Fatma Barbarosoğlu’nun Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazısı:
Her Kurban Bayramı öncesi ne yazık ki bizi Rabbimiz’e yaklaştıracak bir gündemin değil, bir vacibin (Hanefi fıkhına göre kurban kesmek vaciptir) imha edilmesine yönelik tartışmaların içinde buluyoruz kendimizi.
Bu sene sosyal medyayı en çok ilgilendiren tartışma DİB’in süpermarketlerde kesilen kurbanların kurban olmayacağı fetvası oldu.
DİB birkaç markayı sıralıyor. “Market kurbanı” birkaç marka ile sınırlı mı? Eski yazılarımı yayınlayan biri değilim. Ama bu defa müsaadenizle 2006 yılında Kurban Bayramı’nda yayınladığım yazıyı dikkatinize sunmak istiyorum. “Market Usulü” kurban kesmenin sıkıntılı yüzüne 12 yıl önce dikkat çekmiştim.
10 Ocak 2006’da yayınladığım yazı, buyurun :
Kurban tartışmalarından dilinizi ve gözünüzü koruyun!
Bir iki yıl önceydi zannediyorum. Dini içerikli yayınlar yapmaya gayret eden radyo kanallarının birinde, bir süpermarket reklamı vardı. “Kurbanlarınız, siz alış-verişinizi yaparken güvenli bir şekilde kesilir, kemikleri ve etleri birbirinden ayrılmış olarak paketlenir.”
Pek çok kadını, bu reklam etkilemiştir şüphesiz. Apartman dairelerinin dar mutfaklarında, gerekli alet ve edavattan yoksun olarak kurban etlerini bölüp parçalamak hiç kolay değil. Bu zorluğa; her Kurban Bayramı’nda tekrar tekrar verile verile, herkesin bilincine kazınmış olan kaçan boğa ve inek görüntülerini, kurban keserken kendini kesti haberlerini ilave edin. Reklamın etkileyiciliği daha bir ortaya çıkar.
Seküler dünyada; dini olanı anlatmanın güçlüklerini aşmak için pek medyatik ilahiyat hocalarının, dini emirlerin sosyalliğine ve güncelleştirmesine yaptıkları yorumları eklerseniz “neyse parası veririz” diyerek, kurbanını, süpermarketlerden paketlenmiş etler olarak almayı tercih edenleri anlarsınız. Hayvanı hiç görmeden. Akan kanına şahit olmadan. Bayramdan önce almış olduğu gibi, birkaç kg et olarak. Kurban bu mu? Hanelerin topluca et görmesi mi?
Bayram boyunca, ihtimal birkaç kaçan boğa haberinin ardından, ekrandan bilincinize servis edilip, kes-yapıştır bir düzenek içinde “kurban”ın manasından çıkarılarak, hayvan ölümüne getirilişini; dindar insan saygınlığının “dinci” ile değiş-tokuş edilişini fark etmeyeceksiniz bile.
Medyanın dini olana getirdiği her türlü vizeden daha öncelikli olarak İslami kesimdeki kurbanın anlatılış biçimi bendenizi endişelendiriyor. Kurbanın ibadet boyutundan çıkarılarak vurgunun sosyalliğe yapılıyor olması, amellerin seküler bir zihniyet ile algılanması neticesini doğuruyor çünkü. Halbuki, kurban ibadeti, fakirler et yesin diye değil. Bu yan anlamlarından sadece birisi. Esas mesele insanın belli sınırlara mahkum olduğunun; ölümün ve dirimin sahibinin Allah olduğunun şuuruna varılmasıdır. İnsanlar bu şuura sahip olunca dünyada kan dökücülük artmaz, azalır.
Kurban ve akrabanın aynı kökten geldiğini biliyor muydunuz? İkisi de yakınlaşmak demek. Samimiyet demek.
Kurban sadece Allah’ın rızasını kazanmak için ona yaklaşmak üzere kesilir. Sosyal tarafı daha sonradır. Bunu sakın unutmayın. Ve lütfen kurban üzerine tartışmayın. İbadeti tartışmaya başladığımız zaman kendi dilimizle, İlahi olan düzlemi aşağıya çekmeye çalışanlara yardımcı oluruz. İbadetlerin ruhu, merak edenlere anlatılır. Merak etmeyen ve hele hele karşı olanlara bu ruhu anlatmak mümkün değildir.
Senin dinin sana, benim dinim bana. Hepsi bu.
Bu bizim bayramımız. Tatil yapmak isteyenlerin tatili olabilir. Ama biz önce kendi bayramımızı bayram bilelim.
Bayramımız bayram, ibadetimiz tamam olur inşallah.
12 yıl önce yayınladığım yazı böyleydi. O gün “sıradan bir market” reklamı olarak başlayan “yeni durum” hızla yayıldı.
Bir vacibin yerine getirilmesinin nasıl “fakirlere et dağıtma kampanyası” haline getirildiğini görmek için “kurban kampanya”larına bir dikkat edin.
Şunu lütfen aklımızda tutalım: Fakirlere yılda bir defa et dağıtmak yerine her ay fakirlerin et yemesi için seferber olmamız gerekiyor. Lakin kurban kesmek ibadet etmektir, yılda bir defa olan bir ibadettir. Fakirlerden mesuliyetimiz ise 12 ay boyunca sürer.