Zaman ilerledikçe Esed-Baas cuntasının işlediği cinayet ve yıkımlar Suriye halkına daha ağır bedeller olarak fatura ediliyor. Suriye’nin Müslüman halkı tıpkı Tunus, Mısır ve Libya’daki kardeşleri gibi İslam düşmanı despotik bir iktidarı alaşağı etmek istiyor.
Bahsi geçen İslam coğrafyasının kısa tarihi iki aşamada şöyle özetlenebilir: I. Dünya Savaşı sonrasında emperyalist güçler tarafında işgal edildiler. II. Dünya Savaşı sonrası şartlarında ise işbirlikçi karakteri ağır basan despotik iktidarlara terk edildiler. İster NATO Bloğuna isterse SSCB bloğuna dâhil olmuş olsunlar İslam dünyasındaki despotik iktidarların en belirgin vasfı İslami hareketlerin bastırılmasıydı.
İslam coğrafyası despot ve işbirlikçi karakteriyle belirginleşen iktidarlar marifetiyle zulme ve sefalete mahkûm edildiler. İslami hareketleri suikast, işkence, hapis ve sürgünlerle yok etmeye memur edilen despotik iktidarlardan biri de Baas cuntasıydı. Suriye’de Hafız Esed ve Irak’ta Saddam Hüseyin liderliğinde halka kan kusturan Baas cuntaları ‘İsrail karşıtı, Filistin hamisi’ bir söylemle iktidarlarına meşruiyet aradılar. Halepçe ve Hama katliamları Baas cuntalarının Irak ve Suriye’de kendi halklarına karşı işledikleri zulümlerin iki ayrı sembolüdür. Üzerine ilave edilecek daha çok katliamlar var elbet.
Baas, Zalim Bir Rejim Değil mi?
Baştan belirtelim: Baas cuntasına ‘direniş cephesi’ gibi bir sıfat isnat etmek aldanma değilse aldatmanın en büyük göstergelerinden biridir. Suriye’deki Baas cuntasının teşekkül ettirdiği ordu yapısı tipik bir ‘İç Ordu’dur. Emperyalizme veya Siyonizme karşı değil her zaman Müslüman halka karşı konumlanmış ve savaşmıştır. Emperyalizm ve Siyonizmle daima ‘Kontrollü Gerilim’ pozisyonu korunmuştur. Buna karşın halkın üzerine tankların sürülmesi, zindanların İslami cemaat mensuplarıyla doldurulması ya da kitlesel sürgünler rutin gelişmelerden sayılmıştır.
Suriye halkı zalim ve İslam düşmanı asalak Esed cuntasının tasallutu altında yaşamaya ne mecbur ne de mahkûmdur. Hem baba Hafız hem de oğul Beşşar Suriye halkı nezdinde gayrı meşrudur. Hafız ve Beşşar Esed Suriye halkını değil darbe yaparak gasp ettikleri azınlık Nusayri-Baas iktidarını temsil etmektedirler.
Suriye halkı nezdinde bırakın meşruiyet sahibi olmayı varlığı cinayet, işkence ve yolsuzlukla özdeşleşmiş Baas despotizmine kimler, hangi gerekçelerle meşruiyet kazandırabilir ki? Şehirleri tanklarla bombalayan, kitlelerin üzerine kurşun yağdıran katil Baas Cuntasına Çeçenistan ve Doğu Türkistan’ın işgalcileri Rusya ve Çin mi meşruiyet kazandıracak? Böyle bir ihtimal sıfırın altında seyrediyor zaten. Fakat Rusya ve Çin açısından kaybedecek hiçbir şey yok. Aksine Rusya ve Çin gibi ‘mazisi’ sosyalist karakterli iki emperyalist gücün ‘kucağına oturmuş’ Baas-Esed diktasına en çok kan döktüğü bir zamanda ‘anti-emperyalist duruş’ yakıştıranlar kaybedecektir.
Peki, İran ve Hizbullah’ın katliama rağmen Baas-Esed cuntasıyla safları sıklaştırma politikalarını hangi stratejik çıkar anlayışı makul ve meşru gösterebilir? Stratejik pragmatizmi kendisine şiar edinmiş bir ulus devlet politikasını ister İran isterse Hizbullah benimsemiş olsun kesinlikle reddedilmelidir.
Nasıl olur da “Gayrı meşru statüko korunsun, Kudüs kurtulsun” gibi akıl ve ahlak dışı bir siyasal önermeye tabi olmamız beklenir bizlerden. ‘Devlet Aklı’ denilen siyasal pragmatizmin başımıza ne türden büyük felaketler açtığı unutarak körleşmeye ve ‘Hikmet-i Hükümet’ güzellemeleri düzmeye hiç niyetimiz yok.
En temel ilkemiz tevhid ve adalet bize şunu öğretmiştir: Hiçbir şahsın, cemaatin, örgütün veya devletin yanlışına, günahına ortak olamayız. Tersine kimden sadır olursa olsun yanlışın düzeltilmesi, günahın giderilmesine gayret etmeliyiz.
Yıllarca bedelini ödeyerek ayakta tutma mücadelesi verdiğimiz ilkelerimizi İran’ın veya Hizbullah’ın stratejik hesaplarına paspas edemeyiz. Katil ve tağuti Baas rejimine, İran ve Hizbullah istemese de katil ve tağuti rejim diyeceğiz ve yıkılması için Suriye’li Müslüman kardeşlerimizle dayanışacağız.
Kudüs Kurtarıcılığını Tekeline Almak
Anlaşılması zor bir stratejik hesap yapılmış ve bizden bu hesaba uygun pozisyon almamız bekleniyor. Şöyle ki “Kudüs’ün kurtuluşu için Baas-Esed cuntası iktidardan düşmemeli”ymiş! Yani Kudüs’ün kurtuluşunu isteyenler katil Baas cuntasına başkaldırmazmış. Aksi davranış sergileyenler her ne niyet ve kimlik sahibi olurlarsa olsunlar kendiliğinden “İsrail ve ABD hesabına çalışanlar zümresine dâhil” olurmuş.
Sanki birileri Kudüs’ün kurtuluşunu ve kurtarıcılığını tekeline almış da bu işe soyunan başkaları “Kudüs kurtarıcılığına şirk koşmaktadırlar”. Öyle ki bu mukaddes ve muazzez stratejiye itiraz edenler otomatik olarak antiemperyalist ve İslamcı vasfını kaybetmektedir. Baas-Esed’e başkaldıran Müslümanları “Kudüs davasına ihanet, ABD ve İsrail’e hizmet” yaftasıyla itibarsızlaştırmayı hedefleyen kara propagandalar işte bu fanatik, ufuksuz ve en önemlisi bağımlı-uydu karakter ve çevrelerin seviyesini göstermektedir.
Şu temel ilke hiç kimse tarafından atlanmamalı: İslamcı kimlik ve zulme muhalefet hakkımız bizzat Allah tarafından bahşedilmiş bir nimettir. Başka hiçbir şeye olmadığı gibi asla ‘Rehberiyet’ onayına da muhtaç ve mecbur değildir. Suriye halkı için Baas zulmüne rıza ve boyun eğmeyi telkin eden bütün otorite ve merciler, taklit edilmeyi değil reddedilmeyi hak etmektedirler.
Suriye’deki Katliama Karşı Biz de Ayağa Kalkmalıyız!
Suriye’deki son katliam ve yıkımların başladığı 17-18 Mart tarihinden bugüne tam bir yıl geçmiş oluyor. Baas-Esed cuntasının katlettiği insanların sayısı 9 bini buldu. Yaralıların, kayıpların ve mültecilerin sayısını ise tahmin etmek bile zor.
Bizim bu vahşet tablosu karşısında yapmamız gerekenler olduğu muhakkak. Bu hafta sonu İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Diyarbakır, Batman, Çorum, Sivas, Sakarya, Antalya, Trabzon, Erzurum, Konya, Van, Zonguldak, Bartın ve daha birçok ilde Suriye’deki Baas cuntasının katliamları protesto edilecek. Bu protestoları düzenleyen kişi ve kuruluşlarla irtibata geçmeli ve bizler de zulme karşı tepkimizi ortaya koymalıyız.
18 Mart Pazar günü Türkiye’nin hemen her ilinden katil Esed diktasına karşı Müslüman kardeşlerimizin yanında olduğumuzu deklare etmeliyiz. Suriye halkı için kermesler, resim sergileri, konferanslar ve dayanışma geceleri tertiplemeliyiz. Zulme karşı sessiz kalmak dilsiz şeytan olmaktır. Müslümanlar ise el birlik olup zalimlere karşı mücadele etmekle emrolunmuşlardır.
Adem Özköse ve Hamit Coşkun’un Akıbeti
Suriye’ye giden gazeteci arkadaşlarımız Adem Özköse ve Hamit Coşkun’dan 9 Mart tarihinden bu yana haber alınamıyor. İslami ve insani duyarlılığı yüksek, habercilik mantığı sağlam, zulmü ve zalimleri ifşa etmede cesur ve çalışkan arkadaşlarımız Baas-Esed cuntasının insafına terk edilemez. Dışişleri Bakanlığı üzerine düşen görevleri acilen yerine getirmelidir.