Suriye Cihadı ve İran’ın Rolü

Özgür-Der Sakarya Şubesince düzenlenen Suriye Cihadı ve İran’ın Rolü başlıklı konferansı Musa Üzer sundu.

Özgür-Der Sakarya Şubesince düzenlenen Suriye Cihadı ve İran’ın Rolü başlıklı konferans Adapazarı Ofis Sanat Merkezinde Haksöz Dergisi Yazarı ve Özgür-Der Genel Sekreteri Musa Üzer’in sunumu ile gerçekleştirildi. 

Musa Üzer Suriye cihadında oluşan süreci kısaca aktararak başladığı sunumunda İran’ın en baştan beri olumsuz bir duruş izlediğini 2011-2012 yıllarında henüz her şey bu kadar netleşmemişken dahi İran’ın adalet ve özgürlük isteyen müslümanların yanında değil rejimin yanında yer alan bir söylem ve eylemi tercih ettiğini fakat o dönemde maslahat gereği bunun fazla gündeme getirilmediğini ve görmezden gelindiğini fakat daha sonraları artık mızrağın çuvala sığacak durumu kalmadığını ve her şeyin gün yüzüne çıktığını belirtti. Bugüne gelindiğinde ise artık İran’ınMüslümanları katleden, mazlumlara karşı zalimin yanında yer alan ve bunu açıkça ortaya koyan bir ülke konumunda olduğunu belirtti..

Musa Üzer, şahit olunan, yaşanmışlıklar üzerinden de aktarımlar yaptığı sunumunun özet başlıkları aşağıdadır:

Şimdi bir yaklaşım biçimi var. Müslümanlar bazı üzücü ve sonuçları itibariyle de yıkıcı olaylar yaşamışlar. Mesela Cemel ve Sıffin vakaları. Ne diyorlar: Abdullah İbn Sebe diye biri çıkmış ve bütün bir sahabeyi ve tabiini kandırarak onları birbirine düşürmüş ve Müslümanlar birbirlerinin kanını dökmüşler. Bu “üstakılcı” yaklaşım biçimi o dönemin güzide insanlarına sahabeye ve diğerlerine karşı bir haksızlık değil midir?

Yine Osmanlı’nın çöküşünü anlatan hikayelerde Lawrence diye birinden bahsedilir. Adam o kadar maharetlidir ki koskoca devleti tek başına yerle bir etmiştir. Bütün bu masallar niçin anlatılır? Biz masumuz ama dışarıdan birileri bizi birbirimize kırdırıyor. Aynı saçmalıkların bugün de devreye sokulduğunu görüyoruz. Güya emperyalistler Müslümanları birbirine kırdırıyor, mezhep savaşı çıkarma derdinde imiş. Yok Kissinger demiş ki “Bundan sonra Müslümanları birbiriyle savaştıracağız.” Utanmadan gazete köşelerinde bu yalanları yazabiliyorlar. Niçin? İran’a katil dememek için. İran’ın Irak’ta, Suriye’de işlediği cinayetlerin üstünü örtmek için.

Takiyye ve propaganda konusunda çok mahir olan İran da bu söylemi çok sevdiğinden başta Şiilerin lideri Ali Hamaney olmak üzere bu argümanları kullanmaktadırlar. Sanki bütün bu cinayetleri kendileri işlemiyormuş gibi, Şam’a, Bağdat’a pikniğe gitmişler gibi konuşuyorlar. İnsanın duymaktan artık rahatsız olduğu vahdet kelimesini ağızlarından düşürmezler. E o zaman buna göre davranın. Ötekileştirdiğiniz Sünni Müslümanları gerçekten kardeş bilin. Mezhepçilik ve İran emperyalizmi adına işlediğiniz cinayetlerden vazgeçin. Müslümanlara karşı büyük şeytan Amerika’nın yanında yer almaktan, Esed gibi tağutları korumaktan vaz geçin. Engelleyen mi var?

Tam teşekküllü bir akıl tutulmasına uğradıkları için İran tüm dünyada İslami Hareketlerin kendisinden nefret ettiğini göremiyor. Hatta her yerde onlarla savaştığını görmek istemiyor. Sadece Türkiye’de bile bakıldığında haklı olarak nasıl nefret edildiği ortadadır. Türkiye’de İran’ın yanında onun için çalışan ve kendilerine İrancı denilen küçük bir grup ile medyadaki uzantıları, Şiiler, Aleviler, Gezici sol, PKK yer alıyor artık. Bir de tabanı farklı olmasına söylem ve eylemleriyle İran’ı kollayan bir camia daha farklı yerde durmakta.

Tam da bu noktada şunu söylemekte fayda var. Hayatları boyunca tağuta karşı kıyam söylemini dillerinden düşürmeyen bazı Müslümanların iş Suriye’ye geldiğinde suskunluk ya da sahiplenmeme gibi bir duruma düştüklerini gördük. Hatta süreç içerisinde olayı tanımlarken “kardeş kavgası” gibi tanımlamalarda bulunduğunu gördük. Ne zamandan beri zalimlerle, tağutlarla Müslümanlar kardeş oldular. Oysa aynı çevreler haklı olarak PKK’ nın Müslümanları katletmesine cevap vermesini bazı çevrelerin kardeş kavgası olarak nitelendirmesine tepki göstermişti. Sırf İran işin içinde diye yaşanan vakayı tanımlamada yanlışa düşmek vahim bir olaydır. Müslümanlar arası güven ilişkisini temelden sarsıcı bir hadisedir.

İran’ın işlediği cinayetleri hafifletmek ve suç bölüşümü yaparak cezayı düşürmek için Türkiye’yi de aynı hatalara ortak etme çabası ise beyhudedir. Suriye konusunda “İran ve Türkiye ikisi de yanlış yaptı” demek haksızlıktır. Birisi zalimin yanından durmuş öteki mazlumun yanında. Nasıl aynı olabilir? Her şeye rağmen İran ve Türkiye anlaşma yapmalı sözünün de bir anlamı yok. Çünkü Erdoğan da, Davutoğlu da İran’ı yaptığı yanlışlıklardan ikna etmek için çok uğraştılar. Lakin takiyye siyaseti baskın olunca yapacak bir şey kalmıyor. Onun içindir ki İran’ın yanlış ve de zalimce siyasetleri karşısında net bir duruş sergilemeyen “ama”lı cümleler, “aslında” diye başlayıp olayı örtbas eden yaklaşımların Müslümanların dikkatinden kaçmadığını ifade etmemiz gerekir. Herkes yaptığının ya da yapmadığının hesabını Allah’a verecek.

Esasında Suriye direnişin İran ile ilgisi olmamasına rağmen, oradaki Müslümanların onunla bir problemi olmamasına rağmen İran’ın kendisinden bu kadar nefret edilen bir konuma getirmesi de İran’ın tam bir ahmaklık siyaseti içerisinde olduğunu göstermektedir.

Takiyyecilik yine İran’ın olmazsa olmazlarından başka bir çürüme durumudur. Kendi ırkçı ve mezhebi politikalarını uygulamak/uygulatmak için söyleyemeyecekleri yalan, yapamayacakları ikiyüzlülük yoktur. İran Türkiye’yi kendine rakip görmekte ve istikrarsızlaşması için elinden geleni yapmaktadır. Şu anda da Müslümanlarla işbirliği değil de Erdoğan ve AK Parti Hükümetinin karşısında yer alan sol-sosyalist alevi veya diğer farklı kesimlerler çok yakın ilişki halindedir. Bu anlamda sürekli gerek siyasi partilerden ve gerekse sivil toplum kuruluşlarından kendi politikasına alet edebileceklerini kollamaktadır. Fırsatını bulduğunda da her türlü imkânı önlerine serebilecek bir tutum izlemektedir.

Türkiye’de ve İslam dünyasında şöyle bir söyleme şahit oluyoruz: Aman mezhep savaşı çıkmasın Mezhep savaşına karşı dikkatli olmak lazım. Şimdi bu sözler bakıldığında diyorsunuz ki aman çok haklılar mezhep savaşı çıkarsa felaket olur. Peki 2003 Irak işgalinden beri olan biten nedir? Irak’ta ABD ile kol kola girerek Sünnileri katletmek ne anlama geliyor? Felluce’de olanlar neydi?

Biz şunu söylüyoruz. İran girdiği her yere kan gözyaşı ve sapkınlık götürmektedir. İşteYemen. İşte Irak, işte Suriye. Müslümanların yararına ne yapmıştır buralarda.

Mezhepler din değildir. Siyasal, sosyal hadiseler sonrasında ortaya çıkmış gerçeklerdir. Lakin bu bağlamda üst bakış iddiasıyla Şiilikle Sünniliği eşitleyen yaklaşımları Sünniliğe haksızlıktır. Çünkü birlikte yaşam, farklı olan Müslümana tahammül konusunda Sünnilik daha kuşatıcı iken Şiilik tarihi olayları sürekli kaşıyan bir yapıya sahip. Bu bağlamda Sünniler ehli kıble herkesi Müslüman olarak görürken Şiiler Sünnilere  “Şiileştirilmesi gerekenler” olarak bakmaktadır.Kitabilik açısından çok ciddi farklar bulunmakta ve muharref iddiaları akaid umdesi haline getirebilmekte.

Onun içindir ki İran’da dindarlık arttıkça rejimin yanlış politikalarına, mezhepçi uygulamalarına destek artmaktadır. Bu ise hadiseyi zorlaştırmaktadır. Reformcu olarak nitelendirilen çevreler ise ancak kendi dertlerine düşmüş durumdalar. İran şu anda kendi halkını baskı ve yasaklarla ancak tutabilmektedir. Rejim tarafından yapılan bu tür baskılar anormal boyutlardadır. Mesela Muhammed Hatemi’nin resmine haberde yer verdiği için gazete kapatılmakta. Mir Hüseyin Musevi ve Mehdi Kerrubi ev hapsinde tutulmaktadır. 

Sonuç olarak İran’ın bu politikalarına karşı uyanık olmalı ve sessiz durmamalıyız. Artık kardeşlik hukuku ile bakabileceğimiz imkânlartüketilmiştir. Türkiye’deki Müslümanları zayıflatmak için elinden geleni yapan bir zihniyete karşı yapılacak ilk iş onun bu durumunu ifşa etmektir.

Konferans sorulan sorular ve yapılan katkıların ardından sona erdi.

Etkinlik-Eylem Haberleri

Esed katilinin yerli işbirlikçileri hesap verecek!
Özgür-Der ve Fetih Vakfı, Halep’te halka gıda yardımında bulundu
Özgür-Der, Gazzeli kardeşlerimize temiz su ve sıcak yemek dağıtımı yaptı
Antalya'da İsrail'in Filistin'e yönelik saldırıları protesto edildi
“Sanal kimliklerin inşası: Hakikat mı kurgu mu?”