Humus’dan Şam’a doğru yol alırken içimde hem Humus’da şahit olduğum sevincin etkisi hem de Şam’la yaklaşmanın heyecanı vardı. Şu an yeryüzünde dünyanın en mutlu, en coşkulu insanları kesinlikle Suriyelilerdi ve Esed’den kurtulduklarını hatırladıkça eğlenmeye başlıyor, hürriyetin tadını çıkarıyorlardı. Yıllarca zulüm görmüş mazlum bir halkın sevincine ortak olmak bizi de oldukça keyiflendiriyordu. 2 saatlik bir yolculuğun ardından Şam’ın ışıkları görülmeye başladı. Şam’a tekbirler, salavatlar eşliğinde giriş yapmaya başladık. Heyecandan yerimde duramıyor, Şam’ı görmeye, hissetmeye, anlamaya çalışıyordum. Şam’ı en son Esed’in yeraltı zindanlarından çıkarılıp biri İranlı diğeri Suriyeli iki görevlinin gözetiminde bir arabayla havalimanına götürülürken görmüştüm. Bir sabah vakti etraf sislenmişken radyodan Feyruz içli bir parça seslendiriyordu. Şehrin her yerine Baascı askerlerin yönettiği kontrol noktaları kurulmuştu. Diktatör Esed duyduğu aşırı kaygı ve korku nedeniyle Şamlıların tüm hareketlerini kontrol altına almaya çalışıyordu. Ben arabanın penceresinden Şam’ı seyrederken Feyruz’un şarkıları içimde bir sızıya neden oluyordu. İşte Şam’ı en son bu şekilde terk etmiştim. Şimdi ise büyük bir sevinçle geri dönmüş, özgür Şam’ın sokaklarında fetih tekbirleri getiriyorduk. Tüm dünya bir kez daha günlerin insanlar arasında Allah tarafından nasıl değiştirildiğine şahitlik ediyordu.
Şam yolunda Türkiyeli mücahidlerin bizi misafir etmek istediklerine dair haber almıştık. Bu nedenle Şam’a ulaşır ulaşmaz soluğu bize daha önceden verilen adreste aldık. Burası Şam’ın en gözde otellerinden biriydi. Hemen bize verilen oda numarasını bulduk ve böylece yıllardır HTŞ’nin saflarında zalim rejime karşı savaşan Türkiyeli mücahidlerden Muhammed Ata ile tanıştık. Kırklı yaşlarda olan Muhammed Ata bizi karşıladı ve sohbete başlar başlamaz Muhammed Ata'nın son derece birikimli biri olduğunu fark ettim. Sakalları erken yaşta beyazladığı için gözüme arada sevimli bir dede olarak görünen Muhammed Ata, Şam’ın fethinin her şeyden önce Allah’ın açık bir nusreti olduğunu ifade ederken fetihten önce ciddi hazırlıklar yaptıklarına dikkat çekti. Muhammed Ata sohbetimiz esnasında fetihle ilgili şunları söyledi: "Aslında ortada Allah’ın yeryüzüne koyduğu yasalara aykırı hiçbir durum yok. Mücahidler ilk defa düşmana karşı bu denli büyük bir şekilde saflarını birleştirdiler. Uzun bir süre hazırlık dönemi geçirdik ve rejimi ayakta tutan İran ve Rusya'nın zayıfladığı anda saldırıya geçtik. Halep’i alınca Esed rejiminin 13 yıl boyunca verilen mücadelenin ardından çürümüş bir ağaca dönüştüğünü fark ettik ve sonuna kadar savaşa devam etmeye karar verdik. Halep'le başlayan fetih yürüyüşümüz böylece Hama, Humus, Dera, Lazkiye ve Şam ile devam etti."
Bir süre geçtikten sonra üzerinde askeri kıyafetlerle odaya daha önceden ismini çokça duyduğum Muhtar Türki girdi. Şam’ın fethi ile neticelenen operasyonun askeri komutanlarından olan Muhtar da Muhammed Ata gibi bir Türk mücahiddi. Muhtar söze, “Bir ülkeyi yönetmek savaşmaktan çok daha zormuş. Bizim için asıl yorucu günler yeni başlamış fetihten sonra ilk olarak bunu fark ettik.” diyerek başladı. Muhtar Türki cihada ilk olarak Afganistan'da katılmış, uzun yıllar sonucu elde ettiği tecrübelerle kendini bir hayli geliştirmiş ve zaman içinde HTŞ’nin en önemli askeri komutanlarından birine dönüşmüş. Muhtar ayrıca Suriye cihadı esnasında bir oğlunu da şehit vermiş. Muhtar ve Muhammed Ata ile sohbet ederken mütevazı halleri hemen dikkatimi çekti. İnsan onların mütevazılıkları karşısında eziliyor, cihadın insanı kişilik olarak nasıl terbiye ettiğini de hemen fark ediyordu.
Şam'daki ilk gecemizde geç vakitlere kadar sohbet ettik. Muhtar bütün Müslümanlara örnek olacak, umut verecek bir devlet kurmayı hedeflediklerini söyledi. Bunun için de her türlü istişare ve katkıya açık olduklarını belirtti. Muhtar özellikle İdlib tecrübesinin kendileri için büyük bir avantaj olduğuna dikkat çekerken, sadece savaşacak kadrolara değil; ülkeyi yönetecek kadrolara da sahip olduklarını ifade etti. Şam'daki ilk gecemiz, Türk mücahidlerle saatlerce süren bir sohbetle güzelleşirken Muhtar ve Muhammed Ata ile konuştukça açıkçası geleceğe dair umutlarım daha da büyüdü. Çünkü karşımızda ne yaptıklarını çok iyi bilen insanlar vardı.
Sabah otelden ayrıldıktan sonra ilk olarak kameraman Hamit Coşkun'la 2 ay boyunca esir olarak tutulduğumuz Kefersusa Cezaevi'ne gittik. El Cezire televizyonu kaldığım cezaevinde benimle bir röportaj yapmak istiyordu. Yeraltı cezaevine girer girmez burada geçirdiğim anları tekrar yaşamaya başladım. Her taraf bırakın insanın, hayvanın bile kalamayacağı daracık ve pis hücrelerle doluydu. Cezaevini burada yaşadığım hatıraların eşliğinde gezerken hücreye çevrilmiş tuvaletler dikkatimi çekti. Baas yönetimi öyle zalim bir rejimdi ki daracık hücreleri bırakın, insanları tuvaletlere bile hapsetmişti. Şam'da kaldığımız yeraltı cezaevini gezdikçe bu zalim yönetime karşı elde edilen zaferin ne önemli bir zafer olduğunu daha çok fark ediyordum. Bu zafer gerçekten de yeryüzünün en zalim yönetimlerinden birine karşı elde edilmiş muhteşem bir zaferdi.
Şam'da kaldığım cezaevinden çıktıktan sonra Rükneddin semtine gittik. Buranın her bir köşesi anılarımızla doluydu. Başta Ebu Nur Arapça Okulu'nun çevresi olmak üzere Rükneddin yolu Şam'dan geçenlerin uğrak yeriydi. Ebu Nur ve çevresi yine eski zamanlardaki gibi canlıydı. Ebu Nur'dan "Sugul Cumua" (Cuma Çarşısı'na) kadar olan yolda insanlar alışveriş yapıyordu. Şam’ı, Rükneddin'i, Ebu Nur ve çevresini yıllar önce bıraktığımız gibi bulmak ne güzeldi!
Buradan rotayı şehrin kalbi olan Emevi Camii'ne çevirdik ve önce 1 . Abdülhamid tarafından yaptırılan Sugul Hamidiye'yi adımlayıp bu yolun sonundaki Emevi Camii'ne ulaştık. İslam medeniyetinin en güzel mimari eserlerinden biri olan Emevi Camii'nin bahçesi ana-baba günü gibiydi. Caminin bahçesinde çocuklar, genç kızlar mücahidlerle fotoğraf çektirmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Suriye'de halkın gözünde artık en onurlu, en çok özenilen, en izzetli insanlar mücahidlerdi. Buna gittiğimiz her yerde şahitlik ediyorduk. Caminin bahçesinden içeri girince insanların aşkla şükür namazı kıldıklarına şahit olduk. Suriyeliler Esed rejimi yıkıldığı için bir taraftan gülüp eğlenirken diğer taraftan da Allah’a bol bol hamd ediyorlardı. Emevi Camii'nde namazlarımızı kılıp caminin arka tarafındaki rüya gibi olan sokakları adımlamaya başladık. Buradaki her bir köşe adeta bir eski zaman masalı gibiydi. Dar sokakları aştıktan sonra Şam’ın en hareketli yerlerinden biri olan ve Hristiyanların bölgesi olarak bilinen Bab Tuma’ya ulaştık ve burada birkaç Hristiyan esnafı ziyaret ettik. Hristiyanlar da hallerinden son derece memnundular ve yeni Suriye'yi inşa edecek olan mücahidlere büyük bir güven içindeydiler. Bab Tuma’da gezerken Türk mücahidlerden Muhammed Ata beni arayıp Muhtar Türki'nin benimle baş başa görüşmek istediğini söyledi. Bunun üzerine önce Sheraton Otel’e gittim, burada bir mücahid beni aldı ve başka bir yere götürdü. Burası da bir oteldi. Bir odaya girip bir süre Muhtar’ı bekledik. Askeri kıyafetlerini çıkaran Muhtar cellabiyesi ile karşıma oturdu. Hayatı cihadla geçen ve Şam’ın fethinde büyük rol oynayan bu adama içimden hem sevgi besliyor hem de saygı duyuyordum. Suriye'den önce Afganistan'da da Amerikalı işgalcilere karşı savaşan Muhtar'la karşılıklı oturduk. Bana başından itibaren Suriye'deki direnişi, direnişin yaşadığı krizleri, bu krizleri nasıl aştıklarını, cihad esnasında edindikleri tecrübeleri, yıllar içinde nasıl makul bir çizgiye geldiklerini, Halep operasyonuna başlama kararını nasıl aldıklarını, Türkiye ile ilişkilerini bütün açık yüreklilikle anlattı. Özeleştiri yapmaktan asla çekinmiyor, cihad sahalarının kendileri için adeta bir üniversiteye dönüştüğünü söylüyordu. Ben de bu arada Muhtar’a Ahmet El Şara, Heyet-i Tahrir-i Şam, İdlip’deki cezaevlerinde yaşanan işkence iddiaları gibi meseleleri sordum. Muhtar soruduğum tüm sorulara net, ikna edici cevaplar verdi. O gece geç vakitlere kadar süren sohbetimiz esnasında Muhtar Türki'den adeta Suriye üzerine bir brifing almıştım. Muhtar'ın yanından ayrıldıktan sonra beni buraya getiren mücahid bu sefer tekrar Şheraton Otel’e geri götürdü ve Şam'daki son gecemizi de burada geçirdik.
Sabah Şam’a veda etmeden önce Kasyon Tepesi'ne çıktık. Tepede bir taraftan sabah kahvelerimizi içerken diğer taraftan da şehri seyrettik. Şam'dan ayrılma vakti gelmişti; fakat kalbimi arkamda bırakıp Şam’ı terk edecektim. Bu asla son görüşmemiz olmayacak, bundan sonra Şam İstanbul'dan sonra ikinci şehrim olacaktı. Kasyon Dağı'ndan Şam’ı seyrederken umut doluydum. Çünkü Suriye'nin artık emin ellerde olduğunu hissediyordum. Dağın ardından dedemiz Abdülhamid Han tarafından Müslümanlar arasındaki irtibatı artırmak için inşa ettirilen Hicaz Demir Yolu'nun Şam durağını ziyaret ettik. Abdülhamid Han’ın hayallerini gerçekleştirmeyi onun torunlarına nasip etmesi için dua edip Şam'dan Türkiye'ye doğru yola çıktık. Kendimi artık büyük bir hikayenin başlangıcındaymışız gibi hissediyordum. Bu hikaye kardeşlik ve muhabbetin hikayesi olduğu kadar aynı zamanda Türkiye ile Suriye'nin birlikte yazacakları ihtişamlı bir hikayeydi. Artık tarihin kapılarını yeniden vurmaya başlamıştık.
-BİTTİ-