Haziran ayında yapılacak genel seçimler için sadece parti yönetimleri değil iktisadi-siyasi, entelektüel-akademik, sınıfsal-ideolojik kaygıları olan hemen herkes seferber olmuş durumda. Tespit ve temennilerin birbirine karıştığı, hem partilerin hem de şirketlerin anket ve yoklamalar üzerinden itibar yarıştırdığı politik atmosfer bütün ülkeyi kuşatmış durumda.
Yenilik, istikrar, açılım, ittifak, istikrar, özgürlük, refah, başkanlık sistemi üzerinden yapılan tartışmalar seçim sürecinin adeta vazgeçilmezleri. Peki, 2015 Haziran seçimleri için önceki seçimlere oranla ciddi bir değişim, büyük bir sürpriz mümkün mü?
Kimi HDP'nin, kimi MHP'nin kimileri de CHP'nin seçimlerin kilit aktörü, ana dinamiği olduğunu beyan ediyor şimdiden. Neredeyse bütün umutlar AK Parti'nin erime düzeyinde maruz kalacağı bir oy kaybına bağlanmış durumda. İyi ama Meclis'teki tabloyu esastan veya önemli oranda değiştirecek hangi sarsıcı gelişme yaşandı ki?
Baraj'ı Aşar mı, Aşamaz mı?
HDP'nin özellikle eşbaşkanları ve tüm kademelerdeki kadroları, gönüllüleri seçimlere bağımsız adaylarla değil parti olarak girme yönünde karar aldıklarını deklare ederken kesinlikle barajı aşacaklarını iddia ediyorlar. Hassaten Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Demirtaş'ın almış olduğu oy güçlü bir teminat, tartışmasız bir güvence olarak öne sürülüyor.
Demirtaş'ın 'sempatik' yüzü, Kobani'de elde edilen 'zafer' ve PKK-HDP'nin hem sahada hem de medyatik alanda kat ettiği mesafe özgüveni attıran sebepler olarak sayılıyor. Bu sebeple HDP'nin klasik tabanının dışında sol-Alevi ve muhafazakar-dindar seçmen tabandaki ittifaklara yönelmek üzere planlar, yatırımlar ve ittifak arayışları içinde olduğu görülüyor.
Barajı aşması durumunda 55 milletvekiliyle HDP'nin Meclis'te güçlü bir muhalefet yürüteceği, çözüm süreci başta olmak üzere CHP ve MHP'nin pasifizminden kaynaklanan büyük boşluğu hızlı ve etkin bir biçimde dolduracağı varsayılıyor. HDP'nin Türkiye'deki Kürt sorununu etnik ve seküler kimlik siyaseti üzerinden hem AK Parti iktidarını hem de bölgede yükselen İslami hareketleri (Irak ve Suriye özelinde) bloke edebilecek bir çizgiyi temsil ediyor oluşu kendisine yönelik muhabbet ve desteği epeyce arttırıyor.
Sadece sol ve liberal çevreler açısından değil AB ve ABD açısından da söz konusu muhabbet ve desteğin giderek derinleştiğini gösteren deliller hiç de az değil.
Baraj meselesinin HDP açısından taşıdığı ciddi riskler parti yönetimi dışındaki kimi dost ve destekçilerini de epeyce endişelendiriyor. Bu endişelerden ikisi şaşırtıcı değilse de önemli ve öncelikli değerlendirmeyi icap ettiriyor.
Mesela geçen hafta Ankara'da AB Dönem Başkanı Letonya'nın Türkiye Büyükelçiliği'nin ev sahipliğinde AB üyesi 27 ülkenin büyükelçilik temsilcisi ile yapılan yemekli bir toplantıda konuşulanlara bir göz atalım. 29 Ocak'ta yapılan değerlendirme toplantısında AB üyesi 27 ülkenin temsilcisi HDP Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş'a şöyle bir çağrı yapıyor: "Çözüm sürecinin devamı için seçime parti olarak girmeyin. Seçime parti olarak girilmesi büyük risk taşıyor. Parlamentodaki varlığınız en meşru dayanağınız. Eğer barajın altında kalırsanız bu meşruiyet tehlikeye girer ve çözüm süreci için yapılan bunca kıymetli görüşme boşa gidebilir."
Her ne kadar HDP Genel merkezi AB temsilcilerinin bu yönde bir çağrısı olduğu haberlerini yalanlasa, bu yönde hiç bir telkin veya en küçük bir imanın olmadığını ifade etse de AB mahfilleri namına bu derin endişe ve telkinin vaki olması kuvvetle muhtemeldir.
Teamülleri bilenler açısından Kürt ulusalcı partilerine ümit bağlayanlar sadece Beyoğlu-Cihangir hattının bohem solcuları, müptezel sosyalistleri, liberal maskeli Marxist entelektüelleri değil. En az onlar kadar Brüksel-Paris-Berlin hattında işleyen AB mekanizmaları da 'baraj endişesi' hastalığına duçar olmuş durumda.
Gezi'nin 'Haziran Cumhuriyeti'
Bir taraftan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "HDP barajı aşamazsa çözüm sürecinde muhatap olamaz, ancak bir STK gibi davranabilir" ikazı diğer taraftansa Serok Öcalan'ın “bu aşamadan sonra parti olarak seçime girmezsek kendimizi inkar ederiz” ihsası. İmralı-Kandil ve AB ve AB'ci sol-liberal çevrelerin kuşatması altındaki HDP'de bakalım hangi endişe perspektifi çözüm yolunu belirleyecek?
Seçim süreçlerinin vazgeçilmez ve dayanılmaz gündemlerinden biri olan 'sol ittifak' klişesine dair bir kaç kelam etmeden mesele eksik kalır. Şanlı Gezi Direnişi'nin fatihleri bilindiği üzere Birleşik Haziran Hareketi adında yeni bir devrimci umudu örgütlediler. ÖDP, KP, SDV'nın öncülüğündeki BHH geçen hafta CHP lideri Kılıçdaroğlu ve kurmay kadrosunu ziyaret etti.
BHH adına ÖDP Başkanı Alper Taş'ın " AKP rejimine karşı toplumsal bir direniş örgütü inşa etmek" maksadıyla CHP'ye götürdüğü teklif süslü fakat içi hepten boş bir takım önerilerden müteşekkil. Taş'ın sarf ettiği şu cümlelere bakar mısınız: Taş, “Gezi, Haziran 2013’te küçük bir cumhuriyet inşa etti. Biz, haziran cumhuriyeti diyoruz. Osmanlıcılara karşı Haziran'ın temelinde bir cumhuriyeti savunalım.” Gazeteleri BirGün'de gururla ilan ettikleri 'Taksim Komünü' ne çabuk da Haziran Cumhuriyeti'ne evrilmiş böyle, hayret.
Haberlere bakılırsa Kılıçdaroğlu “halkçı ve kamucu, antiemperyalist ve laik, ekolojist ve anticinsiyetçi” vasıflarıyla bilinen "BHH’nin saygın çizgisini önemsiyor"muş. Peki, sonuç nereye bağlanacak? Her ne kadar BHH'den yapılan teklif, CHP+HDP+sosyalistler olsun şeklindeyse de Kılıçdaroğlu'nun Alper Taş ve bir kişiyi daha kendi kontenjanından Meclis'e taşımaya açık olması bu 'ciddi proje'nin çöpe atılması için yetecek de artacak bile.
Bu tip siyasal aktör ve söylemler üzerinden Türkiye'de dinamizm üretme hevesine kapılanları kendileriyle baş başa bırakmak en iyisi değil mi, sizce de?