Şüpheli tevatür ya da başımıza gelenler!

Abdullah Muradoğlu

Aynı silahtan çıkan mermilerle aynı gün içinde hem sağdan hem soldan insanların katledildiğine ilişkin iddia bunlardan sadece biri. Kimileri bu iddianın olayların sonuçlarına bakılarak yapılmış bir yorum olduğuna inanıyorlar. Oysa hem 12 Eylül hem de 12 Mart darbeleri öncesinde yaşanan gelişmelerde rol oynayan bazı isimlerin itiraflarında şiddet olaylarının önceden tasarlanarak gerçekleştiğine dikkat çekiliyor.

Ertuğrul Kürkçü'nün "Habertürk" gazetesi yazarı Nihal Bengisu Karaca'ya verdiği mülakatı okudum.

"12 Mart" döneminde Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürüldüğü operasyondan sağ kurtulan tek adamdı Kürkçü..

Uzun yıllar hapiste kaldı.

Bengisu BDP'nin "Bağımsızlar" listesinden milletvekili adayı olan Kürkçü'ye "PKK" ve "Ergenekon" arasında ilişki olduğuna dair iddialara nasıl baktığını da sormuş.

Kürkçü bakın ne demiş:

"Zaman zaman karşıtların çıkarları aynı hat üzerine dizilebilir, fakat bu, onların aynı uzamı paylaştığını göstermez. Aralarında bir alışveriş olduğu anlamına gelmez. Bunlar hep söylentiler düzeyinde kalır. Ergenekon PKK bağlantısına ilişkin iddialar da söylenti, ortada gerçek bir veri yok. Sürekli verilen bir örnek vardır, 12 Eylül öncesi için, sabah devrimciyi vuran silah öğleden sonra ülkücüyü vuruyordu. Bu silahı çok merak ediyorum, markası nedir, numarası nedir? Sabah vurulan devrimcinin adı, öğleden sonra vurulan ülkücünün adı nedir? Eğer böyle bir bilgi varsa kayıt da vardır. Çıkarın ortaya bunu diye kaç kez dile getirmişimdir. Düşünsenize Türkiye'nin siyasi bir dönemi bu şüpheli tevatür üzerine bina ediliyor, aslında gerçek bir çatışma yoktu, her şey dış ve iç karanlık odakların işiydi deniliyor. Oysa hayat böyle açıklanamaz."

Doğru, hayat sadece tek bakış açısıyla açıklanamaz ama Kürkçü'nün dediği şekilde de açıklanamaz.

Elbette Türkiye'nin bir siyasi dönemi pek çok insanın doğruluğuna inandığı bir tevatür üzerine bina edilemez.

Belki de şöyle anlamak gerekiyor..

1970'lerde ideolojik örgütler olayların gidişatını göremediler ve olayların doğasını gereği gibi kavrayamadılar.

Türkiye'nin kendine özgü şartlarına ideolojilerini uyarlayamadılar, hatta toplumu da yanlış okudular.

KARANLIK İLİŞKİLER İTİRAF EDİLMİŞTİ

Şiddeti kutsayan bir yaklaşımın ideolojik örgütleri karanlık ilişkilere sürükleme tehlikesi her zaman mevcuttur.

"12 Eylül"den önce örgütlerin başına gelen de budur.

12 Eylül sonrası sağ ve sol kesimden eylemcilerin kaleme aldıkları anılarda bu ideolojik/siyasi körlük fazlasıyla itiraf da edilmiştir.

Hem 12 Mart öncesi, hem de 12 Eylül öncesi şiddet olayları için geçerlidir bu itiraflar.

Örnek çok ama ben sadece Hasan Cemal'in 12 Mart öncesini anlatan "Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım", Gün Zileli'nin ise12 Mart ve 12 Eylül öncesini anlatan "Yarılma" ve "Havariler" kitaplarıyla yetineceğim.

Dolayısıyla Kürkçü'nün yukarıda yer verdiğim sözleri fazlasıyla alınganlık içeriyor.

Öte yandan 12 Eylül öncesinin kimi illegal devrimci örgütlerin hem yerli hem de yabancı gizli servislerin taşeronları olarak işlev gördüklerini de yine bu örgütlerde yöneticilik yapmış isimler itiraf ediyorlar.

Bazen bu örgüt liderlerinin internet sitelerini takip ediyorum ve devrimci gençlerin yabancı servislere peşkeş çekildiklerine ilişkin inanılmaz öyküler okuyorum.

Hiç kuşkusuz Kürkçü de bu internet sitelerinde ortaya atılan iddialardan haberdardır.

ÖRGÜTLERE SIZMIŞLARDI

Bu tür sızmaların sağ örgütler için de geçerli olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.

12 Eylül öncesinde MHP'nin bazı ilçe teşkilatlarına kışkırtıcı ajan-provokatörlerin sızdırıldığını bizzat MHP Lideri Alparslan Türkeş açıklamıştı.

Hem 12 Mart darbesinin, hem de 12 Eylül darbesinin gerçekleştirilmesi için uygun ortamların nasıl hazırlandığını gözler önüne seren işaretler bunlar.

"28 Şubat" post-modern darbesi ve daha sonrasında bir takım darbe girişimleriyle ilgili tartışmalar ise hala tazeliğini koruyor.

Aynı delikten tekrar tekrar ısırılmayalım diye bunları hatırlatıyoruz.

Zülfü yare değse de anlatmağa mecburuz.

Bu ülkenin idealist gençlerinin istikballerinin bir daha heba edilmemesi için hatırlatma görevimizi ifa ediyoruz.

Normal şartlarda biraraya gelmelerine asla ihtimal verilmeyecek örgüt ve kişilerin neredeyse aynı örgütün mensuplarıymışçasına işbirliği içine girmeleri sadece bugün karşılaştığımız olaylar değildir.

Eğer bir keskin devrimci sol bir örgüt(Maocular mesela) bu ülkede 1970'lerde açık şekilde NATO'culuk yapmışsa bu işte bir bit yeniği yok mudur?

İstediğin kadar ideolojik çözümlemeler yap, istediği kadar ittifak teorileri kur, hiçbir kıymeti harbiyesi yok.

Sonuca bakalım biz.

MANİSA'DA NELER OLMUŞTU?

"Sabah devrimciyi vuran silah öğleden sonra ülkücüyü vuruyordu"

Ben de boş durmadım ve tevatür derecesine ulaşan bu iddianın ilk defa ne zaman ve kimler tarafından gündeme getirildiğini araştırdım.

12 Eylül öncesinin gazetelerini günlerce sabırla taradım ve sonunda aradığım bilgiye ulaştım.

Bu iddia ilk defa, 1979'un Haziran ayı sonlarında Manisa'da gerçekleşen bazı siyasi cinayetlerde dile getirilmiş.

İktidarda CHP hükümeti vardır ve başbakan da Bülent Ecevit idi.

Manisa'da MHP il Başkanı eczacı Cemil Çöllü işyerinde uğradığı silahlı saldırı sonucunda katledilmiştir.

Hemen ardından sol görüşlü bir kişi öldürülmüştür.

Sonraki günlerde biri eczacı iki sol görüşlü insanımız daha hayatını kaybetmiştir.

Böylece Manisa MHP il başkanının öldürülmesiyle başlayan gerginlik zincirleme cinayetleri tetiklemiştir.

Manisa, bir anda bütün Türkiye'yi etkileyen olaylara sahne olmuştur.

AYNI SİLAHTAN ÇIKAN KURŞUNLAR!

Manisa'da MHP il başkanının öldürülmesinden onbeş yirmi dakika kadar sonra bir sol görüşlü yurttaşımızın öldürülmesi güvenlik güçlerinin de dikkatini çekmişti.

CHP Hükümeti'nin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş olaylarla ilgili soruşturmanın derinleştirilerek sürdürülmesiyle ilgili olarak gazetecilerin sorularına muhatap olmuştu.

Ortalıkta dolaşan iddiaya göre cinayetlerde kullanılan silah aynı silahtı.

Gazeteciler bu iddiayı İçişleri Bakanı Güneş'e de sormuşlardı.

Güneş aynen şu cevabı vermişti:

"Bu konudaki laboratuvar çalışmalarına devam ediyoruz. Tabii laboratuvar çalışmalarının nasıl yapıldığını çok detaylı açıklamak istemiyorum. Bundan sonraki olaylar açısından bize zararlı olabilir diye... Manisa'daki olayları da çok iyi değerlendirmemiz lazım. Biliyorsunuz ilk günkü olay 15 dakika arayla iki kişinin öldürülmesi şeklinde oluşturulmuştur. MHP il başkanı öldürülmüş, arkasından CHP'li bir berber... Aradaki zaman 15 ya da 17 dakika gibidir. İnsan mantığı bu kadar kısa süre içinde öç almaya karar vermek, silah sağlamak, hedef tespit etmek, plan yapmak ve yakalanmayacak mükemmellikte suçu işlemek hızına sahip değildir. Onbeş dakikalık zaman buna yetmez. Öyleyse acaba iki öldürme olayı da daha önce birlikte planlanıp peşpeşe uygulanmış mıdır. Bunu düşünmeliyiz. Ondan sonraki olayları da böyle değerlendirebiliriz. Manisa'da enerji olarak birbirine dengeli iki siyasal grubun çatıştırmak amacına yönelmiş ve onu ısrarla kaşımış bir ameliye görüyoruz. Orada da çok değerli ipuçları var elimizde. Kamuoyuna inşallah bunları da yakında açıklama imkanı bulacağız."

MHP il başkanının cenazesinin kaldırılması sırasında İzmir Eczacılar Odası Genel Sekreteri CHP'li Neşe Gülersoy işyerinde uğradığı silahlı saldırı sonucunda öldürülmüştü.

Polis, Eczacı Gülersoy'un işyerinde basına verilmeye hazır bir bildiri bulmuştu.

Eczacılar Odası tarafından hazırlanan bildirinin altında Gülersoy'un imzası vardı.

MHP İl Başkanı Çöllü'nün uğradığı silahlı saldırıyı kınayan bir bildiriydi bu.

Ne ki bildiri yayımlanmadan Gülersoy hayatını kaybetmişti.

ECEVİT DE DİKKAT ÇEKMİŞTİ

Gazeteciler İçişleri Bakanı Güneş'e sordukları soruyu birkaç gün sonra Başbakan Ecevit'e de yöneltmişlerdi.

Ecevit de aynen şöyle konuşmuştu:

"Birkaç eylemin Manisa'da üst üste gelmiş olması birçok kuşkuları akla getiriyor. Fakat bütün bu eylemleri tek bir noktada izah etmek de belki aldatıcı olabilir. Çeşitli etkenlerin, çeşitli merkezlerin Türkiye'de şiddet eylemlerini tahrik etme olasılığı vardır. Ama , Manisa konusuyla ilgili olarak soruşturma sürüyor, ayrıntılı bir açıklama yapmayı doğru bulmam"

Başbakan Ecevit bu açıklamayı yaptıktan 3 ay kadar sonra istifa etti.

Yeni Hükümeti Adalet Partisi lideri Süleyman Demirel kurdu.

Demirel Hükümeti de ancak 11 ay dayanabildi.

O soruşturmanın akıbeti ne oldu, bilmiyoruz.

Ertuğrul Kürkçü'nün" şüpheli tevatür" dediği iddianın aslı budur.

Sağ'dan, Sol'dan binlerce masum delikanlı 12 Eylül öncesinde kör şiddetin kurbanı oldu.

Bu kendi istikametini kaybetmiş bir ideolojik şiddetti ve aslında istikameti belirleyenler de silahı ellerine alanlar değildi.

Kürkçü'ye itiraf etmesi zor gelse de, başımıza gelen budur.

Tabii isterse "şüpheli tevatür" demeye devam edebilir.

Bu küçümseyişin, bu aymazlık içeren tutumun takdirini ise okurlara bırakıyorum.

Çorum Olayları'nda da aynı parmak vardı!

"Sabah devrimciyi vuran silah öğleden sonra ülkücüyü vuruyordu"

Ertuğrul Kürkçü'nün şüpheli tevatür olarak nitelediği bu cümle "Soğuk Savaş"ın sona erdiği 1990'lardan itibaren gündemimize girmişti.

Özellikle "Kontrgerilla" tartışmaları sırasında sıkça telefuz edilmişti.

Bu cümle acaba bir yorumdan ibaretti yoksa bir gerçeğin ifadesi miydi?

Son bir iki yılda bu cümleyi kimler kurmuş diye merak ettim.

"Çorum Olayları"nın yıldönümünde gerçekleşen bir toplantıda konuşan Av. Sadık Eral otopsi raporlarında hem sağ hem sol görüşlü bazı kişilerin aynı silahtan çıkan mermilerle öldüklerinin tespit edildiğini dile getirmiş.

Eral'ın kendisi de bu olaylar sırasında yaralanmış.

Sadık Eral bu bilginin Çorum Olayları sırasında Cumhuriyet Başsavcılığı yapan Ertem Türker tarafından paylaşıldığını da söylemiş.

Eski Başsavcı Türker de Çorum Olaylarıyla ilgili bir konferansta şunları söylemiş:

"Alevilik ve Sünnilik, soğuk savaşta amaca ulaşmak için, hakimiyet sahasını genişletmek için araç olarak kullanılmıştır. Sahne Çorum'du, senaryo dışardandı, baş aktörler dışarıdandı, bizler sadece figürandık. Çünkü biz aynı silahın solcuyu da sağcıyı da öldürdüğünü gördük. Demek ki bir oyun ile karşı karşıyaydık."

Sadık Eral sol görüşe mensup bir kişi ve anladığım kadarıyla eski Başsavcı Türker de öyle.

Kürkçü'yle aynı dünya görüşünü paylaşan isimlerin gündeme taşıdığı bu iddia köşe yazarları tarafından da sıklıkla dile getiriliyor.

"Star" gazetesi yazarı Ahmet Kekeç de önceki gün köşesinden "Sabah bir solcunun, öğlenden sonra bir sağcının öldürülmesinde kullanılan silahlar hangi envantere kayıtlıydı" diye sormuştu.

12 Eylül darbecilerine ilişkin başlatılan soruşturmada Kenan Evren'e 1977'den 1980 arasında gerçekleşen bazı karanlık olaylar da sorulacakmış.

Ahmet Kekeç de zaten bu yüzden o soruyu sormuş.

Kuşku işin karanlık yanıyla uğraşır.

Karanlıkta kalmış olayların aydınlatılması da elbette kuşkuyla başlar.

YENİ ŞAFAK