyız…

---Öldürülenden mi, ölenden mi yana tavır alıyoruz…

---Bosna’da Müslümanlar tek vücuttu, burada neden değil…

---Sevgimiz adaletimize engel olmamalıdır… ABD-Irak-İran ilişkileri açısından yapılan birçok yanlış örnek de bulunabilir yoksa… Bir mezhebe göre namaz kılıyoruz mezhepçi değiliz… Zamanında buradaki çoğumuz ‘mezhepsiz’ damgası yemiş kişileriz… Bu noktada bir bakışımız düşünülemez…

---Bosna’da hırıstiyanlara karşıydı… Hizbullah gelip Suriye’de adam öldürüyorsa niye İran’ı seveyim… ABD’ye karşı savaşsın yine severim…

---Medya bombardımanı ile karşı karşıyayız… İnternette Kardavi’nin sözlerinin çarpıtıldığı, tam tersi çevrildiği iki video izledim… İşçi partisi, CHP Nusayri azınlık ile İran’ı bir araya getirecek lobi nasıl başarıldı… Mavi Marmara’dan sonra İran gereken desteği sağlamadı… Ocu bucu olmak başka, Şu an Zonguldak’ta bir madencinin ölümü üzerinden yapılacak haberleri düşünün, her gün yüzlerce kişinin öldüğünü düşünün…

---İnsani yardım adına İran’ı eleştirmek ayrı çok farklı… Genellemeler yapılmamalı, mezhepçiliğe karşı dikkatli olunmalıdır…

---Herkes hesabını Allah’a verecek, hakikate şahitlik yapalım, zalimin değil mazlumun yanında olalım… Muhaliflerin farklı yerlerde eğitildiği söylemleri var; Hucurat suresini düşünelim, şek ve şüphe ile hareket etmeyelim…

---Mazlum müslüman olmasa da yardım bir yükümlülüktür…

---Sadakat kuruma, devlete mi olacak ilkelere mi olacak…  Kişi olarak inisiyatif mi alacağız, kurumlara mı tabi olacağız… Kim şaşarsa kardeşim de olsa, devlet de olsa karşı gelmek gerekir…

---İran’a karşı hesaplar yapıldığı muhakkak, bu bizim şimdiki ateşi/yangını görmemizi engellememeli, zamanı geldiğinde- İnşallah olmaz- o zaman İran’ın da yanında oluruz…

---İlkeler değişiyorsa ne olacak… Malatya, petriotlar, AK partinin politikaları…

---Temkin ayrı, iftira ayrı, biz imdat çığlığına ses veriyoruz…

---Ahmet Varol’un yazısından; Birleşik Arap Ülkelerinde muhtemel bir ayaklanma öncesi, hapisler, rejime muhaliflere cezalar… Bir tarafı görüp diğer tarafı görmemek olmaz…

--- Türkiye’de bir devrim olmadı, Allah inşallah komplo tezlerini haklı çıkarmaz, biz hassasiyetlerimizi korumalı, yardım konusunda elimizden geleni yapmalıyız… 

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Gazze nöbeti devam ediyor
Çocuklar "Hayat Namazla Güzeldir" sloganlarıyla yürüdü
Aksa Tufanı ve kazanımları
Özgür-Der Üniversite Gençliği programlarına başladı!
Diyarbakır Özgür-Der Gençlik Çalışmaları başladı