Devrimin Yıldönümüne ve Hasseten Şehitlere
Bir tarih ırmağında vardık. Kanlı bir tarih ırmağının kenarına vardık. Harabe şehirlerden geçiyoruz, harabe yüzlerden. Tükenmiş bir umut denizidir yaşlıların elleri. Masmavi gökyüzünde sarhoş dolaşır çocukların gözleri. Suriye, asrın kan haritası. Suriye, bir hasretin yitik atlası! Sözlerin eylem tarlası!
Suriye miyarı oldu sadakatin, adaletin, özgürlüğün, yiğitliğin, kahpeliğin, zilletin. Suriye bir insan sürüsünün yapabileceği en iyi ve en kötü şeylerin hepsini bize gösteren bir deneyim oldu. ‘Heyhat minezzilleh’ sayıklamalarıyla Müslüman kanına doymayan mezhepperest fanatikler, ağızlarından damlayan kanları kefenlerimize sildiler. Sapkın rivayetçi anlayışlarını din edinen kaba softa ham yobazların besmeleyle kafa kestiğini gördük. Ancak halkın kendi yazgısını ele alma arzusu, kendi varlık tarlasında verdiği emek şehitlerin kanıyla bereketlendi. Adalet ve merhamet taşımayan kılıcın nasıl bir katliam aracına dönüştüğünü gördük. Fakat halkın özgürlük tutkusu, esaret zincirlerini kırdı. Kendi tırnağıyla kazdığı mevzisini mevzu saydı. Tüfeğini o mevzide tuttu. Sancağını oraya dikti.
Yüzbinlerce Şehit Ya Rabbel Alemin!
Milyonlarca sürgün. On binlerce çocuk cesetleri. On binlerce yıpranmış kadın bedenleri. Melekler yoruluyor, gök nefessiz kalıyor, güneş utanıyor yüzünü göstermekten. Gece ağlıyor, yıldızlar dökülüyor. Dağlar savruluyor.
Çünkü Ey Milleti Merhume!
Bilad-ı Şam’ın gelini Halep yıkılıyor, zeytin ezmesi Türkmen Dağı yanıyor, İdlib ateşten bir gömlek giyinmiş, Deyruzzor’da zaman yağlı bir urgan gibidir boyunlarda. Bombalar ve kurşun sesleri ile büyür mü çocuklar? Top sesleri hangi türkünün kafiyesidir?
Dera’da çocuklar usul bir mesnevi gibi düştüler toprağa. Anneler düştü! Biz düştük, yüzümüz düştü. Düşmedi alçağın namlusu alnımızdan. Düşmedi münafığın hançeri bağrımızdan. Biz düşünce insanlık da düştü, Müslümanlık da! Çünkü annelerimiz bir ‘ah’ düşürdü toprağa.
Mümin bir ‘ah’ düşünce yeryüzüne; toprak bereketlenir, canlanır yeniden. Bir umut ağacı olarak gök ekinleri ekecek sarraflar doluşur toprağımıza. Melekler yağar. Mahmur bir uykunun izleri silinir mavzerlerden. Paslı kılıçlar şakırtıyla bilenir. Ölüm bir üveyik gibi dolaşırken kapıda, şehadetler cennete güzellenir.
Sonra bir bembeyaz kefenli inanmışlar ordusu, şafaklardan, seherlerden, gecelerden, minarelerden, ikindilerden, tekbirlerden müfrezeleriyle kafirin ve alçağın tahtına, uçaklarına, bombalarına, zehirli gazlarına bir ‘Hasbunallahu veni’mel vekil’ olarak hücüm eder. ‘La havle vela kuvvete illa billah’ ile gözler gezlerde gezinir, eller tetiği okşar. Yeni bir Allahu Ekberle yiğitler zafere koşar.
Suriye, minarelerin, çarşıların, hanların beldesi! Şimdi yaralı bir ceylan gibi inlemede! Babasız bir çocuk gibi! Bir çocuk en çok annesi ölünce açlığı duyumsar. Bir çocuk en çok babası ölünce üşür. Bir anneye en çok çocuğu ölünce zindandır dünya.
Halep, kahvenin ve çarşıların kokusudur. Şam, minarelere tünemiş kumruların gazelidir. Hama, bir yürek yarasıdır, bir gurbet türküsü. Humus, sofralarımızda bereket! Bir atlas bıçakla doğranırsa geriye ne kalır, geriye ne kalır cenkname okunan akşamlardan.
Türkümüzü yeniden söylemek için bir nefes daha alıyoruz. Çünkü biz son türkümüzü söylemedik daha. Söylemedik, çocukların gözyaşlarından yeşeren bir ovanın bereketli türküsünü. Söylemedik daha dualarla tarazlanmış dudakların türküsünü. Çünkü o türkü bir uzun hava gibidir. Son kurşunu sevda eyleyip salmıştır. Son şehidi cennet kapısında bekçi kılmıştır. Son şehri muhkem bir kal’a kılmıştır. Son yudum suyu şerbet saymıştır.
Onlar söyler artık bir kavganın ezgisini, marşını. Fitil tutmaz yaralar onlardan filizlenir. Onlar yakarlar geceyi aydınlatacak en büyük kandili. Çünkü onlara özenir melekler. Peygamberler onların komşusudur çünkü. Onlardır çünkü, badem ezmesi gibi tatlı sözleriyle cennetin rüzgarı.
Onlar şimdi gök sofralarında. Onlar şimdi İbrahim’in sofrasında, Musa’nın sofrasında, İsa’nın akşam yemeğinde, Süleyman’ın mülkünde, Davud’un ordusunda.
Suriye şehitler ordusu! Yıkılmış bedenler kıyameti! Sessiz ve direngen! Yorgun ve savaşçı! Müslüman ve neşeli! Cennetin kapılarını güller ve sümbüllerle dolduruyor şehitler. Bir yemin ırmağının coşkun seli oluyor şehitler. Bir kitabın sayfalarını ağlatıyor yiğitler.
Şehitlerden bir ırmak kuruldu bu asırda. Çocuk cesetleri paletlerle çiğnendi bu çağda. Hakkın yiğit pervaneleri ölümleri küçümseyerek koştular bir aşk denizine. Alaca boyunları vuruldu ve kanları döküldü.
Onlar ki sol göğsümüzde bir ağrı gibidir. Çocuklarımıza şarkı eylediğimiz sevinç. Gözlerimizde fer. Dizlerimizde derman.
Gözleri ateş çemberidir, yanakları Kızıldeniz. Sakallarına ‘subhanallah’ ekilmiş kahramanlardır onlar. Bizim çocuklarımız, bizim evlatlarımız, bizim analarımız, bizim babalarımız, bizim dedelerimiz.
Gittiler, giderken bir muştu gibiydiler. Bir yemin bıraktılar geriye. Bir sümbülzade Abdülkadir Salih, krizantem menekşesi Hassan Abud, eğik boyunlu bir lale Zahran Alluş.
Onlar Allah katında yaşamaktadır. Onlar Allah Katında rızıklanmaktadır.
Yar ile hayran olurlar şimdi. Yar ile bayram ederler şimdi.
‘Allahümme yâ muhavvilel havli vel-ahvâl havvil hâlenâ ilâ ahsenil hâl!’