Suriye Gündemimizden Düşmemeli

ZEHRA TÜRKMEN

Yaklaşık üç yıla yakın bir zamandır zalim Esed ve Şebbihalarına karşı, Suriye’nin Müslüman halkı onurlu bir direniş ve mücadele azmi ortaya koyuyor. 2011 Mart ayında başlayan kanlı saldırlar karşısında Suriyeli direnişçiler her zaman barışçıl bir direnişten yana tavır takındı. Ancak, ortada haktan ve adaletten yoksun; Esed rejiminin çıkarları doğrultusunda süren bir katliam söz konusuydu. Ve bu zalim güruha karşı her şeyleri ellerinden alınan ve özgürlük istedikleri için her gün katledilen Suriye halkı imkânlar dâhilinde kendilerini silahla korumak zorunda kaldı. Çok daha acı olan İslami İran’ın ve Hizbullah’ın bu Baasçı-sosyalist katil çetenin yanında yer almasıydı. Silah elbette Suriye halkının arzu ettiği bir durum değildi, ama tecavüzcüye karşı bir savunma insiyakıydı. 

Kur’an-ı Kerim’i bütünsel okuduğumuz zaman, ‘kıtal’ hükmünün saldırı için değil, savunmaya yönelik bir emir olduğunu görmekteyiz. Rabbimiz, ayetlerinde Müslümanlara zulüm ve saldırı karşısında zayıf ve az olduklarında sabrı; kuvvetli olduklarında ise, savaşı emretmiştir. Çünkü, Kur’an’da asıl olan insanların yüreklerini fethetmektir. Özelliklede zayıfsak, imkânlarımız sınırlıysa…

 Biliyoruz ki, Esed ordusunun Rusya destekli dev silah mekanizmaları var. Ve muhaliflere de o dev silahlara karşı koyacak nitelikte silahlar lazım. Rabbimiz Enfal Suresi 60. ayetinde, “Onların atlarına karşı, sizde at besleyin.” diyor. Ama, bugün Suriyeli kardeşlerimizin onların atlarına karşı ellerinde kendilerini koruyacak hiçbir mekanizmaları yok. Ve tek yardımcıları Allah.  Ve ne yazık ki silahı ya spot ve kaçakçı piyasadan ya da Batılı küresel güçlere rağmen bir NATO ülkesi olan Türkiye’den temin edebiliyorlar. Ama hepsi hafif sayılacak silahlar. Ayrıca Türkiye Hükümeti hem içerideki hem de dışarıdaki vesayeti aşarak, ABD ve Avrupa ülkelerini dengeleyerek ve risk alarak bu hafif silahların geçişine imkan sağlıyor. Bunu da oldukça sınırlı bir şekilde yapabiliyor.

Bugün özellikle Suriye meselesi konusunda hükümetin politikasını izlemekten ziyade, hükümetin bu konuda çabaladığı olumlu politikalarını ne kadar talep edip bu çabaların çoğalmasını zorladığımız önem arz etmektedir. Ayrıca hükümetin ne yapıp ettiklerinden daha çok biz Müslümanlar veya cemaatler olarak neler yapıyoruz konusunda daha fazla kafa yormalıyız. Suriye meselesi konusunda acı bir gerçekte şu: Mü’min olmanın gereği ile Suriyeli kardeşlerinin yardımına koşmaları farz olan Müslüman cemaatler, Suriye meselesinde maalesef ki yerel ve küresel vesayeti henüz yeterince aşamamış olan hükümetin daha da gerisinde bulunmaktadırlar.

Bugün Suriye’de tüm küresel aktörler Esed düşerse yerine İslamcılar gelecek korkusu ve telaşıyla, aynı Mısır darbesinde ortaya koydukları tutumlarını tekrarlamak istiyorlar. Dolayısıyla Suriye muhaliflerinin kendilerinden ve bilinçli Müsülümanlardan başka güçleri yok. Tak yardımcıları Allah. Ama buna rağmen ye’s’e, umutsuzluğa kapılmak haramdır şiarıyla olaya yaklaşıyor, umutlarını, inançlarını her daim diri tutuyorlar.

Ve yaşanılan bu zulme rağmen Suriye’nin Müslüman halkı inancından taviz vermiyor, takiyye yapmıyor. Suriye’de yaşananlar karşısında bir “üçüncü yol” mümkündür diyen kafası karışık Müslümanlara karşı, Suriye halkı başka bir çözümün mümkün olmayacağını, tek çözümün onurlu bir direnişten geçtiğini neredeyse üç yıldan beri tüm dünya halklarına anlatmaya çalışıyor. Bunun en açık göstergelerinden birisi de Kasım ayının sonunda yapılacak olan Cenevre görüşmeleridir. Küresel aktörlerin barış için Cenevre’de yapacakları toplantıya Suriye muhalefeti müzakereci olarak İran’ı kabul etmediğini açıkladı. İran katılırsa Suriye muhalefeti bu görüşmelere katılmayacağını belirtti. Ve bu tavrıyla da Suriye halkı özgürlüğe ancak direnişle, mücadele ve devrim ile ulaşacağını belirterek saflarını netleştirmektedir.

Biliyoruz ki Rabbimiz varlıkta da yoklukta da insanoğlunu çeşitli sınavlardan geçiriyor. Şu an Suriye ve Mısırlı Müslüman kardeşlerimizde yoklukla, acıyla, kayıplarla sınanıyorlar. Ancak Suriye ve Mısır direnişinin devam etmesi biz dünya Müslümanlarının da bu konuya duyarlı olmasıyla ilintilidir. Özellikle Suriye konusunda kimi çevrelerce öne sürülen silahlı mücadele meselesiyle, mezhepçilik yaftasıyla, özelliklede Körfez ülkelerinin mezhep tartışmalarına kurban gittiği gibi tartışmalarla, direnişi yıpratma amaçlı teorilerle zihinler bulandırılmakta ve Suriye direnişi gölgelendirilmek istenmektedir. Ancak Müslümanlar olarak Suriye meselesine hakkaniyet penceresinden bakmak ve Suriye’de üç yıldan beri sürdürülen mücadeleyi kendi şartları içinde iyi okumamız gerekmektedir.

Dünya Müslümanları olarak yeryüzündeki Müslüman kardeşlerimizle ellerimiz, kalplerimiz ve inanç bağımız kopartılmak isteniyor. Emperyalist devletler çizdikleri sanal sınırlara bizi mahkûm etmek isteyerek kardeşlerimizle aramıza duvarlar örmeye çalışıyorlar.  Suriye ve Mısır ümmetin sınırları dışına itilemez.  Orda katledilen bizim kardeşlerimiz, bizim canımız. Basit gündemler karşısında Suriye gündemimizden kayıp gitmemeli. Kardeşlerimizle dayanışmamızı her daim diri tutmalıyız. Çünkü hesap gününde yapıp ettiklerimizle ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan dolayı Allah’ın huzurunda hesaba çekileceğiz.