Suriye Halk Direnişi ve Kürtler

Diriliş Postası yazarı Fatih Sevgili, Suriye Kürtleri ve ülkedeki direnişle ilişkileri üzerine kaleme aldığı yazı dizisinin dördüncüsünü yayınladı.

Diriliş Postası’nda bugün dördüncüsü yayınlanan yazı dizisinin tüm bölümlerini birleştirerek okurlarımızın ilgisine sunuyoruz:

*

ROJAVA-1: Suriye Kürtleri

Rojava: Kürtçe güneşin battığı yön yani ‘Batı’ demek. Batı’dan kasıt Kürdistan coğrafyasının batısıdır. Suriye iç savaşı ile aşina olduğumuz bir tanım, anlamını bilmeyenler de son iki yılda sıkça kullanır.

Orada yaşayan Kürtler, Araplar, Ermeniler, Türkmenler düne kadar birlikte yaşadığımız ancak Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasıyla Emperyalistlerin çizdiği haritada Suriye’de kalan akrabalarımız yani kardeşlerimiz.

Kürtler bu sınırları hiçbir zaman kabul etmediler, uzun yıllar bu dikenli tellerin geçici olduğunu zamanla kalkacağını zannettiler. O nedenle Kürtler sınırın öte tarafına hiç Irak veya Suriye demediler. Hala da Türkiye’de kalan Kürtler ‘Binxet’ (Hattın aşağısı) ve Suriye ve Irak’ta kalan Kürtler de ‘Serxet’ (Hattın yukarısı) derler.

Osmanlının dağılmasından belki de en çok Kürtler etkilendi. Çünkü aynı milletin çocukları her biri başka bir devletin vatandaşı oldu ve o devletlerin ulusçu, ırkçı politikalarının zulmüne maruz kaldı. İki öz kardeşin bir anda her birinin ayrı bir devletin vatandaşı olduğunu ve ikisinin köyü arasına mayın döşenmesinin oluşturduğu travmayı takdir edersiniz. Hiç şüphe yok ki Kürtlerin de en çok zulüm göreni  ve en çok baskıya maruz kalanları da ‘Rojava’ yani Suriye tarafında kalan Kürtler oldu.

Bunun iki önemli sebebi var. Birincisi Suriye’de kalan Kürtlerin; Irak’taki Berzani hareketi gibi veya İran’daki Qadı Muhammed hareketi gibi örgütlü bir yapıları yoktu ve Türkiye’deki gibi kalabalık bir nüfusa sahip değillerdi. Türkiye’de olduğunu gibi Kürtler  Suriye’nin kurucu unsuru olarak da kabul edilmediler. Suriye’de kalan Kürtler ayrıca mensup oldukları tasavvuf erbabının hilafet seceresinin Türkiye’de kalan Kürt mutasavvuflara bağlı olması, alimlerinin de icazet seceresinin aynı şekilde olmasından dolayı hep anavatan olarak Türkiye’yi gördüler.

İkinci ve en önemli sebep ise Suriye Arap Cumhuriyeti, Baas dikatatörlüklerinin en despot olanı ve diktatörün sadece ulusçu/Irkçı değil aynı zamanda mezhepçi olmasıydı. Başlarda Irkçı Arap rejim sonra da Esad Baas diktatörlüğü Kürtlere hem Kürt oldukları için hem de ehl-i sünnet oldukları için zulümlerin en şiddetlisini ve diğer halklara uyguladığı zulmün katmerlisini uyguluyordu.

Bugün 22 milyon nüfusu olan Suriye’de 2 veya 2.5 milyon Kürdün olduğu tahmin ediliyor. Bu da nüfusun yüzde 12 ila 15’sine takabül ediyor. Tahmin ediliyor diyorum çünkü Suriye’de nüfus sayımı hiç yapılmadı ve zaten yapılsa da Kürtlerin çoğu vatandaş kabul edilmediği için belki sayıma dahil edilmedi belki de rejim bu sayıyı kamuoyu ile paylaşmadı.

Suriye’de yaşayan Kürtlerin bir iki Ezidi aşireti dışında kalanların tümü Müslüman, ehl-i sünnet ve şafii mezhebinden. Dilleri ise Kürtçenin Kurmanci lehçesi. Kürtler içinde hakim olan tarikat da Nakşibendi tarikatının Halidi kolu. En çok nam yapmış mutasavvufları da Şeyh Mahmud el Karaköylü ve Şeyh Ahmet el haznevidir.

Kürtler, Rojava bölgesi dışında kalabalık bir nüfus olarak Şam’da da Selahaddin-i Eyyubi döneminden beri (12.yy) yaşamaktadır. Kürtlerin Şam ve Halep çevresinde nüfus yoğunlu ise Osmanlı döneminde (19.yy) Hac yolunun güvenliğini sağlamak için yol boyuna Türkiye ve Irak’ta yaşayan Kürt aşiretlerinin o bölgeye göç ettirilip yerleştirilmesi ile oluşmuştur. Sınır boyunca yerleşik olan Kürtler ağırlıklı olarak Qamişlo, Amude, Tirbe Sipi, Hesike, Sere Kaniye, Kobani ve Efrin şehirleri ve çevrelerinde yaşamaktadırlar.  

Şam bölgesi ve Hatay’ın güneyindeki Cebel el Ekrad (Kürd Dağı) bölgesindeki Kürtler Suriye’deki en kadim Kürt aşiretleridir. Nüsaybin’in güneyindeki Cezire bölgesindeki Kürtler ise 1925 Şeyh Said kıyamı sonrasında Anadolu’dan sürgün edilen başta Milli ve Miran aşireti mensupları olmak üzere Türkiye’den gönüllü veya zaruri olarak o bölgeye göç eden veya ettirilen Türkiye kökenli Kürtlerdir.

Fransız mandası döneminde Kürtler, Arap milliyetçiliğine karşı desteklendiği için Suriye’li Kürtler rahat yaşamaktaydı. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’den kaçan herkes de haliyle Suriye’ye gitmekteydi. Kürtlerin rahatça yaşam sürmesinden dolayı o dönemde  Şam ve Halep’te yaşayan milliyetçi aristokrat Kürt liderlerin bağımsızlık çağrıları Rojava Kürtleri içinde bir karşılık bulmamıştır.

Suriye Kürtlerinin ilk örgütlenme faaliyeti HOYBUN (Bağımsızlık) Cemyetir. Hoybun Cemiyeti Şam ve Halep civarında yaşayan milliyetçi Kürtler ile 1925 Şeyh Said kıyamı sonrasında Şark Islahat Planı kapsamında içlerinde birçok siyasi ve dini liderin de bulunduğu Rojava’nın Cezire bölgesine yerleştirilen tahminen 25 bin Kürdün ileri gelenlerini bir araya getiren ilk örgütlenmedir.

Hoybun, 1927 Yılında Beyrut’ta; Palu’lu Şeyh Said’in çocukları, Botan emiri Bedirhan beyin torunları olan Celadet, Kamuran ve Süreyya Bedirhan, Diyarbekir’li Cemilpaşa ailesine mensup Kürt liderler ve Ermeni Taşnak Partisi üyesi Ermeni liderler tarafından kuruldu. Hoybun’un başkanlığını Vahan Papazyan yapıyordu. Hoybun Suriye’de Kürtlerin ve Ermenilerin aynı soydan gelen kardeşler olduğunu sadece dinlerinin aynı olmadığı iddiasıyla faaliyet yürütüyordu. Pazpazyan’ın başkanlığa seçilmesine itiraz eden, başkanın bir Kürt ve Müslüman olması gereğini ifade eden Şeyh Said ailesi daha sonra Bedirhaniler ve Ermeniler tarafından Hoybun’dan çıkarıldı.

Hoybun Cemiyetinin Cezire’deki faaliyetini Müslüman, Ezidi ve Hiristiyan (Süryani, Keldani) Kürt aşiretlerinin birlikte kurduğu HEVERKAN konfedarasyonun lideri meşhur Haco Ağa yürütüyordu. Haco Ağa Fransızların desteğiyle sadece Kürt aşiretleri değil Arap Tay aşiretinin de liderliğini yapmaktaydı. Arap milliyetçiliğine karşı mücadele eden Fransızların Rojava’daki askeri varlığının omurgasını da 200 süvarilik askeri gücüyle Haco Ağa oluşturmaktaydı.

Hoybun 1927-1930 yılları arasında Ağrı’da yaşanan hadiselere damgasını vursa da Rojava’da bir etkinlik gösteremedi. Geneli ehli tasavvuf olan Kürtler için de zaten Hoybun’un bir etkinlik ve karşılık bulması da beklenemezdi. Başta Hoybun olmak üzere Kürtlere liderlik yapmaya teşebbüs eden isimlerin genelinin ortak noktası; Sosyalist, seküler isimler olmasıydı.

1928’de Şam’da kurulan ‘Suriye Kurucu Meclisi’inde yer alan 5 Kürt milletvekilinin 1929 yılında yaptıkları Özerkli talebi Fransızlar tarafından: ‘Kürtlerin Alevi veya Dürziler gibi dini bir azınlık olmadıkları ve genel müslüman nüfusla aynı oldukları’ gerekçesiyle rededildi.

Kürtler siyasi statü talepleri rededilince, Kültürel taleplere yoğunlaştı ve Kürtçenin resmi dil olması ve Kürt nüfusun yoğun olduğu yerlerde Kürtçe eğitim hakkı talep etti. Fransızlar bu taleplere ‘evet’ dedi ama hayat geçmesine de müsaade etmedi.

Kürt gençleri, Hama’daki askeri okula kayıt yapmak isteyince Fransa bu talebi kabul etti, Kürt gençlerini askeri okula aldı ve daha sonra Şam’daki Arap Yüksek Öğretim okulunda Fransız askeri yetkiler için bir Kürtçe kurs açarak bunu Kürtlere ‘Kürtçe Eğitim faaliyeti’ olarak sundu…

Suriye Kürtleri ile Fransızlar arasındaki uyum 1936’da yaşanan Cezire bölgesindeki karışıklığa kadar devem etti. Hristiyanların Fransız ordusundan aldıkları güç ile Müslümanlara yaptıkları zulümler had safhaya ulaşması üzerine Araplar ve Hristiyanlar arasında başlayan olaylarda Kürtler Araplardan yana tavır aldı ve o olaylarda Haseke, Qamişlo ve Amuda’da çok sayıda Hristiyan öldürüldü. Olaylar bastırıldıktan sonra Fransız Yüksek Komiserliği Cezire bölgesinin yönetmini doğrudan Fransa’ya verdi ve Kürtler, Araplarla beraber hareket ettikleri için ağır vergilere tabi tutularak tüm yerel yönetimlerden men edildi.

İkinci Dünya savaşından sonra Fransa, Suriye’den tamamen çekilince (Bedirhan bey ailesi ve az sayıda Kürt aristokrat dışında) tüm Kürtler İngilizler tarafından kurulan milletçi Arap Hükümetini destekledi. Daha sonra Fransızlar tarafından Suriye ordusuna alınan Kürt subaylar (Her ne kadar Araplaşmış olanlar olsa da) peş peşe gelen Askeri darbelerde hep cunta içinde yer alınca Araplarda Kürtlere karşı bir nefret oluşmaya başladı. Bu durum 1954’te Şişekli’nin devrilmesiyle son hadde ulaştı ve ordudaki tüm Kürt subaylar tasfiye edildi.

Hızla artan Arap milletçiliği Suriye ile Mısır’ın ‘Birleşik Arap Cumhuriyeti’ adı altında birleşince Suriye’de Bedirhan beyin çıkardığı Hawar dergisi başta olmak üzere tüm Kürtçe neşriyat ve Eğitim faaliyetleri resmen yasaklandı.

Kürtlerin ikinci örgütlenme girişimi 1957’de Dr.Nurettin Zaza tarafından SKDP (Suriye Kürdistan Demokratik Partisi) kurularak yapıldı ama 1960 yılında kendisiyle birlikte SKDP üyesi olan 5 bin Kürt tutuklandı.

1962 yılında Suriye rejimi Kürt nüfusun artışından ve verimli tarım arazilerinin Kürtlerde olmasından rahatsız olunca sadece Cezire bölgesini kapsayan bir nüfus sayımı yaptı ve o sayımda 1950 yılından önce Suriye’ye yerleştiğini ispat edemeyen içlerinde Suriye doğumlu tanınmış subay, şair ve yazarların da olduğu tahminen 200 bin Kürdü yabancı veya kaçak göçmen (maktumim) ilan ederek vatandaşlıktan çıkardı, tüm mal varlıklarına el koydu…

Maktumimler, Suriye’nin en fakir kesimidir. Vatandaşlık, müliyet, ticaret yapma, eğitim görme hatta özgür seyahat etme hakları yoktur. Araplar bunlara fakirlikleri nedeniyle ‘Nan u Pivaz’ (Ekmek Soğan) derler. Ancak bu kesim her dönemde Suriye’de yaşayan Kürtlerin kaderini belirleyen kesim olmuştur…

*

Rojava-2 Baas Dönemi Kürtler

‘Arap Kemeri’ projesi kapsamında Suriye’nin Türkiye sınırına köyler inşa etmesi, Kürt köylerinin boşaltılması ve bölgeye Arap aşiretleri yerleştirilmesi, Kürtçe olan yerleşim yerlerinin isimlerinin Arapçaya çevrilmesi, Kürtçe konuşmanın, yazmak hatta düğünlerde Kürtçe müzik dinletmenin bile yasaklanması.

Bizdeki Kemalizmin Arapça tercümesi olan Baas Partisi’nin uygulamalarının da Kemalist sistemle aynı olması olağan ama dikkat çekicidir.

Baas: Arapçada ‘yeniden doğuş’ demektir. İsim babası ilk olarak ‘El-Baas El –Arabî’ (Arapların yeniden doğuşu) tanımını kullanan Zeki Arsuzi olarak kabul edilir. Zeki Arsuzi 1900 Suriye-Negye doğumlu, Alevi bir ailedendir. Lise öğrenimini Konya’da, Üniversite öğrenimini de Fransa Sarbon Üniversitesi Felsefe bölümünde almıştır.

Baas Partisi 1943 yılınca ikisi de arap milliyetçisi ve sosyalist olan Selahattin Bitar ve Micheal Eflak tarafından kurulmuştur.

1960’lı yıllara gelince Baas Partisi kuruluş felsefesinden uzaklaşmış, Parti içinde yeni kuşak Baasçılar ve eski kuşak Baasçılar kavgası başlamış bu kavga kurucu olan Bitar ve Eflâk’ın partiden ihracı ve Lübnan’a sürülmesiyle parti içi kavga son bulmuştur.

1966 yılında Baasın genç subayları Hafız Esad ve Salah Cedid’in askeri darbe ile iş başına gelmesiyle bu defa da Baas milliyetçiler ve ilerciler olarak ikiye ayrıldı. 1970 Askeri darbesiyle Devlet başkanlığına A.Habib, Başbakanlığa da Hafız Esad’ın gelmesi darbeden 4 ay sonra yapılan seçimle Nusayri olan Hafız Esad’ın Devlet Başkanı olmasıyla Suriye’de bugün hala işbaşında olan sosyalist, mezhepçi, ulusçu diktatörlük düzeni kurulmuş oldu.

Hafız Esad’ın ilk yaptığı iş devletin tüm kademelerine Suriye nüfusunun %12’si olan Alevi/Nusayri/Dürzi mensuplarını getirmek, bu kesimden 200 bin kişilik bir ordu kurmak ve bu ordunun başına kardeşi Rıfat Esad’ı getirmek ve hapisteki Sünnileri öldürmek oldu.

Fransızlar döneminde Cezire bölgesindeki olaylarla başlayan ve daha sonra ulusçu arap hükümetler ve Baas iktidarları ile devam eden Kürtlere yönelik ayrımcılık ve zulüm Esad iktidarında da devam etmiştir.

Baas partisinin ‘Cezire’nin ikinci İsrail olmasına müsaade etmeyeceğiz’ sloganı ile Cezire’ye atadığı Emniyet müdürü Muhammed Hilal’ın ‘Kürt meselesi, Arap ulusunun vücudunda büyüyen habis bir urdur. Bunun tek ilacı da bunu söküp atmaktır’ diyerek ‘Arap Kemeri’ projesini hayata geçirmiştir. Bu proje kapsamında Suriye’nin Türkiye sınırına köyler inşa edilmiş, Kürt köyleri boşaltılmış ve bölgeye Arap aşiretleri yerleştirilmiştir. Kürtçe olan yerleşim yerlerinin isimleri Arapçaya çevrilmiş, Kürtçe konuşmak, yazmak hatta düğünlerde Kürtçe müzik dinlemek bile yasaklanmıştır. Bizdeki kemalizmin Arapça tercümesi olan Baas Partisi’nin uygulamalarının da Kemalist sistemle aynı olması olağan ama dikkat çekicidir.

1963’ten beri devamlı sıkı yönetim uygulanan bölgeden 140 bin Kürdün göç ettirip yerlerine Tabka barajı nedeniyle yerlerinden olan Fırat bedevilerinin yerleştirilmesi planı kapsamında 60 bin Kürt Şam’a, Lübnan’a ve Türkiye’ye göç ettirilmiş ve tüm mal varlığına el konulmuştur. Türkiye’nin aranan kişiler listesinde olanlar da tutuklanarak Türkiye’ye iade edilmiş onların da mal varlığına el konularak yerlerine Araplar yerleştirilmiştir. Bölgeye 40 Arap köyü inşa edilmiş, yerleştirilen 7 bin kişi silahlandırılmıştır. Arap Kemeri inşaası Hafız Esad tarafından 1970’te sonlandırılmış ancak yasaklar devam etmiştir.

Nüfusun en fakir ve mahrum bölümünü oluşturan Kürtlerden maktumimlere (kaçak göçmen) Hafız Esad döneminde orduya kayıt olma hakkı verilmiş, müracaat eden Kürt gençler Rıfat Esad’a bağlı ‘Özel Kuvvetler Komutanlığı’ bünyesinde istihdam edilmiştir.

Esad 1980 yılında kendisine yapılan başarısız suikast girişiminden Müslüman kardeşleri sorumlu tutarak Hama’da yaptığı katliamda bu Kürt birliklerini kullanması ve akabinde Kürt siyasi tutuklular için genel af ilan etmesi Sünni Arapları doğal olarak Kürtlere karşı öfkelendirmiştir.

Öcalan’ın Şam’a gitmesinden sonra Esad Türkiye’ye karşı silah kullanma şartını kabul eden tüm Kürtleri Suriye’ye kabul etmiş ve her türlü desteği vermiştir. İstihbaratın başındaki kardeşi Türkiye’deki 12 Eylül darbesinden kaçan herkes ile bizzat görüşmüş ve Öcalan ile birlikte olup Türkiye'ye karşı silah kullanacaklarsa onları Suriye’ye kabul etmiş, bu şartı kabul etmeyen Kürtleri ise Türkiye’ye iade etmiştir.

Kendi ülkesinde Kürtlere her türlü zulmü yapan, haklarını (Mülk edinme ve Vatandaşlık dahil)vermeyen Esad’ın Kürtleri Türkiye’den haklarını almak için silah kullanma şartı koşması ve bu şartı kabul edenlere her türlü desteği vermesi manidardır. Suriye rejimi, Fırat nehri suyu ve Hatay’ı kendi toprağı olarak görmesi nedeniyle Türkiye’ye karşı her türlü silahlı unsuru devamlı kullanmıştır.

Birçok kişinin şehadet ettiği ve alametlerin de kendilerini haklı çıkardığı bir başka durum da Öcalan’ın Türkiye İstahbarat elemanları tarafından Şam İstihbaratına teslim edildiği ve 12 eylül darbesinde yakalanmamasını sağlandığıdır. Bu konuya da Rojava-3 yazımızda değineceğiz.

Esad’ın Kürtlerle iyi geçinme dönemi 1990 yılından itibaren Saddam ile yakınlaşınca önce Irak Kürtlerinden desteğini çekmesi ardından Irak’ta oluşan fiili durumdan cesaret alan Rojava Kürtlerinin de kültürel hak taleplerini dile getirmesiyle son bulmuştur.

1992 yılında Kürtler ‘maktumim’ uygulamasını 30. Yıldönümünde protesto etmek için basın açıklaması yapınca Esad, Haseke, Rasulayn, Qamişlo ve Afrin’de 260 Kürt siyasetçiyi tutuklayarak ittifaka son vermiştir.

Esad rejiminin Kürtlere uyguladığı baskıları ancak dünya basınına yansıdığı kadarını veya Rojava Kürtlerinin Türkiye’deki akrabalarına anlattığı kadarına vakıfız. Despot rejimin uygulamalarının halkta meydana getirdiği korkuyu izah etme adına yaşadığım bir anekdotu anlatmak isterim.

Suriye’de ‘Arap Baharı’ adıyla kitlesel halk eylemlerinin başladığı zamanlardı; Türkiye’ye gelen bir tanıdığıma orada olan biteni sorduğumda önce etrafına endişe ile bakmış, sonra koluma girerek beni tenha bir yere götürüp kısık sesle olanları anlatmıştı. Ben de gülerek kendisine “endişe etmene gerek yok sen Türkiye’desin” dediğimde “El-Muhaberat her yerde var ve Esad aleyhine konuşmanın cezası infazdır” demişti.

Hafız Esad, ordu ve güvenlik güçlerinin komutanlığını alevilere vererek, Muhaberat ötgütünü kurarak ve rejime bağlı yine alevilerden oluşan ‘Şebbiha’larla (Rejime bağlı özel çeteler) diktatörlüğünü sağlama almış sırasıyla:

1962 Güvenlik yasası, 1965 Devrim koruma kanunu, 1967 Askeri mahkemeleri düzenleme yasası, 1969 Devlet Güvenliğini sağlama alma yasası, 1968 Devlet Güvenlik mahkemleri yasası, 1980 49 sayılı kanun ve 1981 Devlet Kurumlarında çalışmayı düzenleyen kanunlarla korku imparatorluğunu pekiştirmiştir. (Yasaların adına ve tarihine dikkat edin Türkiye’de Kemalist sistemle ne kadar parelel gidiyor)

Esad’ın kendi ülkesinde Kürtleri ezip, Türkiye’ye karşı da PKK’yı desteklemesi her ne kadar resmi kayıtlara göre 1999 Adana protokolünün imzalanmasına kadar sürmüş gözükse de Esad (Baas) PKK ittifakı hiçbir zaman bitmemiştir. Kemalizm, Apoizim, Şiaizim ve Baas ittifakı hiçbir zaman da bitmeyecektir. Bu ideolojik ittifakın değişmez diğer kuralı da Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de hep ölen, ezilen, kaybeden ve kullanılanların Kürtler olduğu gerçeğidir.

Hafız Esad’ın ölümü üzerine yerine geçen oğlu Beşar Esad’ın Cezire bölgesini ziyaret etmesi ve 1960’lı yıllarda başlayan Maktumim uygulaması için bir çözüm bulacağı sözü vermesi Rojava bölgesinde bir sevinç uyandırmış ve Devlet Kürtler üzerindeki zulümlerini biraz da olsa hafifletmiştir. 11 Eylül saldırısı nedeniyle ABD’nin Suriye’yi tehdit etmesi üzerine Beşar Esad Kürtlere verdiği sözlerin hiç birini tutmamış babasının uygulamalarına kaldığı yerden devam etmiştir.

Ancak Qamişlo’da; 12 Mart 2004 yılında El Cihat ve El Fetih takımları arasında yapılan futbol maçında Arapların Saddam posteri açmasına Kürtlerin tepki göstermesi üzerine başlayan olaylar, Rasulayn, Haseke, Amude ve Halep’e de sıçramış olaylarda Suriye bayrakları yakılmış, bazı yerlere Kürdistan bayrağı açılmış, Hafiz Esad heykelleri devrilmiş ve 8 gün süren olaylar sırasında tahminen 150 kişi öldürülmüştür.

Rojava Kürtlerinin rejim karşısındaki en kapsamlı ve büyük isyanı olan bu Qamişlo olayları sonrasında çok sayıda tutuklama olmuş Beşşar ve Kürtler arasında başlayan sıcak ilişkiler kısa bir süre içerisinde bitmiştir.

Normalde Esad ailesiyle iyi ilişikileri olan Haznevi ailesi mensubu Şeyh Maşuk, Qamişlo olayları sonrası rejim aleytarı bazı söylemlerde bulunması ve Kürtlerin kültürel haklarını talep etmesi üzerine Mayız 2005 yılında kaybolmuş üç hafta sonra deyr ez-zor şehrinde ölü olarak bulunmuştur. Rejim her ne kadar şeyhin ölümünden suç çetelerini sorumlu tutsa da başka oğlu olmak üzere tüm ailesi ve Kürtler bu cinayetten Esad rejimini sorumlu tutmuştur.

Baas'ın Kürt politikasını tek kelime ile özetlemek gerekirse; Öcalan’a ev sahipliği yapıp desteklemekle Türkiye Devleti ile hesabını görmek, kendi içindeki Kürtlere yaptığı zulümlere baş kaldıran Kürtleri de yine PKK eliyle susturmak, terbiye etmek ve kontrol altında tutmak. En önemlisi de Sünni Araplara karşı Kürtleri kullanarak iki halkı birbirine düşman edip kırdırmak... 

*

(ROJAVA-3) Suriye Kürtleri Ve Öcalan

PKK: Partiya Karkere Kürdistan (Kürdistan İşçi Partisi)
1970’li yıllarda Abdullah Öcalan öncülüğünde örgütlenmeye başlayan Marksisit-Lenininst bir örgüttür. Kasım 1978 yılında kuruluşunu ilan etmiş, Türkiye İşçi Partisi ile eşgüdüm politikalar yürüten Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük’ün akıl hocalığında eylemler yapan örgüt her ne kadar Kürtlere ‘Bağımsız Birleşik Kürdistan’ vaadinin propagandasını yaptıysa da bu hedefe yönelik hiçbir politikası olmamıştır.

Tek hedefi Kürtlere marksisit-leninist ideolojiyi benimsetmek ve bu ideolojiyi benimseyen diğer halk guruplarıyla ittifaklarını sağlamaktır. Örgütün yegane amacı Kürtlerin; Türkler, Araplar ve Farslar ile din kardeşliği veya tarihdaşlık çatısı altında var olan birlik ve kardeşliklerini yıkıp, yerine onları ‘Halklar’ çatısı altında ideolojik ve kutsalsız bir birliğe zorlamaktır.

Örgütün kurucusu Öcalan’ın bir çok röportaj, makale ve kitabında kendini yarı tanrı ilan etmesi, Kürtlerin geri kalmışlığını islama bağlaması, kendisinin fikirdaşları olan Baas, Kemalizim ve Şiaizimin Kürtlere yaptığı zulümleri İslam ve Müslümanlığa bağlaması ancak bu zulümleri yapan despot rejimlerle devamlı ittifak halinde olması asıl hedefinin ne olduğunu ortaya koymaktadır.

Öcalan’ın Türkiye’de MİT ile ilişkileri, derin devlet ile bağlantıları başta Uğur Mumcu olmak üzere birçok kişi tarafından fotoğraf ve belgelerle iddia edilmiştir. Eski Türkiye’nin sahibi ve akıl hocası olarak bilinen Kemalist rejimin yılmaz savunucuları olan derin yapılanmalar denilince ilk akla gelen Küçük ve Perinçek’in Öcalan ile ilişkileri, söylem ve hedef birlikleri bu iddiaların boş olmadığını göstermektedir.

PKK, kuruluş aşamasında Kürtler içerinde ‘Apocular’ olarak nam yapmış, yıllarca Devlet ile hiç çatışmaya girmeden; Devlet muhalifi Kürt siyasi hareketlerinin tasfiyesini esas almış olması bu iddiayı güçlendiren diğer bir saha gerçeğidir.
Öcalan, 1979 yılında Türkiye’de darbe söylentileri başlayınca ekibiyle beraber Suriye’ye geçmiştir. Darbe yapacak akıl tarafından Suriye’ye gönderildiği ve oradaki Baas rejimine emanet edildiği diğer iddialardan biridir. Suriye’ye geçişi orada kendisine Bekaa vadisinin tahsisi, Şam’da korumalı bir ev tahsisi ve Hafız Esad ile iyi ilişkileri bu iddiaların boş olmadığını ortaya koymaktadır.

Öcalan ve ekibinin Türkiye’de sözde aranıyorken kimlerin yardımıyla ve nasıl sınırı geçtiklerine dair şahitler tarafından yapılan birçok açıklama ve ortaya atılan bir çok iddia vardır.
Öcalan’ın Şam’da kaldığı döneme kendisi ve örgütü için saadet dönemi diyebiliriz. Şam’dayken eşi Kesire Öcalan’ın Pkk kurucusu olan bir ekiple örgütten ayrılması ve ayrı bir örgüt kurmasını saymazsak medyaya yansıyan havuzda yüzme fotoları, yemekli eğlenceleri ve belki kitaplara konu olması gereken ‘Yoğunlaşma Evleri’ adı altındaki haremleri saadet dönemi tanımlamasını teyit etmektedir.

Tabi Esad rejimi Öcalan’a bu imkanları onun kara kaşı kara gözü için sağlamamıştır. Bu destek ahlaki olmasa bile kendisine göre haklı gerekçeleri vardır. Kısaca Baas rejiminin PKK/Öcalan’ı desteklemesinin dört önemli sebebi vardır.
1-İdeolojik kardeşlik.
2-Suriye Kürtlerinin PKK/Öcalan eliyle kontrol altında tutmak.
2-Suriye’nin Hatay’ı kendi toprağı olarak görmekten kaynaklanan Türkiye düşmanlığı.
3-GAP projesiyle Fırat Nehri sularının Türkiye’de tutulmasının Suriye’de oluşturduğu su sorunu.

Öcalan, Suriye’de olduğu sürece Rojava Kürtlerinin özellikle maktimumların ezilmişlik duygularını çok iyi kullanıp PKK saflarına katıp Türkiye’ye karşı savaştırmış, Rojava Kürtlerinin Baas rejimine karşı isyan ve itirazlarına izin vermemiş, itiraz edenleri de rejim adına jandarmalık yaparak bastırıp, susturmuş ve Suriye aleyhine olan GAP projesi kapsamındaki barajların inşaatını engellemek için her türlü eylemi yapmıştır.

Öcalan, Suriye’ye geçtikten sonra Türkiye’de yapılan Askeri darbe ile kurulan sıkıyönetim; yaptığı tüm uygulamalar ile bilinçli veya bilinçsiz olarak örgüte eleman kazandırmak ve onu güçlendirmek için adeta PKK’ye hizmet etmiştir. Kürtlerin Türkiye’ye karşı isyan etmesi için her türlü zulüm, baskı, işkence ve dışkı yedirmeye varana kadar her türlü insanlık dışı uygulama halka reva görülmüştür.

O dönemde Diyarbekir cezaevinde insanlık dışı işkencelere maruz bırakılan insanların; işkence yapan canilerin kendilerine ‘Sen de dağa git, PKK’ye katıl, erkeksen şöyle yap, böyle yap’ diye tahrik edip dolaylı yol göstermelerine bakılacak olursa bu hizmet çok da bilinçsiz yapılmış sayılmaz.

Türkiye’de Kemalizim Kürtlere bu zulümleri yapıp onları ülkeden kovarken; Suriye’deki kardeşi Baas da kendi Kürtlerine aynı zulümleri yapmakla beraber Türkiye’den kaçan Kürtler için Bekaa vadisinde PKK’ye kamp kuruyor ve bir örgütün ihtiyaç duyacağı her türlü silah, mühimmat ve desteği sağlıyordu…

Baas kendi ülkesinin vatandaşı olan Kürtleri her türlü haktan mahrum etmek ve zulüm yapmakla beraber Öcalan’a konak ve koruma, örgütüne eğitim kampı ve silah, üyelerine pasaport ve para imkanı sunuyor hatta PKK’ye katılan Kürtleri askerlikten muaf tutuyordu. ‘PKK’ye katılan Suriye Kürtlerinin Suriye ordusunda askerlik yapmaktan muaf tutulması’ zaten PKK’nin Baas ordusuna bağlı bir birlik olduğunun açık ve resmi belgesidir.

Baas rejiminin, PKK’ye desteği 1987 yılında Türkiye ile yaptığı anlaşmada ‘Suriye topraklarında PKK faaliyetlerine izin verilmeyecektir’ taahüdüne rağmen PKK Beka vadisindeki kampta 1991 yılına ve Öcalan da 1999 yılına kadar kalmaya devam etmiştir.
1991’dekiKörefez savaşı ile Irak kuzeyi Kürdistan bölgesinde oluşan fiili Kürt yönetimi Suriye rejimini tedirgin etmiş, Rojava Kürtlerinin bu fiili durumdan cesaret alarak Baas rejimine karşı seslerini yükseltmesi ve PKK’nin bu muhalefeti bastıramaması üzerine Esad, PKK’yi Bekaa’da çıkarıp Kandil’e göndermiş; Ancak Öcalan’ı Şam’da tutmaya, PKK’ye her türlü desteği vermeye ve ideolojik kardeşliğe devam etmiştir. Öcalan ve PKK de Esad’a sadakatlerini göstermek için 1995 yılı ve sonrasında tüm eylemlerini Hatay bölgesinde yoğunlaştırmıştır.
Baas, PKK ile hedef birliği ve güvene dayalı bir ittifak ile yetinmemiş örgütün etkili bir çok noktasına kendi istihbaratının mensubu olan bir çok Kürt ve Ermeni üyesini de yerleştirmeyi ihmal etmemiştir. Bu kadrolar PKK içinde Suriye’nin sigortası olarak görev yapmış ve PKK’nin Suriye’de Kürt milliyetçiliği propagandası yapmasına müsaade etmemiş ve /veya PKK oradaki varlığını tehlikeye atmamak için böyle bir yola tevessül etmemiştir. PKK planlı bir şekilde Suriye Kürtlerinin Baas rejimine olan öfkelerini de Türkiye düşmanlığına kanalize etmeyi başarmıştır.

Ancak İşsizlik, çaresizlik ve askerlik görevinden muaf olmak için bağımsız Kürdistan hayaliyle PKK’ye üye olan Rojava Kürtleri; PKK’nin 1990’lı yıllarda halktan zorla para alması, çocuklarını alması ve Öcalan’ın Suriye Kürtlerinin sorununu çözmenin tek yolunun buradaki kimliksiz olanların zaten Türkiye’den iltica ettiklerini iddia edip yine bu Kürtlerin Türkiye’ye geri dönmesi gerektiği ve Suriye’de Kürdistan diye bir yer olmadığını iddia etmesi ve baskıları; Rojava’da PKK’ye olan desteği önemli oranda azaltmıştır.

1998 yılında Türkiye’nin Öcalan’ı Şam’da barındırdığı için Suriye’ye sert tepki vermesi ve orduyu sınıra yığıp savaş ile tehdit etmesi üzerine Şam rejimi; İran ve Mısır arabulucuğu ile 1998 Ekim ayında Türkiye ile imzaladığı ‘Adana anlaşması’ kapsamında Öcalan’ı sınır dışı etmek zorunda kalmış ancak kendi vatandaşı olan Kürtleri PKK’ye katılmak konusunda teşvik etmeye devam etmiş özellikle maktimum sınıfında olan Kürtlerin tümünü PKK saflarına iterek bunlardan kurtulmaya ve kendi sorununu çözmeye çalışmıştır.

PKK ile Esad arasındaki ilişkilerde gözden kaçırılmaması gereken bir diğer husus da Beşar Esad ile PKK’nin Türkiye’ye karşı en kanlı eylemlere imza atan şahin yöneticisi Bahoz Erdal kod adlı Fehman Hüseyin’in sınıf arkadaşı ve kardeşiyle çok samimi ilişkilerinin olmasıdır.
Öcalan’ın sınır dışı edilmesi ve PKK faaliyetlerinin yasaklanması üzerine PKK bu defa da Suriye’de PYD ismiyle bir parti kurmuştur. PYD’nin ‘Partiye Yekitiya Demokqrat’ (Demokratik Birlik Partisi) kurucusu Salih Müslim’dir. Partinin silahlı kanadı olan YPG ‘Yekitiya Parastine Gel’ (Halk savunma birlikleri) ve YPJ ‘Yekitiya Parastine Jinan’ (Kadın savunma Birlikleri) PKK’nin Bakaa’dan Kandil’e giderken Suriye’de bıraktığı militanları ve şehir milislerinden oluşmaktadır.

PYD, PKK’nın Rojava’da taban kaybetmesine sebep olan söylemlerini düzeltip daha çok Suriye Kürtlerine hitap eden daha milliyetçi bir dil kullanıp rejime karşı Kürtlerin kültürel haklarını dillendirdiği için rejimle ters düştüğü hatta küçük çaplı da olsa silahlı çatışma yaşadığı dönemler olmuştur. PYD ile Baas arasında çıkan bazı sorunlara Kandil müdahale edilerek PYD tekrar Baas rejimine itaat ettirilmiştir.

Baas rejiminin Rojava Kürtlerine uyguladığı hak mahrumiyetleri ve zulümleri kesintisiz devam etmiş, PKK/PYD’ye desteği kesintisiz devam etmiştir. PKK/PYD’de de rejime olan sadakatlerinin gereğini yerine getirmek için Rojava Kürtleri üzerinde Baas’ın sopası ve jandarması olma görevini ve Türkiye’de istikrarsızlık oluşturma görevlerini yapmaya kesintisiz devam ettirmiştir/etmektedir…

*

(Rojava-4:) Suriye Halk Direnişi Ve Kürtler

15 Mart 2011’de önce kitlesel yürüyüş ve protestolarla başlayan, Rejimin eylemlerde halk kitlelerine ağır silahlarla müdahale edip katliamlar yapmasıyla birlikte iç savaşa dönüşen halk direnişi bugün de kesintisiz devam etmektir.

Rejim muhalifi guruplar siyasi olarak ‘Suriye Ulusal Konseyi’ askeri olarak da ‘Özgür Suriye Ordusu’ çatısı altında toplanmıştır. SUK’un başkanlığını ilk olarak Fransa’da yaşayan Burhan Galyun daha sonra da İsveç’te yaşayan bir Kürt olan Abdülbasit Seyda yürütmüştür. Daha sonra da konseyin başına George Sabra getirilmiştir.

Kürt muhalif guruplar, SUK’un onlara Irak Kürdistanı tarzında bir özerklik hakkı vermediği için ilk etapta liderliğini Mişel Temo’nun yaptığı Şepal Partisi (Kürt Geleceği Partisi) dışında diğer guruplar SUK içinde yer almayı kabul etmemiştir. Şepal Partisi, Enternasyonel Sol bir programa sahip bir partidir. Suriye’nin geleceğinin ilk etapta Baas rejiminden kurtulmaktan geçtiğini bunun tek yolunun da Kürtlerin Rejim muhalifi diğer guruplarla ittifak yapmasından geçtiğini söylemektedir. Ancak PYD dışındaki tüm Kürt muhalif guruplar SUK’a dahil olmasalar da Rejime karşı tavır almış ve bölgelerinde rejim alehtarı gösteriler yapmış, SUK’un direnişini desteklemişlerdir.

PYD, halk direnişinin başından beri rejim ile birlikte hareket etmiş, SUK’a destek veren Kürt muhalefini sindirmek ve susturmak için her türlü girişimde bulunmuştur. Rejimin talebi üzerine (Fehman Hüseyin) Bahoz Erdal komutasında Kandil’den gelen bin kişilik silahlı gurup ilk olarak SUK’a destek veren Kamişlo’daki Bedro aşireti lideri Abdullah Bedro’nun evine baskın yapmış, 3 oğlunu öldürmüş kendisini de ağır yaralamıştır.

Bedro uzun zaman yoğun bakımda kalmış, durumu biraz düzelince yaptığı açıklamada ‘Kürt bölgesi Baas rejiminin milis güçleri olan ve el-muhaberat tarafından yönetilen PKK/PYD’nin kontrolüne geçerse Kürtler, Baas zulmünü mumla arar, PYD’nin asla Kürtlerin bir hakka sahip olmasına da müsaade etmeyecek’ demiştir.

Baas rejimi ve PYD tıpkı Abdullah Bedro’da olduğu gibi bölgenin en güçlü üçüncü partisi olan Şepal’i de susturmak için 8 Ekim 2011’de bir Cuma günü Mişel Temo’ya bir suikast düzenleyerek onu da öldürmüşlerdir. Temo, Celadet Bedirhan platformu ve Sivil Toplum Yaşatma Komitelerinin kurucularından, Gelecek Akım Hareketinin lideri ve SUK’un da yürütme konseyindeki 29 kişiden biriydi.

PYD, Temo’nun öldürülmesinden sonra yerine geçen yeğenini de 25 Mart 2011’de kaçırarak öldürmüştür. PYD’nin Kürt muhalefetini susturma girişimi bunlarla sınırlı kalmamış 14 Şubat 2012’de Yekiti Partisi yöneticisi Şarzad Haci Raşit’i de bir suikastle öldürmüştür. PYD Rojava bölgesinde Kürtlerin Rejim aleyhtarı eylemlerine izin vermemiş, tüm protesto eylemlerine rejim adına silahla müdahale etmiş sadece Amude eyleminde onlarca Kürt gencini öldürmüştür, rejime ve kendisine muhalif Kürtleri Türkiye ve Kürdistan’a göç etmek zorunda bırakmıştır. PYD zulmünden kaçanların başında Salih Müslim’in ağabeyi Mustafa Müslim gelmektedir.

Suriye Kürtlerinin bir kısmı Berzani’ye yakın Kürt Ulusal Konseyi (KUK), bir kısmı Dünya kamuoyu tarafından desteklenen ve meşru muhalefet olarak kabul edilen Suriye Ulusal Konseyi (SUK), bir kısmı da Esad rejiminin kurduğu Ulusal Koordinasyon Kurulu (UKK) olmak üzere üç parçaya bölünmüşlerdir. UKK üyesi tek Kürt gurubu PYD’dir.

Suriye Kürt Ulusal Konseyi (KUK), Mesut Berzani tarafından desteklenen bir oluşumdur. En etkili aktörü SKDP’dir (Suriye Kürt Demokrasi Partisi) 26-27 Ekim 2011’de Kamişlo’da yapılan toplantılarla kurulmuştur. Daha sonra da SUK içerinde yer alan Kürt guruplarla da birleşerek ENKS adını almıştır. ENKS, 16 Kürt parti ve gurubundan oluşmaktadır. Bu yapı kurulunca da PYD yine rejimin UKK üyeliğinden ayrılmamış ENKS üyesi olmayı da kabul etmemiştir.

ENKS, Suriye’de krizin ancak Baas rejiminin devrilmesi ve yerine halkın kaderini tayin edecek bir sistemin kurulması ile aşılacağını söylemekte. Suriye’de yeni kurulacak sistem içerisinde Kürtlerin sosyal, ulusal ve tarihsel olarak Suriye’nin asli unsuru kabul edilmesini, etnik ve dini azınlıkların haklarının da anayasal güvence altına alınmasını amaçlamaktadır. ENKS kendini Suriye Ulusal Konseyi SUK’un bir parçası olarak görmekte ve rejim ile bireysel diyalog, anlaşma ve müzakereyi kabul etmemektedir.

Suriye Kürtleri tek çatı altında toplanmak amacıyla 17-18 Aralık 2011’de Erbil'de toplanma kararı alsa da PYD’nin çıkardığı sorunlar yüzünden tüm tarafların katıldığı toplantı ancak 28 Ocak 2012’de Erbil’de yapılabilmiştir.

Toplantının ilan edilen hedefleri; Dünyadaki Kürt entelektüel ve sivil toplum mensuplarını Suriye Kürtlerinin sorunları üzerinde tartışmak üzere bir araya getirmek, Suriye Kürtlerinin taleplerini belirmek, Esad rejimi sonrası oluşacak güvenlik boşluğunda Kürtleri koruyacak politikalar belirlemek ve Suriye Kürtlerini tek çatı altında birleştirmek. Bu toplantı sonrası Suriye Kürtlerinin sorunları için ‘Yürütme Konseyi’ adı altında 47 kişilik bir meclis kurulmuştur.

9 Temmuz 2012’de Mesut Berzani’nin çağrısı üzerine Suriye Kürt gurupları Erbil’de bir araya gelmiş, bu toplantıya PYD’de de katılmıştır. Masanın bir tarafında ENKS diğer tarafında PYD’ye bağlı ‘Meclisa Gel’ (Halk Meclisi) Berzani gözetiminde müzakereler yapmış ve 7 maddelik 1.Erbil anlaşması imzalanmıştır.

1-Erbil (Hewle) anlaşmasının yerine getirilmesi için bir mekanizma kurulacak.

2-Batı (Rojava) Kürdistan Kürtlerinin siyasi çalışmalarını yönetmek üzere 10 kişilik ‘Kürt Yüksek Konseyi’ kurulacak. Bu konseyin 5 üyesi ENKS’den 5 üyesi de PYD’den olacak.

2-Batı Kürdistan Kürtlerinin eylemlerini gözlemlemek için 3 uzman komite kurulacak.

4-Medya üzerinden Kürtlerin birbirlerini karalayan tüm antipropagandalara son verilecek.

5-Taraflar arasında kesinlikle şiddet kullanılmayacak ve müsaade edilmeyecek, lanetlenecek.

6-Anlaşmayı müteakip en geç 2 hafta içinde komiteler oluşturulmuş olacak.

7-Erbil (Hewler) anlaşmasına taraflar sadık kalacak.

PYD lideri Salih Müslim, 1.Erbil Anlaşmasına sadık kalacağını yönetimi, güvenliği ve dış ilişkileri bu anlaşma gereğince ENKS ile paylaşacağını ilan ettiği halde sözünde durmamıştır.

Erbil anlaşmasının hemen sonrasında Esad rejimi Kürt bölgesinden askerlerini çekmiş ve bölgeyi  PYD’ye bağlı YPG güçlerine teslim etmiştir. PYD anlaşma gereği Suriye Kürtlerinden oluşan ve Erbil’de eğitimleri tamamlanmış ENKS’ye bağlı 6 bin peşmergenin Rojava’ya girmesine müsaade etmemiş ve yönetimi de ENKS ile paylaşma yerine ENKS’yi sindirmek ve tasfiye etmek için baskı yapmaya devam etmiştir.

ENKS, 11 Kasım 2012’de Katar’ın başkenti Doha’da yapılan Suriye Muhalifleri toplantısına Kürtler adına katılmış, PYD ise yine rejim tarafında yer alarak Doha toplantısını ve orada alınan kararları reddetmiştir.

Doha’da yapılan toplantıda muhalefet ‘Suriye Devrim Muhalefet Güçleri Koalisyonu’ (SMDK) adında yeni bir yapılanmaya gitmiş koalisyon başkanlığına yıllarca Emevi Camii imamlığını yapan Şeyh Ahmet Muaz el-Hatib getirilmiştir. SMDK’yı kısa zamanda 100 ülke Suriye Meşru temsilcisi olarak kabul etmiştir.

ENKS, Kürtler adına SMDK ile kurulacak yeni Suriye’nin adının Suriye Arap Cumhuriyeti değil ‘Suriye Cumhuriyeti’ olması, Kürtlere yönetimde %15 temsil hakkı verilmesi, Devlet Başkan yardımcısının Kürt olması ve Kürtlerin kültürel haklarının anayasal güvence altına alınması üzerine anlaştığı deklare edilmiştir. 16 Kürt partisinin çatısı olan ENKS’nin, SMDK’ya katılma kararı ENKS sözcüsü Faysal Yusuf tarafından basına deklare edilmiştir.

1- Erbil Anlaşması, PYD’nin sadık kalmaması üzerine akamete uğraması, PYD ile Kürdistan arasında ciddi sorunlara yol açmıştır. PYD, rejimin talebi üzerine Suriye muhalefetinin bir kolu olan El-Nusra’yı arkadan vurunca El-Nusra PYD güçlerine ağır bir saldırıya başlamış PYD köşeye sıkışınca tekrar Berzani’den özür dileyerek muhalefetin yeniden toplanmasını talep etmiş, 2013’te yapılan toplantı sonrasında 2.Erbil Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma 1.Erbil anlaşmasının hayata geçirilmesini esas almaktaydı.

2.Erbil anlaşması kapsamında PYD, Berzani’den silah yardımı almış, Rojava’da da El-Nusra’ya karşı halk desteği sağlamış ancak yine anlaşma şartlarına uymamıştır. Bunun üzerine Berzani PYD aleyhine sert demeçler vermiş, PYD’nin herkesle oyun oynadığını, anlaşmaları zaman kazanmak için imzaladığını ve ihanet ettiğini söylemiş, Kürtlere zulüm ettiğini, Esad rejiminin emrinde hareket ettiğini beyan etmiş  ve Salih Müslim’in Semalka-Piş sınır kapısından geçişine izin vermemiştir.

PYD, Kobani savaşı nedeniyle sıkışınca tekrar Berzani’ye sığınmış ve bu defa kesin uyma şartıyla yeni bir anlaşma imzalanmasını talep etmiş; 22 Ekim 2014’te Duhok anlaşması yapılmıştır.

Duhok’ta 9 gün süren müzakereler neticesinde; Rojava’da ortak yönetim, Ortak askeri güç ve Siyasi birliğin sağlanması konusu karar bağlanmıştır. Bu yönetimin 30 kişiden oluşmasına üyelerinin 12’sinin ENKS, 12’sinin TEV-DEM (PYD Halk Meclisi) geriye kalan 6 kişinin de iki tarafın belirleyeceği siyasi komite olacağı kararı alınmıştır.

PYD, yine geçen bunca zaman içinde bu anlaşmayı da uygulamamış ve diğer partileri tasfiye politikasını sürdürmüştür. ENKS üyelerini öldürme ve zindana atma, basın mensuplarına suikast ve hapis, peşmergelerin Rojava’ya girişini yasaklama hatta Kürdistan Bayrağını da Berzani bayrağı ilan ederek yasaklama ve protestolarda kullananlara saldırmaya devem etmektir.

PYD, Cenevre-1 ve Cenevre-2 toplantılarına dair gelen davetleri ‘Suriye Muhalefetinin bir parçası değiliz’ diyerek red etmiş, ENKS’nin katılmasını sert eleştirmiş ve Cenevre-2 toplantısının meşru olmadığını iddia etmiştir. Ancak nasıl olduysa PYD bu sefer de Cenevre-3 toplantısına katılmak istemekte ve orada Kürtlerin meşru temsilcisi olarak yer almak istemektedir. Anlaşılması zor olan ise PYD hem muhalifler toplantısına katılmak istemekte hem de Esad rejimine muhalif olmadığını söylemektedir.

PYD, sadece Türkiye değil başta kendisi olmak üzere tüm Rojava Kürtleri ve dünya kamuoyu tarafından da Esad muhalifi olarak kabul edilmemekte; bizzat Salih Müslim: ‘Suriye toprakları üzerinde kimin bir Kürdistan hayali varsa bizi kendi emellerine alet etmesin. Bizim böyle bir niyet ve amacımız yoktur. Biz Esad’a bağlı demokratik güçlerle beraber tüm halklar için Demokratik Suriye’yi inşa etmek istiyoruz, şartlar oluşunca da YPG Suriye Ordusuna katılmaya hazırdır’ demiştir.

Esed rejimi Güney sınırlarının güvenliğini Lübnan Hizbullah milislerine, Kuzey sınırlarını da PYD milislerine emanet etmiştir. Hizbullah ve YPG rejimin milis güçleri görevini üslenmiş, kurdukları sözde kantonların yöneticilerinin maaşları başta olmak üzere tüm ihtiyaçları da Esad rejimi tarafından karşılanmaktadır. Rojava’nın en büyük kenti Kamişlo’da Esad güçleri, Rus güçleri, İran güçleri ve YPG güçleri aynı karargahları ortak kullanmakta ve bunu da tüm dünya kamuoyu bilmektedir…

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!