Merve Şebnem Oruç - Suriye Kara Deliği Büyüyor / Yeni Şafak
Avrupa'ya doğru başlayan mülteci akımı ve bu yolda sonlanan yaşamlarla beraber, Suriye iç savaşı geçen ay bir kez daha manşetlere çıkmayı başarmıştı. Aslında çözülene kadar gündemden inmemesi gereken, ama sadece mevcut çıkmazlara yeni bir çıkmaz eklenince akla gelip bir süre tartışıldıktan sonra yeniden unutulan bu konu, geçtiğimiz günlerde başlayan 70. Dönem Birleşmiş Milletler Genel Kurulu (BMGK) sürecinde de Rusya'nın Suriye'de askerî varlığını arttırması nedeniyle tartışılmaya devam edildi.
Rus askerî güçlerinin Suriye'de bir operasyon düzenlemeyi planlayıp planlamadıkları yönündeki soruları bir süredir “Böyle bir planımız yok... şimdilik...” şeklinde bıyık altından gülen resmî açıklamalarla geçiştiren Rusya, dün parlamentonun üst kanadından “Suriye'de IŞİD'e karşı savaşa katılma” talebine verilen onayı alır almaz ülkedeki ilk hava saldırısını gerçekleştirdi. Suriye'de yürüttüğü vekâleten savaşı aktif varlığa dönüştüren diğer herkes gibi 'IŞİD'le mücadele' kalkanının ardına sığınan Rusya, zaten son bir ay içerisinde ülkenin kuzeybatısındaki Lazkiye bölgesinde 30'a yakın savaş uçağı, yaklaşık 15 helikopter, onlarca tank, hava savunma sistemi ve 2.000'in üzerinde askerî birlik konuşlandırmıştı.
Dün Hama ve Humus'ta IŞİD'in hiçbir şekilde varlık göstermediği bölgelerde hava saldırısı düzenleyerek rejime karşı savaşan muhalifleri hedef aldığı tahmin edilen Rus hava kuvvetlerine, Esed rejimi de kendi davetleriyle Suriye topraklarında olduğunu gerekçe göstererek sahip çıktı. ABD yetkilileri Rusya'nın Suriye'de düzenlediği hava operasyonlarının bilgileri dâhilinde olduğunu belirtirken IŞİD hedeflerinin vurulmamış olduğunu da teyit etti. Sonuç itibarıyla Rusya, bu köşede son haftalardaki yazılarımızda altını çizdiğimiz şekilde Sünnilerden arındırılmış güvenli bir Alevi bölgesinin sınırlarını çizme yönünde bir adım daha atarak, İran'dan sonra, ABD gözcülüğünde, kendi halkının katili olan rejimin yardımına operasyonel olarak da destek veren bir diğer ülke oldu.
Geçen yıl neredeyse öyle bir mesele yokmuş gibi davranılıp geri plana atılan Esed rejiminin varlığı ve geleceği meselesi, dünya liderlerinin BMGK konuşmalarının da merkezindeydi. 2014'teki Genel Kurul toplantısının odağındaki yabancı savaşçılar konusu, belki de ABD liderliğinde yürütülegelmekte olan IŞİD'e karşı mücadelenin hedeflenen başarıya ulaşamamasından olsa gerek, daha geri plandaydı. Hoş, ABD IŞİD'le mücadelenin uzun zaman alacağının altını hep çiziyordu ama bu operasyonların her geçen gün artarak devam eden IŞİD'e katılan yabancı savaşçı akımının önüne geçemediği yönünde çıkan haberler de bu planın detaylarının tekrar değerlendirilmesi gerektiği yönünde bir çağrıya bile neden olmadı. Bunun nedeni aslında oldukça açık, zira Suriye, potansiyel yabancı savaşçılar için bir çekim merkezi hâline çoktan geldi ve esas istenen de buydu.
Dediğimiz gibi Esed'in geleceği BMGK'nın ana gündemiydi ama pek de yeni bir şey söylenmedi aslına bakarsanız. Obama, Esed'i “masum çocukların üzerine bomba atan bir tiran” olarak resmetti. “Bir diktatör kendi halkından on binlerce kişiyi öldürdüğünde, bu sadece bir ülkenin iç işi olmaz.” dedi. Putin de, kamuoyu önünde Suriye meselesinin başından beri takındığı tutumunu devam ettirdi. Suriye'de Esed ve destekçilerinden başka kimsenin IŞİD'e karşı savaşmadığı gibi, basit istatistiklerin ve sıradan bir savaş bölgeleri haritasının dahi saniyede yalanlayacağı iddialarını sürdürdü. Suriye meselesinin omurgasını oluşturan bu konuda, en azından kamuoyu önünde taban tabana zıt duruş sergileyen bu iki liderin arasında normal şartlarda soğuk rüzgârlar esmesi gerekirken, ikili arasındaki görüşmenin havası hiç de öyle değildi. IŞİD'e karşı istihbarat paylaşımından Suriye'de geçiş dönemi gibi pek çok konuya bir mutabakata varılmış olduğu aşikâr, muhtemelen teknik detaylar şekillendiriliyor ve tabî bize sadece tahmin yürütmek düşüyor. Ancak bu planlarda ne Suriye halkının demokrasi ve özgürlük taleplerinin bir değeri ne de bölgede istikrarın sağlanması için mutlaka yapılması gerekenlerin bir yeri olduğuna dair hiçbir belirti yok.
Ne acı ki, IŞİD, Suriye'de oynanan korkunç bir oyunun perdesi olmuş durumda ve kurulan her yeni şok edici ittifak bu perdenin arkasında meşruiyet buluyor. Söz konusu Suriye olduğunda kameralar önünde başka, kapalı kapılar ardında başka bir oyun oynandığını sonuçları itibariyle artık çocuklar bile biliyor ve fakat bu riyakârlık, “Suriye konusunda dünya bir şey yapmalı.” ezberiyle ve “akıllı diplomasi” sloganıyla, herkesi aptal yerine koyarak devam ediyor.
Şaka gibi ama gerçek. Rusya'nın Suriye'deki askerî varlığı, uluslararası hukuk kurallarına göre, ABD liderliğindeki koalisyonun varlığından daha meşru. ABD'nin Suriye topraklarında IŞİD'e karşı giriştiği mücadele, dördüncü kuvvet medyanın gayretiyle ne kadar meşrulaştırılmış olursa olsun, kâğıt üstünde yazılı hukuk kurallarında bunun bir açıklaması yok; ama söz konusu ABD olduğu için bir açıklamaya da ihtiyaç yok. Örneğin Esed rejimine yönelik bir çözüm geliştirmek için her seferinde BM Güvenlik Konseyi'nden bir karar çıkamamasını bahane gösteren ABD ve diğer Batılı güçler, elini kolunu sallayarak IŞİD'e karşı mücadele adı altında Suriye'de hava operasyonu düzenleyebiliyor. Öte yandan Rusya'nın gelip burada rejime destek ve IŞİD'le mücadele bahanesiyle istediği yeri bombalamasının gerçek adalet açısından hiçbir gerçekliği yok ama yazılı uluslararası hukuk kanunlarına göre bu meşru.
21. Yüzyılın Hitler'i olduğu çoktan belli olmuş zalim bir diktatör, karşısına çıkan çoluk, çocuk kim varsa ezip geçerken kendisine dur diyemeyen uluslararası toplum, kendi askerî gücünün halkına karşı yetersiz kaldığı anda başkalarını yardıma çağırmasına da engel olmuyor. Ardında adaleti aradığımız 'hukuk' denilen kurallar bütünü, uluslararası düzlemde de adaleti tahsis etmede yetersiz kalıyor. Ve Suriye, siyah ve beyazın birbirine hiç olmadığı kadar girdiği gri bir alan olarak, 'hukuka uygun' görünümlü tüm adaletsizliklere hizmet etmeye devam ediyor ve bir kara delik gibi dünyayı da içine çekerek olduğundan daha gri bir belirsizliğe sürüklüyor.