Suriye Aynasında Yüzleştiğimiz Gerçeklikler

ŞEFİK SEVİM

Suriye gündemi, herhalde son dönemdeki en fazla kafa karışıklığının yaşandığı bir soruna dönüştü. Ümmet, bu haliyle nasıl kafa karışıklığı yaşamasın ki? Yüzyıllardır özgür iradelerin edilgenleştirildiği, ulus devlet zindanlarının aşılmadığı, ulusçuluğun tavan yaptığı, popülist hesapların nerdeyse kimi cemaatlerin, devletlerin fıkhı haline geldiği, bilgi kirliliğinin sarmala dönüştüğü bir ortamda sorunların hikmetle okunabilmesi doğal olarak zorlaşmaktadır. Elan Müslüman zihin, Allah’ın muradına uygun işlevsel bir ruhu taşımak yerine, kendi zindanlarına hapsolmak gibi bir riski taşımaktadır.

1916 Sykes-Picot antlaşmasıyla mühendislik projeleri bağlamında bize dayatılan sınırların bedelini iliklerimize kadar hissettiğimiz günleri yaşıyoruz. Duygularımıza, heyecanımıza, sorumluluklarımıza yansıyor. Tepkisizliğimizin, duyarsızlığımızın arka planında bu tarihsel gerçeklik yatmaktadır. Dünya Müslümanlarının belki de en duyarsız kaldığı sorunların başında yer almaktadır Suriye. Büyük Özgür-Der ailemizin soruna ibadi bir hassasiyetle yaklaşması, tarihe not düşmeyi hak edecek bir düzeydedir. Bu duruş, kaynağını yıllarca beslediği ümmet hassasiyetinden almaktadır. Zorlu süreçlerde, sarsıcı musibetlerde basiret nimetinin bereketi herkese nasip olmaz.

Kimi İslami çevrelerde AK Parti takıntısı veya AK Parti’yle herhangi bir konuda aynı düşünme endişesi; kimi çevrelerde de “kraldan fazla kralcı olma” hastalığı, despotları ayakta tutmaya yetecek bir basiret körelmesine neden olabilmektedir.

Öyle görünüyor ki; insanoğlunun bir düşünce veya vakıaya karşı uzun süre takındığı tavrın tersine bir algı değiştirmesi zordur. Bunun en ibretamiz örneği İran ile ilgili bakış açımızdır. Çok sayıda Müslüman fert ve çevrelerin, İran’ın bugünkü duruşuyla ilgili vaki gerçekliğini kabullenememesi halen sıcaklığını koruyan önemli bir sorundur. Her gün yüzlerce Müslümanın ölümünü kanıksayan ruh halimiz, yarınlarda Ümmette ne düzeyde kırılmalara kaynaklık edeceğini tahmin etmek çok güç. Samimiyet sınavından geçtiğimiz kesin. Ne talihsiz bir gerçekliktir ki, daha iki yıl öncesine kadar CHP Hatay Milletvekilinin “Suriye’de Şeriata geçit verilmeyecektir.” hezeyanı ile otobüs dolusu İranlı hacıların(!) duygularının aynı hesaplarda örtüşebileceğini hangimiz hesap edebilirdik? Kanaatimce burada çıkarabileceğimiz en hikmetli ders, yıllarca büyük bir emek ve özveri ile gündemleştirdiğimiz asabiyetçiliğin, mezhepçiliğin, batini anlayışların bizi ne kadar da riskli zeminlere taşıma potansiyeline sahip olduğu gerçeğidir.

Gerçekten kafa karışıklığı ve bunun müsebbibi gibi görünen komplo teoriler veya bazı ağabeylerin yorum ve kanaatlerini sahiden içimize sindirerek mi inanıyoruz, yoksa bu hesabımıza mı geliyor, Yoksa her gün, nefsimize ağır gelen bedellerden kaçma kurnazlıklarını mı düşünüyoruz? Öyle görünüyor ki bu handikaptan ve haletiruhiyeden çıkışımız, kendimizi bu sorunu yaşayan kardeşlerimizin yerine koymaktan geçer. Nasıl bir ruh halidir ki, sahada bir bedele tekabül etmeyen, İslami değerleri sahiplenme hassasiyeti, endişesi, hayata anlam katan en değerli ayet hükmündeki masum bebeklerin ölümüne sessiz kalınabilmektedir. Nasıl bir ruh halidir ki evrensel anlamda her yakıcı zulmü, talanı, işgali içeren, ifsad edici bir gelişmeye karşı irade gösterdiğimizde, bölgesel zulümleri, hak ihlallerini vb. saikleri mazeret gösterme hastalığına bizleri çekebilmektedir.

Suriye sorunu, bizi şu gerçeklerimizle yüzleştirmektedir:

 -Ulus devletlerin pragmatist-popülist tipik politikaları artık dini dinamikleri derinden kavradıkları ve yaşamlaştırdıkları iddiasında olan cemaat ve gruplar için de söz konusudur.

-İran sınıfta kalmıştır.

-Türkiye’deki geleneksel büyük cemaatlerin kahır ekseriyetinin sahada ümmet ile ilgili göstermeleri gereken eylemlilikler noktasında olması gereken ruh ve heyecandan ve bu duyguları besleyen dinamiklerden yoksun oldukları görülmüştür.

-“Kafa karışıklığı” mazeretine sığınma psikolojisinin yarınlarda bize farklı-sürpriz düşünsel ve eylemsel maliyetlere neden olacağını hesaba katmalıyız.

-Asabiyetçi, milliyetçi dalganın en hassas süreç ve olaylarda bizleri basiret körelmesine ittiği görülmüştür.

-Ümmet hassasiyetimize en fazla sarılmamız gerektiği bir süreçten geçiyoruz. Emperyalist projelerin iştahını en fazla kabartan etnik asabiyetçilik, popüler kültürü de yanına alıp kendisiyle harmanlayarak merhametin müminler arasında bir hukuka dönüşmesinin önünde bir set teşkil etmiştir.

-Bölgenin asli unsurlarından birisi olan Kürtlerin, Suriye Kürtleri de dahil olmak üzere son çeyrek yüzyılımızda İslami bir dünya algısından uzaklaşıp laik, seküler bir çizgiye kaymalarının vebalinde kendilerine düşen payın hesabını herkes iyi yapmalıdır. Kürtler de İslam’la tekrar barışmalarının kendi fıtri ve örfi gerçeklikleriyle ne kadar örtüştüğünü görmelidirler. Aksi takdirde dökülen her damla kanın müsebbip unsurlarından birisi olmaktan kurtulamayacaklardır.