Suriye Direnişini Baltalamayı Marifet Bilen Dostlar

MUSA ÜZER

Dünya düzeninin nasıl bir ahlak-sızlık üzerine kurulu olduğunun en iyi göstergelerinden biri hangi örgütün “Terör” hangi örgütün ise “Kurtuluş” örgütü olduğunun tespit edilmesi olayıdır. Emperyalizmin ve Siyonizm’in hâkimiyeti altında belirlenen bu düzende işgale, emperyalizme, Siyonizme, diktatörlüklere karşı direnen İslami Hareketler çok kolay bir şekilde “Terör örgütü” olarak ilan edilirken başta Müslüman ülkeler olmak üzere dünyanın geri kalan ülkelerinin de bu siyaseti kabul etmeleri yönünde siyasi, ekonomik ve askeri baskı yapılır.

Nitekim Türkiye de son birkaç yıldır bu yönde baskıya maruz kalan ülkelerden biri konumunda. Özellikle R.Tayyip Erdoğan’ın ümmetin maslahatından yana politikaları ve İslami hareketleri destekleyen adımları, Hükümetin Şubat 2013’te “Terörizmin Finansmanını Önleme Kanunu” imzalaması örneğinde olduğu gibi aksi istikamete çevrilmeye çalışıldı. Bürokratik oligarşinin kadroları ve herhangi bir ideolojik, ahlaki hasleti bulunmayan AK Parti yöneticileri marifetiyle de Müslümanlara eziyet veren sonuçlar kısa sürede ortaya çıktı. Erdoğan’ın sıklıkla dile getirdiği “Dünya Beş’ten büyüktür!” serzenişi aslında tam da “terör örgütleri” bağlamında anlamını bulmakta oysa. Türkiye’nin mazlum ve mustazaf halklar yararına olan politikalarını Uluslararası sistem suç ve terör bağlamında ilişkilendirmeye çalışırken ülke içindeki sol, Kemalist, ulusalcı, Fethullahçı, İrancı unsurların her biri de güç ve imkânları nispetinde bu tezi doğrulayan argümanlar ortaya koymaya çalışıyorlar. Örneğin İran kendisine bağlı dünyanın değişik yerlerindeki Hizbullahçı unsurlar eliyle Erdoğan ile Kaide (duruma göre IŞİD) ilişkisini ispatlama manşetleri atarken, Fethullahçılar MİT tırları operasyonuyla ispat yarışına girip Perinçek’in Aydınlık’ı, Kemalistlerin Cumhuriyet’i de manşetle destek veriyordu.

İslamcıların Zayıflığının Ağır Vebalinin İzdüşümü: Suriye Direnişi

Türkiyeli Müslümanların temel sorunlarının başında gelen politik perspektif ve ufuk yetersizliği, talep ve mücadele zaafiyeti, gündem oluşturma, gündeme müdahil olma reflekslerinin zayıflığı, hikmet-i hükümeti kemalat-ı marifetten saymaları bu tür konularda siyasi temsiliyete yön verme ya da yanlış yaptığında itiraz etmeyi engellemektedir. Bu durum çarpıcı bir biçimde Suriye politikasında ortaya çıkmakta. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti hükümeti, sol, Kemalist, ulusalcı, İrancı, Saadetçi grup ve unsurların rezil ve pespaye muhalefetlerine rağmen Suriye halkının onurlu direnişinin yanında durdu. Hatta AK Parti hükümetinin çoğu bakanına, milletvekillerine, teşkilatlarına rağmen bu doğru politikada ısrar edildi. Özellikle AK Parti lideri Erdoğan ve Davudoğlu’nun konumu burada belirleyici oldu. İçeriden, dışarıdan gelen baskılar zaman zaman Hükümetin zikzaklı adımlar izlemesine yol açarken özellikle “terör örgütleri” ile ilişkisi meselesini atlatmakta çok zorlandı. Kimi zaman IŞİD/ Daiş kimi zaman Nusra destekçisi kimi zaman ise Ahrar destekçisi iddiasıyla mahkûm edilmeye çalışıldı.

Başta Amerika olmak üzere dışarıda Avrupa ülkeleri, içeride ise sol, laik güçler PYD/PKK’yı Suriye’de “Özgürlük Savaşçıları” olarak kamuoyuna sunmak için her türlü imaj çalışmasını yürütürlerken Esed’in Şebbihası, İran’ın katil sürüsü Hizbullah’ı ise adeta görünmez kılınıyor. Oysa “Terör” boyutu açısından meseleye bakıldığında açık bir şekilde Suriye’de örgütleri, güçleri tanımlamak mümkün. Sivilleri, savaş dışı unsurları katledenler, insanları dehşete düşürenler, evlerini viran edenler, ağaçları, şehirleri yakıp yıkanlar, şehirlerin nüfus yapısını değiştirenler elbette terör örgütüdür, terör unsurudur. Bu bağlamda örneğin DAİŞ/IŞİD terör örgütüdür, Hizbullah terör örgütüdür. Sivilleri öldüren, şehirleri boşaltıp Stalinist yöntemlerle demografik yapıyı değiştiren PYD/PKK terör örgütüdür. Bütün bunların üstünde sistematik devlet terörünü uygulayan, şehirleri bombalayan, on binlerce sivili katleden Esed rejimi terör örgütüdür. Peki, Cephet’un Nusra, Heyet-i Tahrir’uş Şam, Ahrar-ı Şam nedir? Genel boyutu itibariyle asla ve kat’a terör örgütü değildir. Bu örgütlerin ideolojik ve dünya görüşü itibariyle Amerika’dan farklı olması bu örgütleri terör unsuru haline getirmez. Şairin dediği; “Dost bivefa, felek birahm, devran bisükun / dert çok, hemdert yok, düşman kavi, talih zebun!” durumunun yaşanması hakikati değiştirmez.

Amerika’nın ve onun dünya düzeninin hegemonik terör söylemine paçayı kaptırarak meseleleri anlamaya çalışanlar çıkmaza düşmekten ve çelişkiler yumağından kurtulamazlar. Ver kurtul’un “de kurtul!” versiyonu, Amerika’nın ve müttefiklerinin istemediği unsurlara “terör örgütü” diyerek politika yürütülmesini marifet zannedenler fena halde yanılıyorlar. Erdoğan’ın ve “yeni” Türkiye’nin en büyük gücü hak ve meşruiyet zemininde hareket etmesidir. Ekonomik, askeri, siyasal ya da bürokratik yönden Erdoğan ve Türkiye çok güçlü olduğu için Müslüman halklar yani ümmet derin bir sevgi beslememekte. Bütün bir kazanımları berhava edecek yanlış söylemler, adımlardan hızlı bir şekilde uzaklaşmak gerekiyor. Sadece İran örneği bile başlı başına yeterli. Geçmişte çoğu zaman söylemde kalmasına rağmen emperyalizme karşı duruşu, İslami hareketleri desteklemesi neticesinde Müslüman halkların ilgisini kazanan İran bugün başta Suriye olmak üzere birçok yerde Müslümanları katleden ve emperyalizmin işbirlikçisi politikalarından dolayı nefret ve lanetle anılmakta.

Politik Hattın Doğruluğu, Kadroların Yanlışlığı

Onun için Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere AK Parti Hükümeti Suriye politikasını yeni baştan ele almalıdır. Bürokratik oligarşinin tipik yansıması MİT gibi kurumlar eline bırakılmayacak kadar kutlu ve önemli bir meseledir Suriye direnişi. Cumhurbaşkanı Erdoğan “ya Erdoğan ya Esed” üzerine kurulu tahterevalli düzeneğinin artık kaçınılmaz olduğunu görmek zorundadır. Vicdansız memurlar, korkak danışmanlar, gamsız politikacılar bu bağlamda doğru istikameti elbette gösteremezler. Ya da iki örgüt, bir cephe bölgesi ismini doğru düzgün söylemekten aciz,mesleki donanımı düşük, kahir ekseriyeti zayıf birikimli, çok karakter zaaflı, pelikan kılıklı, cahil cesaretli, tetikçi kıvamlı, arpalık düşkünü, tutarlılık yoksunu havuz medyası unsurlarının Türkiye’nin Kaide’yi desteklemediğini göstermek için yaptığı rezilce yayınlar ve iftiralar mı yol gösterici olacak?

Hareketleri, örgütleri takip etmekten aciz, en basit ve muaccel meseleleri dahi öğrenmek için çaba sarf etmeyenler örneğin en-Nusra ya da Tahrir’uş Şam’ı kendi bağlamında ve Suriye halkındaki karşılığını öğrenme zahmetine girmeden, aynı şekilde el-Kaide’nin son yıllardaki geçirdiği değişimi dikkate almadan söz söyleyenler kime ne anlatabilir? Tahrir’uş Şam’ın 16 Nisan referandumu sonrasında Türkiye halkını tebrik etmesi olayının dahi hareketin tarihi açısından önemli bir farklılaşmaya denk düştüğünü bilmeyenler mi kılavuz olacak?

Amerika’yı razı etmek, PYD’den uzaklaştırmak için Hükümete bağlı havuz medyasının kalemşörleri zaman zaman pikniğe gider gibi İdlib’e sefer haberleri yapıyorlar. Haritada İdlib’in yerini dahi bilmeyenler çok kısa sürede oranın da alınabileceğini müjdeliye veriyorlar. Peki, ama niçin? Ve bu iş bu kadar basit mi? Oysa İdlib bugün dileyen herkesin ziyaret edebileceği özgürleştirilmiş en önemli toprak parçası. Şehrin güvenliğini sağlayan direnişçiler gazetecilerin gelip özgür bir şekilde istedikleri haberleri yapabileceklerini defalarca belirtmelerine rağmen. Gazetecilik kumaşı zayıf olan bu zevat haliyle lütfedip ziyaret etmedi. Benzer bir durum üstelik vebal olarak Türkiye’deki dindar, İslami cemaatlerin, temsilcileri, abileri, üstadları, hocaları, yazarları için de geçerli. Cerablus’a gitmeyi akledenler İdlib’e niçin gitmediler, gitmiyorlar? Kardeşleri hangi ahval üzerinde gözleriyle müşahede etmiyorlar?

“İdlib’e operasyon” cümlelerinin somut anlamı şudur: Müslümanların kanını dökmek. Bırakınız Müslüman’ı, haksız yere bir insanın öldürülmesi dahi büyük bir suç iken ağır bedeller ödenerek özgürleştirilmiş topraklara sefer söylemleri de neyin nesidir? Bu kötü ve çirkin fikri aklından geçirenleri uyarıyoruz! Bu vebalin altından kalkamazsınız. Üç günlük sahte zaferler için ellerini kana bulayanlar hakikatte mağlupturlar.

Politikada Israr, Cephede Ortaklık

Hadi ihlas ve rızayı ilahi için Suriye direnişinin desteklenmesini geçtik en azından Suriye sosyolojisinden istifade edilsin diyoruz. O da yok! Amerika binlerce kilometre öteden gelip bu sosyolojiden kendi dünya görüşüne uygun örgütleri destekleme babında PYD/PKK’yı tam teçhizat, son sürat desteklemesini gayet iyi beceriyor. Üstelik bölgedeki en önemli müttefiki Türkiye’nin bütün uyarı, ikaz ve rahatsızlığına rağmen. Dünyanın birçok ülkesinde terör örgütü olarak nitelenen PKK’yı kelime oyunlarıyla farklı ambalajda sunma taktiğini kullanarak. Amerika açısından bakıldığında durum bir şekilde anlaşılabilir.

O halde Suriye halkının onurlu direnişine yakından bakan Türkiye açısından durum nasıl olmalı? Bugün Suriye’de az buçuk sahayı bilenlerin ortaya koyacağı stratejik görüş “Birleşik Cephe” anlayışı olmalıdır. Nusra’dan Ahrar’a, Tahrir’uş Şam’dan Özgür Ordu’ya bütün unsurların daha açık bir şekilde aynı cephede mübareze etmeleri gerekirken Türkiye ve Katar’ın hatta tutarsızlık ve olumsuzluklarına rağmen Suud-i Arabistan’ın da bu cephe siyasetiyle birlikte hareket etmesi elzem. Esed, Rusya, Amerika, İran, PKK, Hizbullah kuşatması ve hamleleri ancak bu cephe siyasetiyle bertaraf edilebilir. Bütün bu şer cephesi Suriye halkının ve onun meşru temsilcisi direniş hareketlerinin lehine olabilecek bütün gelişmeleri aralarındaki çelişkilere rağmen elbirliği içerisinde engelleme politikalarından ibret alınması lazım.

Emperyalizmin ve Despotizmin İşbirlikçilerinin Yüzsüzlüğü

Üstelik bu Solcuyu, Kürtçüyü, İran’ı, Amerika’yı, ulusalı, Kemalist’i, Hizbullah’ı, PKK’yı, DHKP’yi nesnel olarak aynı cephe siyasetinin içine sokan görüntüde Sol ve Amerika’nın aynı ahlaksızlık çizgisinde buluşmalarının da üzerinde durmak gerekiyor. Emperyalizmi itikatlarının baş umdesi haline getiren sol-sosyalistler, PKK şemsiyesi altında Amerikan emperyalizminin kucağına düşmekten utanmamakta. Yıllarca Hamas’tan Kaide’ye, Taliban’dan Ahrar’a, Erbakan’dan Erdoğan’a, Ladin’den Gannuşi’ye kadar, emperyalizmin İslami Hareketleri desteklediği yalanını söylemekten utanmayan Sol’un maskesi Suriye direnişinde düşmüştür.Tıpkı güya “Büyük Şeytan” Amerika’nın düşmanı olan İran ve Hizbullah’ın Suriye ve Irak’ta emperyalizmle yaptıkları işbirliği örneğinde olduğu gibi. Onun içindir ki, Türkiyeli Müslümanlar başta olmak üzere hak ve adaletten yana olan tüm Müslümanlar rahat ve açık olmalıdırlar. Nusra, Tahrir’uş Şam, Ahraru’ş Şam’ın terör örgütü olmadığını, despotizme karşı mücadele veren Suriye halkının meşru temsilcileri olduğunu her platformda ifade etmelidirler.

Birilerine “terörist” yaftası yapıştırma hakkı ve salahiyetinin dünyayı yakıp yıkanların elinde olduğu düzeni açık bir şekilde reddetmek gerekiyor. Bunun yolu ise haliyle Amerika’nın terör diye damgaladığı unsurlara terörist deyip, kendisinin terörist olarak gördüğü unsurlara da Amerika’nın terörist demesini beklemekten geçmiyor.

Küresel efendilerden medet umularak coğrafyamızın meseleleri hallolamaz. Kitab-ı Mubin yeryüzünü ifsad eden bu zalimlerin mantığını bizlere çok açık bir şekilde bildirmekte Kendilerine yeryüzünde fesad çıkarmayın denildiğinde “Biz ancak ıslah edicileriz” diyen bu zalimlerin “bozguncuların/teröristlerin ta kendileri” olduklarını buyurmakta. Kavramları doğru kullanmak, vakayı doğru değerlendirmek gerekiyor. Doğruluk kriterlerinden biri ise hak ve adalet çizgisinden sapmamaktır. Mazlum halklar ve İslami direniş güçleri nezdinde tutarsız, itibarsız konumuna düşürecek yanlış adımlardan muhakkak kaçınılmalıdır. Ve bugün Suriye direnişi tam da bu bağlama denk düşen bir anlamı ihtiva etmekte.