Merve Şebnem Oruç’un konuyla ilgili bugünkü Yeni Şafak’ta (18.05.17) yayınlanan yazısı şöyle:
Suriye’de Tamam, Geri Kalan Her Konuda Devam...
Washington, Trump'a yönelik saldırıların şiddetiyle sarsılıyor. Uzaktan da gözlemleyebildiğimiz depremi ABD'deyken iliklerinize kadar hissediyorsunuz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD ziyareti sırasında Amerikan medyasının gündemi, Trump'ın Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov'la Deaş hakkındaki gizli bilgileri paylaştığı iddiasıydı. Ama ne gündem... Vatan hainliğinden tutun Amerikan vatandaşlarının güvenliğini tehlikeye atmaya hiç bitmeyen bir yaylım ateşi... Ve her an yeni bir son dakika...
Bu son skandalın hemen öncesindeki Trump'ın FBI Başkanı James Comley'i görevden almasıyla yaşanan çalkantı, Erdoğan'ın uçağı Washington'dan havalanırken yeni bir iddiayla tekrar gündeme oturdu. Zira Comley medyaya, “Trump'ın, Oval Ofis'teki bir toplantıda, Rusya'yla bağlantıları nedeniyle hakkında soruşturma açılan eski güvenlik danışmanı Michael Flynn'in dosyalarının kapatılmasını istediğini” söylemişti. Yani skandalların biri bitmeden öteki başlıyor. Trump sistemin bir taşını oynatmaya kalkışsa tüm yerleşik düzen üstüne çullanıyor. Durumu “Watergate skandalı kadar büyük” diye niteleyen John McCain gibi Cumhuriyetçiler dahi Trump'ın arkasında durmuyor. Bu da yeni başkanın tamamlaması gereken atamaların neden ancak %10'unu yapabildiğini, ekibini dahi oluşturmakta nasıl sıkıntı yaşadığını gösteriyor.
Washington'daki bu tablo bana 2013 Mayıs'ında yine Beyaz Saray'da gerçekleşen Obama-Erdoğan görüşmesini anımsattı. Reyhanlı saldırısının sonrasında, Gezi olaylarının öncesindeki bu ziyarete Erdoğan, Suriye'deki kimyasal silahlar dahil kapsamlı bir dosyayla gitmişti. Ancak o günlerde Obama'nın da başı Trump'ınki gibi büyük dertteydi. NSA skandalı yeni patlamıştı ve yerleşik düzen Obama'yla medya üzerinden son kez pazarlık yapıyordu. Nitekim Obama kurulan baskıya fazla dayanamamış, kısa sürede teslim olmuştu. Eski başkanın birinci ve ikinci dönemi arasındaki fark böyle oluşmuş, Suriye'den Türkiye'ye, İran'dan İsrail'e tüm perspektifi değişmişti.
Trump'ın Obama'dan daha dirençli çıkacağını düşündüğüm için yeni ABD Başkanı'nın o olmasını isteyenlerden biri olarak, bu mücadelenin bu kadar açıktan yaşanacağını, adeta bir iç savaş sertliğinde geçeceğini düşünmediğimi söylemeliyim. Yerleşik düzenin Trump'ı 'ehlileştirmek' için baskı kuracağını düşünürdüm ama hiç ama hiç acımaları yokmuş. Görünen o ki, Trump'tan kurtulmaktan başka ajandaları yok. Şöyle düşünün, Erbakan'a, Erdoğan'a bizim merkez medyamızın yaptığı ABD ölçeğinde Trump'a yapılıyor.
Trump'ın ayakta, belki de hayatta kalabilmek için kamuoyu önünde gelecek büyük bir başarıya muhtaç olduğu aşikar. Bu yüzden, altın değerindeki Rakka Operasyonu'nu kaçırılmayacak bir fırsat olarak göreceğini yine bu köşede öngörmüştük. İdeal dünyada bu başarıya ulaşmanın yolu Türkiye'yle işbirliğinden geçiyordu, ancak maalesef öyle bir dünyada yaşamıyoruz.
Erdoğan-Trump görüşmesinden çıkan sonuç, Trump'ın Türkiye'ye yaklaşımının Obama yönetimden çok farklı olmasına rağmen Rakka Operasyonu'nu YPG'yle yapma konusunda askeri kanadın baskılarına boyun eğmiş olduğu. Bu görüşmenin seyrini belirlemek için Pentagon'un Trump'a, YPG'ye ağır silah verme talimatını ziyaretin öncesinde imzalatması da bunun ön göstergesiydi. Trump Erdoğan'a karşı karşıya olduğu durum da ortadayken, “Bırak şu zaferi bir alayım, sonrası iyi olacak” demiş gibi görünüyor.
Ama bunun için “ABD'nin Türkiye'ye PKK'ya ilişkin istihbarat paylaşımı” sözü vermesi yeterli mi? Yeni yönetim YPG-PKK arasındaki bağı 'etnik' diyerek kabul ediyor olsa dahi, Türkiye'nin başına ödül koyduğu PKK'lılar YPG üniformasıyla Suriye'de ABD askerlerine mihmandarlık ederken bu nasıl gerçekleşecek?
Dahası, YPG'yle gelecek olası bir 'Rakka zaferi'nin ne kadarı Trump'ın, ne kadarı Pentagon'un hanesine yazılacak? Yerleşik düzenin tetikçisi ABD medyası, günlerce dokuz sütuna manşet göreceği Rakka zaferinin ne kadarını Trump'a tattıracak? Ya da ABD Başkanı sonrasında Türkiye'nin rahatsızlık duyduğu bazı askeri isimleri yıldızları iyice parlatılırken görevden alabilecek mi?
Rakka'da iyice popülerleştirilecek olan YPG, sonrasında nasıl geri plana itilecek? O güne gelince de bugüne kadar olduğu gibi Türkiye'ye “Biz bırakırsak YPG Rusya'ya yaklaşır” denmeyeceğinin garantisi var mı? Rakka kuşatması için 'kritik zafer' gibi ambalajlanan Tabka'nın ele geçirilmesinin arkasında Deaş'ın anlaşmayla çekilmesi olduğunu Arap kaynakları doğrulamıştı. Buraya kadar her şey bir tiyatro iken filmin düğüm sahnesi olan Rakka'da bundan farklı ne olacak? YPG'ye Suriye Demokratik Güçleri (SDG) maskesi giydirenler, Rakka'da kurulacak yönetimin Arap ve yerel unsurlardan oluşacağını söylese de, buna ne kadar güvenilebilir?
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Trump'ın içinde bulunduğu zor durumu anlasa da ve şahsen verdiği sözleri önemsese de, ihtimalleri yeni başkanın kendisinden bile daha iyi gördüğünü düşünüyorum. Ayrıca Türkiye, önce Amerikan seçimlerini, sonra 16 Nisan'ın geçmesini beklemişken, Trump'ın verdiği iç savaşın sonuçlanmasını bekleyecek kadar sabırlı mıdır? Bana kalırsa hayır.
Nitekim Erdoğan'ın Washington'da biz gazetecilere yaptığı açıklamadaki “YPG ve PYD'den Türkiye'ye olabilecek herhangi bir saldırı olursa hiç kimseye sormadan angajman kurallarını uygularız. Bunu açıkça söyledik. Nitekim biz Rai'de zaten bunları yaptık, Cerablus'ta bunu yaptık, El Bab'da bunu yaptık,” sözleri de bu konuda önemli ipuçları içeriyor.
Nihayetinde ABD'nin Rakka'da YPG'yle yürüme kararına rağmen, Türkiye Suriye'de de Irak'ta da var olmaya devam edecek. Sınırında terör koridoru oluşturulmasına izin vermeyecek. İki ülke diğer tüm konularda ilişkilerini geliştirmeye devam edecek, ancak Suriye'de ABD dönüp dolaşıp Türkiye'nin kapısına gelene kadar yollar ayrılacak.