Suriye Üzerinden Güç Savaşı
Ayşe Karabat / Al Jazeera
2011 yılında başlayan Suriye ayaklanması, rejimin halkın taleplerine direnmesi ve göstericilere karşı aşırı güç kullanmasıyla önce silahlı ayaklanmaya, arkasından da iç savaşa dönüştü.
Bölgesel ve küresel güçler de Arap halk hareketlerinin etkisiyle sarsılan dünya dengelerini Suriye üzerinden yeniden belirlemek amacıyla bu iç savaşa müdahil oldu.
Başlangıçta yalnızca İran’ın askeri, Rusya ve Çin’in diplomatik desteğine sahip rejim, Rusya’nın soruna askeri olarak da müdahale etmesiyle yıkılmaktan şimdilik kurtuldu.
Ayaklanmanın başlangıcında Suriye halkından yanaymış gibi duran Batı, ülkede zaman geçtikçe güç kazanan radikal unsurlardan ve kendisine doğru gerçekleşen mülteci akınından endişelenerek istikrarı önceleyen politikalara yöneldi.
Suriye rejimiyle, ayaklanmadan önce iyi ilişkilere sahip Türkiye, Suriye halkından yana tutum aldı. Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan, çoğulcu yapısının korunmasından yana politikalar benimsedi.
Ortadoğu’yu kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışan bölgesel ve küresel güçlerin uzlaşmaz tutumu, savaşın uzamasına da neden oldu.
Rusya Ortadoğu’da kalıcı olmak istiyor
Rejimi askeri ve diplomatik olarak destekleyen Tahran yönetimi, harcadığı büyük miktardaki paralara ve insan gücüne rağmen Esed’i ayakta tutamayacağını anlayınca Moskova’dan yardım istedi. Rejimi uluslararası platformlarda BM Güvenlik Konseyi’ndeki daimi üyeliğinden da faydalanarak destekleyen Rusya, Ekim 2015’de Suriye’ye askeri anlamda da müdahil olmaya karar verdi.
İç savaşın başından beri rejime destek veren Rusya, hem Ortadoğu’da kalıcı olmak istiyor, hem de küresel bir güç olduğunu ispatlamaya çalışıyor. Ayrıca, ABD’nin Ortadoğu bölgesinden kısmen çekilmesiyle oluşan boşluğu da doldurmaya çalışıyor. Rusya'nın askeri varlığıyla sahaya inmesi nedeniyle, Suriye’deki radikal unsurların bir kısmı Moskova için ayrı bir endişe kaynağı da oldu.
Bununla birlikte Rusya, düşen petrol fiyatları nedeniyle ekonomik anlamda zor bir süreçten geçiyor. Moskova, Suriye’ye yönelik askeri müdahalesinin zaman içinde kendisine pahalı gelmeye başlayacağının da farkında. Yeni bir Afganistan deneyimi de yaşamak istemiyor.
Askeri operasyonlarında IŞİD ve diğer radikal unsurları hedeflediğini söylese de, sivilleri öldürmekten ve saldırılarını daha çok ılımlı muhalefete yöneltmekten çekinmiyor.
Rejimle yakın ilişkileri olduğu bilinen ülke içi muhalifleri de destekliyor. Moskova, PKK’nın Suriye kolu PYD ile de iyi ilişkilere sahip.
ABD'nin önceliği IŞİD
Suriye savaşının başından beri bütünlüklü bir strateji ortaya koyamayan Washington yönetimi, 2016’da yapılacak ABD Başkanlık seçimleri öncesi, Suriye’de işleri hiç olmazsa belli ölçülerde yola koyma çabasında.
ABD için öncelik, IŞİD ile mücadele. Ancak, Suriye’deki iç savaş devam ederken bunun hiç bir zaman etkin bir biçimde yapılamayacağını da biliyor. IŞİD ile savaşması için Suriyeli muhalif unsurların bir kısmını ‘eğit-donat’ projesiyle desteklemeye çalışan ABD, işe yaramaması nedeniyle bu projesinden sonradan vazgeçti. Silahlı unsurlardan ‘ılımlı’ olarak tanımladıklarına önce öldürüccü olmayan silah yardımı yapan ABD, bu unsurların bir kısmına daha sonra anti-tank füze de vermeye başladı.
ABD, önceliğini IŞİD ile mücadele olarak belirlediğinden, IŞİD ile savaştığını düşündüğü PKK’nın Suriye kolu PYD’yi de destekliyor.
Suriye sorununa kalıcı çözüm bulma iddiasındaki Cenevre görüşmelerinden sonuç çıkması için çabalayan ülkelerin başında geliyor. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Cenevre görüşmelerinden sonuç çıkmaması durumunda, Suriye’nin bölünmesinin de gündemde olduğunu ima etmişti.
İran, Esed’in yönetimde kalmasını hayâti görüyor
Suriye’de Esed rejiminin ve Esed’in kendisinin yönetimde kalması Tahran için vazgeçilmez önemde. Daha azına razı olmayı, Tahran yönetimi büyük bir kayıp olarak algılıyor çünkü, daha azının İran’ın Doğu Akdeniz’deki etkinliğini kırabileceğini düşünüyor.
Batı ile yaptığı nükleer anlaşmadan sonra üzerindeki ambargoların kalkmasının ardından Suriye’ye aktaracak daha fazla kaynak bulabilecek hale gelen İran, Lübnan Hizbullah’ı, Iraklı Şiiler ve İran’dan gönderilen Afgan sığınmacılar üzerinden ülkedeki savaşın da bir parçası. İran Devrim Muhafızları da, Suriye’deki savaşa doğrudan katılıyor.
Ancak, ABD ve Rusya’nın Suriye’yi bölme fikri, Tahran’ın çıkarlarına ters. İran, böyle bir durumda, Suriye’deki etkinliğini yitirmekten ve bölünme durumunda ortaya çıkacak Kürt oluşumunun kendi ülkesindeki Kürt sorununu da tetikleyebileceğinden endişe ediyor.
Avrupa Birliği her ne pahasına olursa olsun istikrar istiyor
Suriye meselesine mümkün olduğu kadar uzaktan bakmayı tercih eden ve kendi çıkarlarına dokunulmadığı sürece aktif adım atmama tutumu benimseyen Avrupa için de işin rengi Suriyeli mülteci akınıyla birlikte değişmeye başladı. Avrupa ülkeleri de soruna bir an önce çözüm bulunmasını istiyor ve ülkede istikrarın sağlanmasını her şeyin önüne koyuyor. Avrupa Birliği’nin başat güçlerinden Fransa, BM Güvenlik Konseyi’ndeki daimi üyeliği üzerinden rejimi zora sokacak diplomatik girişimlerde bulunmaya çalışıyor. Suriyeli mülteci göçünün iç siyasetinde de tartışmalara neden olduğu Almanya bir süreden beri, Türkiye’nin başından beri istediği Suriye içinde ‘güvenli bölge’ oluşturulması fikrine sıcak bakmaya başladığını da ifade etmişti.
Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri için Esed’in gitmesi şart
Başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri için, neredeyse yönetime geldiğinden beri hiç hoşlanmadıkları Beşşar Esed’in gitmesi, tehdit olarak gördükleri Tahran-Şam aksının kopması hayati önemde. Suriye’de geçiş dönemi sırasında ortaya çıkabilecek yönetimin, eskisi gibi Tahran’ın güdümünde olmayacağının garanti edilmesi, Körfez ülkelerinin muzaffer hissetmesi için yeterli. Ancak, Suriye muhalefetinin en önemli destekçilerinden Suudi Arabistan, kaynaklarının önemli bir kısmını, 2015 yılında başlattığı Yemen’e askeri müdahaleye ayırıyor. Suudi Arabistan, diplomatik çabaları hızlandırmak için Rusya ile de işbirliği arayışı içinde.
Türkiye, toprak bütünlüğü korunan çoğulcu Suriye istiyor
Türkiye ayaklanma başladığında iyi ilişkileri olduğu Suriye rejimini reform yapması için ikna etmeye çalıştı. Ama bu çabalarının sonuçsuz kaldığını Ağustos 2011’de anlayınca, Suriye muhalefetini desteklemeye başladı. Suriye muhalefetinin ilk geniş kapsamlı çatı örgütü Suriye Ulusal Konseyi’nin ilk toplantısı Antalya’da yapıldı.
Türkiye, başından beri, Suriye’de yerlerinden edilen insanların barınabileceği bir güvenli bölge yada güvenlikli bölge kurulmasını istedi. Bunun BM kararları ile gerçekleşmesini savundu. Buna benzer bir yapının kurulmaması durumunda ülkedeki kaosun daha da içinden çıkılmaz bir hâle gelebileceği uyarısında bulundu ancak uluslararası toplumdan bu fikrine destek alamadı.
ABD ve Rusya’nın, PKK’nın Suriye kolu PYD ile geliştirdiği ilişkilerden rahatsızlık duyduğunu her fırsatta dile getiren Türkiye, başından beri izlediği açık kapı politikasıyla ülkesinden kaçan yaklaşık 2,7 milyon Suriyeliye de ev sahipliği yapıyor.