Suriye kıyamı başladığında gelecek vadeden genç bir milli kaleciydi Abdulbasit Sarut. Devrime katıldı ve Humus’ta genç yaşına rağmen direnişin önderlerinden oldu, kahramanlıkları ve söylediği şarkılarla devrimin sembolü haline geldi.
Humus’un düşmesinden sonra da direnişten vazgeçmedi. Gittiği her yerde mücadeleye devam etti. Babası ve 3 kardeşi Esed güçlerine karşı verilen mücadelede şehit olmuşlardı. Ve Abdulbasit Sarut da bir cihad meydanında, 8 Haziran 2019’da Hama kırsalında şehit düştü.
Mehmet Ali Aslan'ın 8 yıl önce kaleme aldığı aşağıdaki yazı, Suriye intifadası henüz 2. yılını bile doldurmamışken Sarut’un nasıl bir devrimin sembolü haline geldiğini aktarıyor. “Allah’tan başkasından yardım istemeyiz!” nidası unutulmayacak elbet.
Devrimin Susturulamayan Sesi: Abdulbasit Sarut
“Kan döktükçe zayıflıyorlar.
Biz ise Rabbimiz için ölümü göze aldık.
Zillete asla boyun eğmeyeceğiz!”
(A. Sarut)
İlk kıvılcımı Dera’da tutuşan Suriye kıyamı 21 aydır sürüyor. Tarihimizde, kıyamı bastırmaya çalışan Suriye rejiminin hiçbir sınır tanımayan vahşiliğine rağmen bir gün dahi ara verilmeden bu kadar uzun süren bir direnişe rastlanmamıştır. 50 bine yakın şehidi, birçoğu hayatına normal bir şekilde devam edemeyecek on binlerce yaralısı, kayıpları, yarım milyonu aşan mültecisi, işkenceleri, tecavüzleri, harabeye çevrilen şehirleriyle Suriye’de yaşanan devrim süreci eşine zor rastlanır bir mahiyet arz ediyor.
Kolay değil; kıyılan onca çocuğa, kanatılan bebelere, yetim bırakılanlara, bütün ailesi boğazlananlara rağmen bir direnişi bu kadar uzun bir süre taşımak. Kolay değil; gözü dönmüş, barbarlıkta rakip tanımaz çetelere karşı eldeki kıt imkânlarla bir mücadeleyi göğüslemek. Zordur açlığa, soğuğa, yoksunluğa karşı savaşım vermek.
Suriye halkı bunu başardı. 21 aydır aralıksız süren katliamlara, bombardımana, baskınlara, tutuklamalara rağmen 21 ay boyunca kesintisiz bir direniş sergiledi. Yaşanan tablo göz önüne alındığında şimdiye kadar çoktan halk, “Bu felaketler, acılar sizin yüzünüzden başımıza geldi. Olmuyor, bu zalimleri devirmek çok zor!” deyip direnişçilere “yeter” demeliydi. “Bırakın artık bu silahı, teslim olalım, daha fazla çocuğumuz ölmesin!” diyerek Özgür Ordu savaşçılarını, direniş tugaylarını suçlamaya başlamalıydı. Ama hayır! Bu halk, bizzat direnişin içinde yer aldı, silahlanan evlatlarını bağrına bastı, onları kurtuluşun yegâne temsilcisi olarak gördü.
Bu süreçte sahabe hayatından tabloları anımsatan o kadar çok örneklikler yaşandı ki. Bir zamanlar miskinlikle suçlanıp tu kaka edilen Suriye halkı, ortaya koyduğu eşsiz cesareti, adanmışlığı ve fedakârlığıyla artık imrenilen, gıpta edilen, gurur duyulan bir halk oldu. Evet, yalnız bırakıldı ve hatta yazdığı bu destana rağmen “ümmet”in bir kısmı tarafından arkadan bıçaklandı ama Allah’a olan güveni sayesinde müminlerin ve insanlığın kalbinde büyük bir zafer kazandı.
Bu süreçte öne çıkan isimler oldu. Suriye kıyamı öyle kahramanlar doğurdu ki, onları tanımanın şerefine nail olmayı Rabbimizden dilemek hiç abartı olmayacaktır. Belki birçoğunun ismini dahi duymak mümkün olmayacak, birçoğu zaten şehit düştü ancak bu kahramanların yaşanan süreçteki çabalarının bir halkı devrime katma başarısıyla neticelendiğine tanıklık ediyoruz. Bu kahramanları bazen Cuma eylemlerinde kitlelere verdikleri coşku ya da eylemlerde muazzam disiplinin sağlanmasındaki rolleri ile görürüz; bazen de saldırı anlarını ve çatışmaları ellerindeki basit kayıt cihazlarıyla dünyaya taşımadaki cevvaliyetlerini sergilerken. Bazen yaralıları tedavi etmedeki azimleri ile karşımıza çıkarlar, kimi zaman halkı motive eden özgürlük şarkılarıyla. Gerçek bir imam olma adanmışlığını onlarda gördüğümüz gibi bazen de ellerinde silahları Baas çetelerine karşı halkı savunma esnasında çıkarlar karşımıza.
Onlardan biri olarak İbrahim Kaşuş’u unutmak elbette mümkün değil. Hama’da kitleleri ayağa kaldıran alaycı şarkıları boğazının kesilerek şehit edilmesine yol açtı ama en çok sevilen “Yalla İrhal Ya Başşar” şarkısı sadece Suriye’de değil, tüm dünyada adeta bir devrim şarkısı haline geldi.
Dr. Muhammed’i hatırlamayanımız yoktur. Hani şu Humus’un harabeye çevrilen Baba Amr ve Halidiye semtlerinden tüm dünya Müslümanlarına seslenen doktoru. Önüne gelen onlarca yaralıya hastaneye çevrilmiş derme çatma bir odada, ilaç ve teknik gereçlerden yoksun bir şekilde müdahale ederken bir yandan da sesi kısılıncaya kadar gözyaşları içinde bize seslenen doktor... Kısa sürede çok sayıda kol-bacak kesmek zorunda kalan Dr. Muhammed halen yaşıyor mu bilmiyoruz ama içinde bulunmuş olduğu psikolojiyi yansıtan kısık sesi hâlâ kulaklarımızda çınlıyor.
Halid Ebu Salah da onun gibi bir doktordu. Kucağında can veren çocuklar, bebeklerle tanıdık onu. Humus’taki birçok saldırı sonrasında verdiği demeçlerle dünya Suriye’de neler yaşandığını öğreniyordu. Humus’taki yerel devrim konseyinin temsilcisi olarak Türkiye’ye geldiğinde aldığı yaralardan ötürü ameliyat da olmuştu. Kendisini Beyazıt’ta Özgür-Der’in eyleminde konuşurken dinlemiş, direnişçilerin selamını almıştık.
Humus’u Baas ordusundan koruyan genç teğmen Abdurrezzak Talas’ın namı da kısa sürede tüm Suriye’ye yayılacaktı. Artık onu hep elinde silahı, halkın içinde, omuzlarda taşınırken görecektik.
Milli Takım Kaleciliğinden Devrimciliğe
Ve Abdulbasit Sarut… İngilizce transkripsiyon ile Abdelbasset Saroot… Suriye devriminin susmayan ve susturulamayan sesi o… Bir zamanlar İbrahim Kaşuş’un Hama’da icra ettiği misyonu Humus’ta sergileyen kahraman… Sadece Humus’ta mı, Suriye’nin sesi oldu Sarut. Belki birçoğumuz ismini duymamışızdır ama onun sesini duymayan, bilmeyen yoktur. Literatürümüze “komplocuların ezberini bozan görüntü” diye giren o meşhur videodaki sloganları attıran cengâverin ta kendisi. Hatırlayalım: Sarut’un “İçinizde Obama’dan, Sarkozy’den, Erdoğan’dan, herhangi bir şahıstan ya da meclisten veya Arap Ligi’nden zafer/yardım bekleyeniniz var mı?” sorusuna kitle hep bir ağızdan “Hayır!” diyor ve “Zafer Allah’tandır!” dedikten sonra hep bir ağızdan Nasr Suresi’ni okuyordu.
Abdulbasit Sarut, en çok Humus’taki eylemleri yönetirken karşımıza çıkıyor. O güçlü sesiyle binlerce kişiye verdiği coşkunun içinde olmak şöyle dursun izlemek dahi o kadar etkileyici ki. Kimi zaman yanında bir kız çocuğu, bazen kucağında bebek ile attırdığı sloganlarla Suriye direnişinin İslami kimliğini öyle net vurgular ki, adeta kirli odakların dezenformasyon çabaları ve ithamları kulağına gitmiş de onlara cevap verdiğini hissedersiniz.
Sarut, sadece slogan attırıp eylem yönetmiyor. Çokça şarkı söylüyor. Arapların aşina olduğu müziklere yazdığı devrimci sözler, Esed rejiminin uçaklarından, bombalarından, tanklarından çok daha güçlüdür. Suriye halkı o şarkılarla direniyor, o şarkılarla yürüyor, o şarkılarla şehitlerini uğurluyor. Sarut, kimi zaman elinde mikrofon bir şehit cenazesinde marşlar söylüyor, topluluğa halay çektiriyor. Bazen bir evde silahlı direnişçilerle toplanmış birlikte şarkılar söylüyor, onları motive ediyor. Şehit düşen Suriyeliler için yazdığı sözler çok kısa sürede tüm Suriye’de ezberleniyor. Onun söylediği şarkılara yapılan onlarca klip için ismini Youtube’a Abdelbasset Saroot şeklinde yazmak yeterli.
Sarut, gerçekte bir ses sanatçısı değildir. Sesinin gücüne karşın niteliğinin iyi olduğu da söylenemez. Ama öyle yürekten, öyle coşkun okur ki, Suriye sokaklarını, devrimi bizzat içinizde yaşarsınız. O, sokağın en güçlü sesidir.
Sarut, devrim süreci başlamadan bir futbolcuydu. Suriye (23 yaş altı) milli takımının kalecisiydi. Kardeşi Baas güçlerince şehit edildi. Kendisini devrime adadığında henüz 19 yaşındaydı. Eski mesleği nedeniyle rejimin öncelikli hedefleri arasındaydı. Buna rağmen sürekli meydanlarda, kürsüde olmayı sürdürdü. Birkaç kez ciddi şekilde yaralandı. Bazen tedavisi günlerce/haftalarca sürdü. İyileşti, koltuk değneklerine yaslanarak yine meydanlara çıktı, slogan attı, şarkı söyledi. En son geçtiğimiz ay içinde yine yaralandı. Yarasının verdiği acıyla şöyle bağırıyordu: “Humus’ta kuşatma altında mahsur kalan aileleri kurtarın!” Canı yanarken dahi çocukları, kadınları, yaşlıları düşünüyor; bu zulme karşı harekete geçmek için Müslümanlara sesleniyordu.
Sarut, daha devrim sürecinin başında muhaliflerin tarafında yer aldığı için takımdan atıldı. Rejim tarafından bir Selefi devleti kurma gayreti içinde olmakla itham edildi ve başına 2 Milyon Suriye Lirası ödül kondu. Sarut, esprili kişiliğiyle rejimin bu iddialarıyla hep dalga geçti. Humus’un yok edilen altyapısının yol açtığı sellere karşı kanalizasyon ıslah çalışması yaparken, sultanların Selefi devlet kurmak için kendisine gönderdiği “dış yardım” diyerek elindeki birkaç kuruşu gösteriyordu.
1 Ocak 1992 doğumlu olan Sarut, sürekli gülümseyen yüzüyle Humus halkının sembolü oldu. Gençler onu gördüğünde “Allah seni korusun Abdulbasit!” sloganı atarken; çocuklar da “Sevgilimiz Abdulbasit” diye tempo tutuyorlar. Rejimin yok etmek istediği isimlerin başında geldiği için sürekli yer değiştiren Sarut, Özgür Suriye Ordusunun kontrolü sağladığı bölgelerde bir yandan protesto organizasyonlarına devam ederken öte yandan omzunda silahıyla Baas çetelerine karşı askerî bir direniş içinde yer alır. Demeçlerinde “şehadet” olgusuna sık vurgu yapar. Zillet altında yaşamaktansa Allah yolunda ölümü göze aldığını ifade eden Sarut, kendisine görmek nasip olmasa bile zafere olan inancını ortaya koyar. “Beşşar Esed’le görüşme imkânın olsaydı, ona neler söylemek isterdin?” sorusuna “Onunla asla görüşmezdim. Onunla hangi amaçla olursa olsun görüşmeyi zillet kabul ediyorum. Biz halkının katili olan bu adamın idamını istiyoruz.” şeklinde cevap veren Sarut, “din âlimleri” Hassun ve el-Buti’yi de rejime yağdanlık yapmakla niteler.
Kendisiyle yapılan çok sayıda röportaja internetten ulaşmak mümkün. Milli kaleci olması hasebiyle yabancı medyanın da ilgi odağı olan Sarut, verdiği demeçlerde, futbol kariyeri dolayısıyla dünyada her yere özgürce gidebildiğini söylüyor. Fakat ona göre özgürlük bu değil. Özgürlük düşünceyi ve fikir beyan etmeyi de kapsar. Suriye’de 40 yılı aşkın süren despotik rejimin tahammül edilemez bir noktaya geldiğine dikkat çeken Sarut, “Öyle bir rejim yarattılar ki oğul, annesiyle konuşamaz hale geldi.” diyerek Suriye’deki rejimin baskıcı karakterini oldukça güzel bir şekilde tasvir eder.
Mütevazı kişiliğinin sonucu olarak kendinden bahsetmeyi pek sevmeyen Sarut, “Kardeşimi kaybettim ama on binlerce insanın katledildiği gerçekliği içinde bunu ifade etmenin dahi önemi azalıyor. Katledilenlerin, gözaltında kaybedilenlerin hepsi kardeşimdir. Her aileden bir kayıp vardır; bu bizim için onurdur.” şeklinde konuşurken yaşına oranla olgun bir mücadele insanı karakteri çizer.
Sarut’un dikkat çeken bir diğer özelliği de birleştirici kişiliğidir. Kendisiyle özdeşleşen “Ya Allah Menna Ğayrak Ya Allah!” nidası Suriye’de bir gerçeğe tekabül etmektedir. Baas diktasına karşı yalnız bırakılan Suriye halkını hep birlikte mücadele etmeye çağırır. Israrla tek yardımcılarının Allah olduğunu her ortamda vurgular. Kimi zaman bütün topluluğa kelime-i şahadet getirtirken arkasından Hz. İsa’nın da Allah’ın nebisi olduğunu hatırlatarak Hıristiyanların da bu devrimde yer alması gerektiğine dikkat çeker. Aleviler içinden devrime destek verenleri kürsüde konuşturarak Suriye kıyamının mezhebî bir karakter taşımadığının altını çizer.
Sanatın sokağa yansıyan yüzü Sarut, Suriye devriminin çığlığıdır. Bu çığlık, susanlara inat bir zafer muştusudur. Rabbimiz onu korusun. Bizleri de kendisinin ve tüm Suriye halkının yaralarını sarma çabasında olanlardan eylesin. Özgür Suriye’de özgür şarkıları onun özgürleştiren sesinden dinlemeyi nasip etsin.