Kılıç Buğra Kanat / SETA Washington / Star
Aslında her şey yazıldı çizildi bu konuda. Son haftalarda Suriyeli göçmenlerin dramı ilk kez bütün dünyada konuşuldu. Söylenecekler bitti. Artık merakla yapılacakları bekliyor herkes. Yaşanan bu trajedinin sorumlusundan hesap sorulup sorulmayacağı; gelişmiş ülkelerin bu sefer Suriye konusunda retoriğin dışına çıkıp çıkamayacağı ve asıl meselenin bu göçmenlere bir sığınak bulmak değil kendi ülkelerini yaşanır bir hale döndürmek olduğunu anlaşılıp anlaşılmadığı önümüzdeki haftalarda belli olacak. Kanayan, iltihaplanan, kangrene dönüşen bu yaraya bir çare mi bulunacak yoksa üzeri yeniden bir yara bandıyla örtülmeye mi çalışılacak. Kısacası bundan sonra artık görmeyen duymayan kalmadığını göre Suriye dünyanın vicdanı için büyük bir imtihan.
Suriyeli göçmenlerin son dört senedir yaşadıkları dram ilk kez son birkaç hafta içinde bu denli dünya gündemine oturdu. Önce kucağında uyuyan kızıyla kalem satmaya çalışan bir Suriyeli göçmen fotoğrafı, sonra ailesiyle Avrupa’ya kaçmaya çalışırken Ege’de boğularak kıyıya vuran Aylan Kurdi’nin küçük bedeni, son olarak da geçen hafta Esad ve IŞİD’den kaçarak Avrupa’ya sığınmaya çalışan Suriyeli göçmenlerden birinin kucağında kızıyla Macar polisinden kaçarken kadın bir kameramanın çelme takması daha sonrasında aynı kameramanın kaçmakta olan bir başka küçük kızı tekmelemesi. Bu görüntüler Suriye’de yaşanılan dramın Suriye sınırın ötesinde geçmiş halinin ufak bir fragmanıydı aslında. Her ne kadar dünya kamuoyu Suriye’nin içinde olanları hala görmezden gelse de Suriye krizi başladığından bu yana ilk kez aynı anda ve ortak bir tepki ortaya koyarak Suriyeli göçmenlerle ilgilenmeye başladı. Ülkelerin açıkladıkları göçmen kabul rakamları ortadaki toplam göçmen trajedisini ortadan kaldırmaktan oldukça uzak olsa da en azından son dört senedir bu trajediyi görmezden gelen Batılı ülkeler, kamuoyu baskıları ile de olsa bu meseleyi gündemlerine almaya başladılar.
Suriye trajedisinin boyutları
Batılı ülkelerin yeni görmeye başladığı kriz dört seneyi aşkın bir süredir Suriye’nin komşusu olan devletlerin uluslararası kamuoyuna her seferinde anlatmaya çalıştığı büyük trajedinin sadece bir yansıması. Son haftalarda gündeme gelen göçmen krizine sanki bu göçmen akınını tetikleyen sebeplerin doğal bir felaket olduğu düşüncesiyle yaklaşmak ve bu göçmenlerin bir kısmının hayatlarına Avrupa’da devam etmesini sağlamak ile bu sorunun çözüleceğini düşünmek aslında Suriye’de iç savaş başladığından bu yana Batı dünyasının yapmakta olduğu hatanın devamından başka bir durum ortaya çıkarmayacak. Her ne kadar aradan beş seneye yakın bir zaman geçtikten sonra da olsa meseleye insani açıdan yaklaşmak özellikle AB açısından olumlu bir gelişmeye işaret ediyor olsa da, aynı ülkelerin Suriye krizinin sınırlı sayıda Suriyeliye sığınma hakkı vererek kuşatılamayacak büyüklükte bir sorun olduğunu anlaması gerekiyor. Bu haliyle bu rakamlar ve göçmenlerin bir kısmına sağlanan imkanlar gittikçe büyüyen bir yaranın temizlenmeden ve kapanmadan üzerine yapıştırılan bir yara bandından fazla bir etki yaratmayacak.
Aslında bu benzetme Suriye’de kriz başladığından bu yana AB ve ABD’nin ortaya koyduğu önerileri tanımlamak için en çok kullanılan benzetmeler arasında yer alıyor. Suriye’deki göçmen krizi ile baş etmeye çalışan komşu ülkelere sağlanan sınırlı yardım bu yara bantlarından biriydi. Krizin başlamasından hemen sonra komşu ülkelere doğru başlayan göçmen akınını durdurmak için önerilen, hatta ABD yönetiminde o yıllarda yer alan isimlerin de desteklediği, güvenli bölgeler ve uçuşa yasak bölgeler fikri Obama yönetimince hiç bir zaman kabul görmedi. Bunun dışında Esad’ın şehirlerdeki sivil halkın üstüne SCUD füzeleri ve varil bombaları atmasının da önüne geçilmedi. Bu eylemsizlik de büyük bir Suriyeli göçünün kapıları açmış oldu. Uygulanacak tedbirlerle bu insanların güvenliği sağlanabilecekken bir ülke nüfusunun büyük bir bölümünün ülkeden kaçmasını gerektirecek bir durumun oluşmasına seyirci kalındı. Bu durumdan sonra göçmenler için yapılan yardımlar da işte bu yara bantlarından biriydi.
Yarın nasıl inşa edilecek?
Sadece göçmenler meselesinde ortaya çıkmadı bu yaklaşım. Kriz başladığından beri Suriye’deki iç savaşa çözüm bulma girişimlerinin çoğu aynı sorunu barındırıyordu. Meseleye diplomatik çözüm bulma girişimleri bunların arasındaydı. Siyasi bir kararlılık veya askeri caydırıcılık ortaya konmadan yapılan toplantılar diplomatik seromonilerin ilerisine geçemedi. Bu toplantılar ve konferanslar büyük güçlerin kararlılığı olmadan meydana gelince her defasında Suriyeliler için umut yaratan ama çözüm getirmeyen girişimlere döndü. Bu büyük güçlerin temsilcilerinin bu toplantılar sırasında verdiği mesajlar sadece retorik yara bantlarıydı. Yarının nasıl iyileşeceği ile ilgilenmek yerine diplomatik görünürlük kaygısı ve bir şeyler yapmış görünmek daha fazla ilgi çekti.
Suriye’deki bu durum rejimin kimyasal silah kullanması sonrasında bir kez daha ortaya çıktı. Ghouta’daki kimyasal saldırının sonrasında herkes kırmızı çizginin artık geçildiğini ve böyle bir uluslararası normu ihlal eden rejime karşı bir askeri müdahalenin kaçınılmaz olduğunu düşünürken kırmızı çizgi açıklamasının sahibi Obama yönetimi bir daha yaklaşım değiştirdi. Ortaya konan çözüm tekrar bir yara bandını andırıyordu. Rejim kullandığı kimyasal silah için cezalandırılmayacak bunun yerine kimyasal silahların ortadan kaldırılması için askeri müdahale yapılacaktı. Daha sonra Rusya’nın devreye girmesiyle bu askeri müdahalenin dahi yapılmasına gerek görülmedi. Bu durum yara bandı bile değildi. Rejime kimyasal silah dışında konvansiyonel silahlarla insanları öldürme yetkisi sağlanıyordu. Bu durumu büyük bir diplomatik başarı ve zafer olarak nitelendirme de yaraya tuz dökmekti bir yönüyle.
Yara bandı tedavisi
Sürekli büyüyen, kanayan ve genişleyen bu yara bir yandan yapılan derinleşip çetrefilli bir hale gelirken bazı dış tesirlerle de iltihaplanmaya başladı. İran yönetimi dünyanın gözünün içine baka baka önce askeri danışmanlar sonra Kudüs Ordusu en sonunda da muvazzaf subaylarını göndererek bu savaşa Esad tarafında resmen müdahil oldu. Bunun yanında yaranın iltihaplanan kısmında İSID gibi oluşumlar da baş göstermeye başladı. Bölgede terör estiren ve Suriye’deki rejimden çok Suriyeli muhaliflere karşı savaşan IŞİD bölgede kendine uygun bir zemin ve gelişme alanı da bulmuş oldu. Dünya kamuoyu IŞİD tehlikesiyle ‘yabancı savaşçılar’ meselesi ile birlikte tanıştı. IŞİD’in faaliyet alanı genişlediği sürede Başkan Obama örgüte ‘amatör küme terör örgütü’ diyordu. Sonrasında yaşananlar ve Musul’un işgali IŞİD’e karşı bir duruş geliştirme gereğini oluşturdu. Aslında baştan beri reçete az çok belliydi. IŞİD’in normal bir terör örgütü olmadığı ve yer yer isyancı grupların da desteğini aldığı göz önünde bulundurularak IŞİD’e karşı IŞİD’i ortaya çıkaran yaranın temizlenip kapatılmasını içerecek bir stratejinin hazırlanması şarttı. Ancak kurulan uluslararası koalisyon bir kez daha yara bandı yaklaşımını savunarak IŞİD’le mücadelenin IŞİD güçlerini havadan bombalayarak çözebileceğine dair bir strateji ortaya koydu. Bir sene süren bombalar sonrasında bu stratejinin ne kadar başarılı olduğu oldukça tartışmalı.
Tüm bu yaklaşımlardan sonra geldiğimiz nokta aslında Suriye konusunda dünya güçlerinin ortaya koyduğu çözüm önerilerinin ne kadar geçici ve etkisiz olduğunu gösteriyor. Göçmenler konusunda yapılan aritmetik hesaplarda bu yaraya örtülmeye çalışan yara bantlarından farklı değil. Suriye’den insanların kaçışını gerektirecek durumu ortadan kaldırmadan ne Suriye’dekiler güvende ne de Avrupa’daki Suriyeliler mutlu ve rahat olacak. Yara tedavi edilmeden yani göç dalgaları yeni trajediler ve ulusal ve uluslararası güvenliğe yeni tehditler görmeye devam edeceğiz.