HAKSÖZ-HABER
Suriye’de yaşananlar garip ittifaklara yol açıyor. Baas rejimi tarafından Suriyeli direnişçileri desteklediği iddia edilen Batılı güçler ve İsrail her fırsatta Suriye’de gelişen İslami direnişin kendileri için büyük tehlike olduğunu vurguluyorlar.
Son dönemde ABD ve Batılı güçlerle İran’ın ilişkilerinin hızlı bir biçimde iyileşmesinin ise Suriye sahasına nasıl yansıyacağı tartışılıyor.
Bu konuya ilişkin olarak İran asıllı bir İsrailli yazarın geçtiğimiz yıl ortasında yazdığı bir yazıyı dikkatinize sunuyoruz. Yazıldığı dönemde biraz uçuk gibi gözüken yazı bugün biraz daha dikkatle okunmayı hak ediyor.
***
İran ve İsrail Suriye Krizini Konuşmalı
Meir Javedanfar / Al Monitor
7 Mayıs 2013
İsrail ve İran’ın müttefiki Hizbullah çok yakında birbirleriyle savaştıkları o eski günleri özleyecek. İşte nedeni: Hem Yahudilerden hem de Şiilerden tutkuyla nefret eden El Kaide bağlantılı köktenci hareketler Suriye’de yükselişte. Bu hareketlerin içinde, El Kaide Komutanı Ayman El Zavahiri’ye alenen bağlılık yemini eden Nusra Cephesi (http://edition.cnn.com/2013/04/10/world/meast/syria-al-nusra-front) gibi örgütler de var.
Bu örgütlerin sayısı gittikçe artıyor. Small Wars Journal’da yayınlanan bir makalem (http://smallwarsjournal.com/jrnl/art/syria-the-true-chaos-will-begin-after-the-fall-ofthe-regime#_ftn37), Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin Aralık 2012 raporundan şu cümleye yer veriyor: “Yeni kurulan muhalif grupların, Özgür Suriye Ordusu ya da daha az radikal muhalif örgütlerden ziyade Nusra Cephesi gibi İslamcı gruplara bağlanması ve eklemlenmesi bekleniyor.”
Hizbullah, günde dört-beş savaşçısını kaybetmesine yol açan Suriye’deki bu gruplarla karşılaştı bile. Radikal El Kaide bağlantılı gruplar, Esad düşer düşmez, hatta Esad’ın düşmesini bile beklemeden, Suriye’de yaşayan Alevi ve Şiilere yönelik saldırılarının şiddetini arttıracak gibi görünüyor. Bosna benzeri, hatta oradakilerden de büyük katliamlar söz konusu olabilir. Ayrıca bu gruplar Lübnan-Suriye sınırında Hizbullah’ın kontrol ettiği noktalara da saldırabilir. Büyük ihtimalle, oradaki Şiilere karşı intihar saldırıları düzenlemek için Lübnan’ın içlerine sızmayı da deneyeceklerdir ki bu El Kaide’nin Irak’taki Şiilere karşı (http://ejournals.library.ualberta.ca/index.php/CJS/article/view/6325) yıllardır kullandığı, bilinen bir yöntemdir.
İsrail’de ise biz, bu grupların, İsrail’in sınır karakolları ve şehirlerine makineli tüfeklerle vurkaç ateş açmalarını, top, hatta Katyuşa roketleriyle saldırmalarını bekleyebiliriz. İsrail sınırından sızma çabaları da önemli ölçüde artabilir. Bu gruplar bir de Suriye’deki kimyasal silahları ele geçirecek olursa, bunları İsrail’e ya da Lübnan ve Suriye’deki Alevi ve Şii hedeflere karşı kullanmaktan imtina etmek için pek bir nedenleri yok.
Bu grupların fanatikliği ve merkezi bir yönetimden yoksun oluşları Hizbullah ve İsrail ordusunun onlarla savaşmasını bilhassa zorlaştırıyor. Bu, askeri caydırıcılık kavramının işe yaramayabileceği anlamına geliyor. Zira askeri operasyonların durdurulmasını sağlamak için üzerine saldırılabilecek tek bir komuta merkezleri yok.
Bu durum, iki tarafta da hiyerarşik askeri yapıların bulunduğu Hizbullah-İsrail çatışmasına hiç benzemiyor. Bu yapılarda siyasi mülahazalar karar verme sürecini etkiliyor, çünkü silahlı güçlerin komutanları siyasi liderlerine hesap vermekle yükümlüler. Dolayısıyla caydırıcılık kavramı her iki taraf için de geçerli ve geçmişte devreye girdiği zamanlar oldu. Cihatçı El Kaide güçleri ise ne kimseye karşı sorumludur ne de siyasi heves ve kaygıları var.
Hem İran destekli Hizbullah, hem de İsrail, komşu ülkelere sıçrayacağı öngörülen mezhepsel bir savaşla sınırdaş olmuş durumda. Bazıları bu savaşın Irak’takinden bile daha vahşi (http://smallwarsjournal.com/jrnl/art/syria-the-true-chaos-will-beginafter- the-fall-of-the-regime#_ftn30) olacağını öngörüyor.
Küçük olmaları nedeniyle Cihatçı hücreleri hedef almak hassas bir istihbarat gerektiriyor, dolayısıyla onlara karşı savaşta, istihbarat paylaşımı kilit önem kazanıyor.
İşte bu nedenle, ister açık ister gizli olsun İran ve İsrail hükümetleri birbirleriyle görüşme seçeneğini düşünmek zorunda.
Bu kararı vermek iki taraf için de kolay olmayacak. İran yönetimi, Yahudi soykırımını inkâr ederek ve İsrail’i yok etme çağrıları yaparak, İsrail’de kendine pek çok düşman üretti. Ayrıca, İran’daki rejimin karakterini büyük ölçüde İsrail karşıtı söylem oluşturuyor. İran, devrimin başlangıcından bu yana, İsrail karşıtı siyasetine ve söylemine hem içeride hem de uluslararası alanda fazlasıyla yatırım yaptı.
Ancak, Suriye’de baş gösteren durumun vahameti, İsrail ve İran’ın ortak bir düşmana sahip olduğunu ve bu düşmanın her iki ülkenin müttefik ve vatandaşları için vahim bir tehdit olacağını gösteriyor. Suriye ile sınırdaş olmasa da İran, Şii müttefiki Hizbullah ile Suriye’deki Alevilerin El Kaide bağlantılı örgütlerce ezilmesine izin veremez, yoksa bölgede arta kalan nüfuzunu da kaybeder. İsrail ise 1970’lerde Lübnan örneğinde olduğu gibi sınırlarında tekrar bir iç savaş görmek istemez. Zira terör örgütleri, bu tip çatışmaların kargaşasında İsrail kentlerine saldırmak için mükemmel bir ortam bulmaktadır.
İki ülkenin birbiriyle konuşmayarak ödeyeceği bedel, konuşmanın ve hatta Suriye’deki ortak düşmana karşı iş birliği yapmanın maliyetinden çok daha yüksek olabilir.
Siyasi anlaşmazlıkları bir yana, gerçek şudur ki İran, İran’ın Şii müttefikleri ve İsrail açısından bariz stratejik benzerlikler ve ortak çıkarlar bulunuyor. En çarpıcı benzerlik, üçünün de çoğunluğu Sünni Arap olan bir Ortadoğu’da Sünni olmayan azınlık olmalarıdır. İran, azınlık olmanın maliyetini Irak ile olan savaşında bizzat görmüş oldu. İsrail ise bu meseleyle yıllardır boğuşmaktadır. Bu ortak sorun, Suriye’de her iki tarafın karşısına tekrar çıkacak.
Çıkarları gerektirdiğinde İran ve İsrail geçmişte birbirleriyle görüşüp işbirliği yapmıştır (http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2013/04/ariel-sharon-khameneiiran-israel-ties.html). İran’ın İsrail’den silah satın aldığı “İran Kontra skandalı” (http://www.pbs.org/wgbh/americanexperience/features/general-article/reagan-iran/) bu iş birliği örneklerinden yalnızca biri. Suriye krizi, iki tarafın yeniden görüşmesi ve iş birliği yapması için bir fırsat yaratıyor. Bu boşa harcanmaması gereken bir kriz. Denememek ise seçeneklerin en kötüsü.