"Diktatör Esed ve babası bizden hayatımızı ve ülkemizi çalmıştı. Devrimle birlikte hem çalınan hayatımızı hem de ülkemizi geri aldık."
Halep ve Hama’ya yaptığım ziyaretler esnasında belki de en çok duyduğum cümleler bunlardı. Suriye'yi koca bir hapishaneye çeviren Baas yönetiminin devrilmesiyle insanlar hayatlarında ilk defa hür bir şekilde nefes aldıklarını hissediyorlardı. Sokakta, çarşıda veya bir lokantada herhangi bir Suriyeli ile sohbet ederken bu duygunun ne denli önemli olduğunu hissediyordum. Bu tür şahitliklerim, dinlediğim insan hikayeleri bana bir kez daha diktatörlükle yönetilen ülkelerde insanların duygularını anlamadan masa başı yapılacak siyasi tahlil veya ideolojik çıkarımların hiçbir anlam ifade etmeyeceğini öğretiyordu.
Suriye'de geçirdiğimiz ilk gecenin ardından sabahleyin önce Suriye gezimiz boyunca bize yol arkadaşlığı yapacak olan dostumuz Bilal'in okullarını gezmeye başladık. İdlib’in civar bölgelerinden biri olan Atme’de bu denli nizamlı ve kaliteli eğitimin verildiği okullara rastlamak beni şaşırtıyordu. Bilal adeta savaş ortamında çiçek yetiştirmeye odaklanmış ve büyük bir başarı hikayesine imza atmıştı. Bir süre Bilal'in öğrencileri için kurduğu at çiftliğinde atları seyrettikten sonra Halep’e doğru yola çıktık. Bize yol boyunca şoförlük yapan Hamza ise farklı askeri noktaları Esed rejiminden nasıl aldıklarını anlatıyordu. Söylediğine göre özellikle Halep ve Humus’un özgürleştirilmesi esnasında oldukça şiddetli bir savaş yaşanmıştı. Yol boyunca benim asıl dikkatimi çeken durum ise Halep’in girişine kadar tek bir kez bile durdurulmadan yol almamızdı. Geçmişte sürekli durdurulup kontrolden geçirildiğimiz yollarda bu denli rahat yolculuk yapmak bana oldukça ilginç gelmişti. Onlarca yılı aşkın bir diktatörlük daha birkaç hafta önce devrilse de, şehirler arası yollarda emin ve güvenliğin olduğu hemen fark ediliyordu.
Yaklaşık 1 saat süren yolculuğun ardından Halep’e ulaştık. Halep’e girer girmez Rus uçakları ve Esed rejimi tarafından bombalanmış binalar dikkatimizi çekti. Sadece Suriye'nin değil; aynı zamanda İslam medeniyetinin en güzel şehirlerinden biri olan Halep, 13 yıldır süren savaşın belki de en çok zarar gören şehirlerinden biriydi. Halep’i yıkıntılar arasında görmek içimi bir hayli acıtsa da ben asıl şehrin merkezini, Halep’in Binbirgece Masallarını andıran çarşılarını, taş evlerini, daracık sokaklarını merak ediyordum. Kısa bir zaman sonra tarihi Halep Kalesi'ne ulaştık. Şehrin merkezi olan Halep Kalesi'nin etrafı oldukça canlıydı. İnsanlar kafelere doluşmuş ve kafelerden etrafa devrim için yazılan marşlar, müzikler yayılıyordu. Suriyelilerin genelinde zalim bir diktatörü devirmenin onuru vardı ve bu hemen göze çarpıyordu.
Türkiye'den geldiğimizi öğrenen Suriyelilerin hemen yüzleri gülüyor, mazlum insanların zalim bir diktatöre karşı verdikleri mücadelede tarihin doğru yerinde duran bir ülkenin mensubu olmak bizi de mutlu ediyordu. Tarihi Greklere kadar uzansa da bugünkü halini daha çok Eyyubiler döneminde alan Halep Kalesi'nin etrafında bir süre geçirdikten sonra soluğu Halep Çarşısı'nın giriş kapısının önünde aldık. Ziyaretçilerine bambaşka dünyaların kapılarını aralayan Halep’in çarşılarını yıllar sonra yeniden adımlayacağım için öyle sevinçliydim ki anlatamam. Fakat çarşının kaleye bakan giriş kapısı kapalıydı. Ama ben de pes etmeyi düşünmüyordum. Ayrıca Halep Çarşısı'nın başka kapılarının olduğunu da hatırlıyordum. Çarşıya girmek için taş sokakları adımlarken karşımıza ilk olarak Sultan Baybars tarafından yaptırılan bir cami çıktı. Öğlen namazını bu camide kılıp bir süre yürüyüp çarşının başka bir giriş kapısına ulaştık.
Çarşıda tam yürümeye başlamıştık ki bu sefer de karşımıza tarihi bir hamam çıktı. Ben hamamın açık olup olmadığını merak ettim. Kapıyı açıp merdivenlerden aşağıya doğru inince bizi hamamdaki görevliler karşıladı. Hamam çalışıyordu ve Halepli erkekler bu tarihi mekâna hamam keyfi yapmak için gelmişlerdi. Hamamın içinde de devrim marşları çalıyordu. Kısa bir süre sonra hamamın sahibi de yanımıza geldi ve buranın ilk defa Selahaddin Eyyubi'nin kızı tarafından inşa ettirildiğini söyledi. Halep'te nereye adım atsak karşımıza tarihi bir şahsiyetle irtibatlı bir yapı çıkıyordu. Sanki tarih bir geçit töreni olarak önümüzden geçiyor gibiydi.
Hamamdan çıktıktan sonra meşhur Halep sabunlarının, kumaşlarının, etrafa kokuları yayılan baharatların satıldığı çarşılardan birine girdik. Halep Çarşısı'nı yıllar önce bıraktığım gibi bulmuştum. Ayrıca insanların keyif yapmak için bugünlerde hamama gelmeleri, çarşının bu denli canlı olması bize şehirde hayatın kısa bir zaman içinde normale döndüğünü de haber veriyordu. Halep Çarşısı'nın bir güzel keyfini çıkardıktan sonra bir cafede Türkiye'den tanıdığımız dostlarımız Mehmet Algan, Muhammed Atta ve Ömer Özkılıç'la bir araya geldik. Herkesin yüzü gülüyordu. Fakat ben bir an önce Hama’yı görmek istiyordum.
Halep'ten sonra arabalarımıza atlayıp Hama’ya doğru yola çıktık. 1982 yılında Beşar Esed’in babası Hafız Esed tarafından Hama’da 40 binden fazla insan katledilmiş, Hama dünya Müslümanlarının yüreklerinde hiçbir zaman geçmeyecek bir sızı olarak kalmıştı. Hürriyet için büyük bedeller ödeyen Hama’ya doğru ilerlerken ben de çocukken evimizde konuşulan Hama’yı, okuduğum Hama ile ilgili romanları düşünüyordum. Halep ile Hama arasındaki yol da oldukça rahattı ve yaklaşık 2 saatlik bir yolculuğun ardından Asi Nehri'nin üzerindeki tarihi değirmenler bizi karşıladı.
Hama’ya girer girmez ilk olarak Nureddin Zengi tarafından yaptırılan camide ikindi namazımızı kıldık ve sokaktaki insanlarla sohbet etmeye başladık. Herkes büyük bir sevinç içindeydi. Hamalılardan en çok, "Yıllardır bugünü bekliyorduk, sonunda zalim rejimden kurtulduk" cümlesini duyduk. 3 saat kadar Hama’da vakit geçirip arkadaşlarımla birlikte şehirdeki havayı hissetmeye çalıştık. Hama’nın sokaklarını adımlarken bir taraftan insanların hürriyet sevinçlerine ortak olurken diğer taraftan da Hama’nın çektiği acıları düşünüyordum. Fakat her ne olursa olsun zulüm ile abad olunmuyor, zalimlerin tahtları yıllar sonra da olsa yerle bir oluyordu. Hamalı kardeşlerimizi de ziyaret ettikten sonra geceyi geçirmek için tekrar yola koyulup İdlib’in Atme bölgesine döndük.
Bu yazıyı Humus ve Şam'a doğru yola çıkmadan önce yudumladığım Suriye kahvesinin eşliğinde bir yer yatağında yazıyorum. Burada geceler bayağı soğuk olsa da kardeşlerimizin sevincine şahitlik etmek içimizi ısıtmaya, kalplerimize mutluluk ekmeye devam ediyor.