Suriye Ebu Gureybi

ZEHRA TÜRKMEN

Üç seneye yakın bir zamandır Suriye halkı çok zor günler yaşıyor. Suriye’de katliam ve açlık inanılmaz boyutlarda. BM gözlemcileri artık güvenli ortam da kalmadığı için Suriye’de katledilenlerin sayısı 100 bin kişiyi geçtikten sonra öldürülenlerin sayımı durdurdu.

Suriye aç, Suriye susuz, Suriye ilaçsız, sobasız. Açlıktan ölen çocuklar, soğuktan donarak ölen insanlar ve her gün bombaların, füzelerin hedefinde paramparça olan bedenler… Son üç yıldır Suriye halkına yapılmayan eziyet, işkence ve zulüm kalmadı.

Ve Sezar kod adlı polis fotoğrafçısının dışarıya sızdırdığı işkenceyle öldürülmüş 11 bin kişinin fotoğraflarıyla bir kez daha Baas rejiminin vahşeti belgelendi. Fotoğraflardan anlaşıldığına göre dövme, elektrik verme, yakma, boğma ile birlikte aç ve susuz bırakarak ölüme terk etme tarzında işlenen sistematik işkence metodları uluslarlarası uzmanlarca katliam olarak değerlendirildi. Irak’taki Ebu Gureyb Cezevi’ndeki mahkûmlara ABD askerlerinin yaptıkları işkencelerin benzerleri ve belki daha vahimi, Beşar Esad görevlileri tarafından kendi halkına uygulanarak Suriye baştan başa yeni bir Ebu Gurebyb’e dönüştürüldü.

Suriye’de ortaya çıkan bu işkence görüntüleri bizler için çok da şaşırtıcı bir durum değil. Zaten son üç yılda Suriye’de Müslüman halk açlıkla, işkenceyle, katliamla, scut füzeleriyle, bomba ve tanklarla ve kimyasal gazlarla yok ediliyor; her gün onlarca, yüzlerce kardeşimiz sessiz bir şekilde katlediliyor. Bu fotoğraflar ise zulmün farklı bir boyutunu yeniden gözler önüne serdi.

Ancak Suriye’de ki bu korkunç manzara karşısında vicdandan yoksun olanlar bu kadar açık ve net görüntülere bile kuşkuyla yaklaştılar. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, tüm dünyanın gördüğü fotoğrafları görmediğini söyleme pişkinliğini göstererek, “savaş suçu yok demiyorum, suç var ve onları belgelendirmek lazım. Ancak kanıtları yeniden kontrol etmek lazım” şeklinde konuştu. Ve Esed’in dostu İran Rejimi ise bu görüntülerin Cenevre-2 Konferansı öncesinde yayınlanmasına şüphe ile yaklaştıklarını, Lavrov gibi fotoğrafları görmedikleri ve fotoğrafların Suriye hükümeti aleyhine bir atmosfer yaratılmak istendiğini söyleyerek, fotoğrafların propaganda amaçlı olduğunu belirtti.

21. yüzyılın en büyük katliam görüntülerinden biri olan bu fotoğraflara Türkiye’deki aydın denilen bazı yazarlardan ise ilginç yorumlar geldi. Bu aydınlar insanın kanının donduran ve dünyayı ayağa kaldıran görüntüleri “Erdoğan Şansı”olarak ifade edip MİT’in Suriye’ye gönderdiği yardım tırları meselesinin üstünü örtmek amaçlı olduğu edepsizliğini dile getirdiler. Özellikle sol ve ulusal tandanslı gazeteler işkence fotoğraflarını birinci sayfadan görmediler bile.

Bazı medya organları da işkenceyle öldürülen bu 11 bin Suriyeli’nin fotoğraflarıyla ilgili sanki yeni bir şeymiş gibi “insanlığın bittiği nokta” demeye başladılar. Oysa insanlık Irak bombalanırken de, Bosna veya Ruanda katliamları yaşanırken de bitmişti. Zaten bu katliamların doğrudan veya dolaylı sorumluları olan, tarihi süreçte de kızıl derilileri soy kırımına uğratan, siyah derilileri köleleştiren küresel kapitalist sistemde insanlık aramıyoruz. Liberal veya sosyalist-ulusal kümelerin egemenlik hayalleri zaten vicdanlarını köreltmiş. Bizler yaşanan katliamlarla dünya insanlığının vicdanı arasına bilgiyi örtmek için çekilen kalın perdeleri yırtmalıyız; gerçeklerin su yüzüne çıkıp insanlığın fıtri vicdanını ayaklandıracak bilgi akışının önüne set çeken duvarları yıkmalıyız.

Vicdanı körelmiş Avrupa hükümetlerini, ABD erkini harekete geçirmek zor. Ama gerçekler ve katliamlarla arasına perde çekilen, duvarlar örülen Amerika halkının Avrupa halkının fıtri vicdanını bilgilendirip harekete geçirebilmek bizim elimizde. İşkence fotoğraflarının ekranlara düştüğü gecenin ertesinde Fatih’de protesto için yürüyen binlerce insanın haykırdığı slogan bu işin formülü: “Müslüman Uyuma Kardeşine Sahip Çık!”

Suriye’ye giden tırlar tartışmasını da bu son görüntüler bağlamında yeniden değerlendirmek gerekmektedir. Önce Hatay’da durdurulan bir tır, ardından İHH’nın Kilis Ofisi’ne baskın yapılması ve daha sonra Adana’da aranan tırlar… Peş peşe önü kesilerek içinde silah ve mühimmat olduğu iddia edilerek hukuksuz olarak“paralel yapı” anlayışı içinde aranmaya çalışılan tırlar konusunda asıl amacın, Suriye halkına giden yardımların engellenmesi ve Suriye halkının feryadının, sesinin kesilmek istenmesidir. Daha doğrusu Türkiye’nin iç ve dış vesayetten kurtulma çabalarının sabote edilmesidir.

Ancak bizler iman eden insanlarız ve biliyoruz ki “inananlarr bir zulme ve saldırıya uğradıkları zaman birlik olup dayanışma içinde olurlar.”  Emperyalist güçler kardeşlerimizle aramıza duvarlar örmeye çalışıyor. Aramıza konan engellerle birbirimize uzatacağımız yardım elleri koparılmak isteniyor.  

Suriye’de üç yıldan beri yaşanan ve son olarak da işkence fotoğraflarıyla kanıtlanan zulmü görmemezlikten gelemeyiz. Ve yine Şam’a birkaç kilometre uzaklıktaki Yermuk Filistin Mülteci Kampı’nda yok olan insanlığı… Çocuklarının karnını doyurmak için ot toplamaya çıkan annelerin keskin nişancıların hedefi olduklarını… Yermuk’ta açlıktan, yokluktan iskelete dönüşmüş bedenlerin dolaştığını…

Suriye’de insan olmak hayatın bütün kahrını, acısını ve zorluklarını omuzlarda taşımaktır. Ve Suriye, tüm zorluklara karşı sabrın, direnişin bir mektebi niteliğindedir. Bu mektepte yoğrulan kardeşlerimizin yanında olmak ve dayanışma ruhumuzu diri tutmak hepimizin sorumluluğudur. Başka gündemler bahanemiz olmamalıdır. Yoksa zulmün karanlığı perde gibi kalbimizin ve insanlığımızın üstünü örter…