Sünnilik kimin günah keçisi!?

Serdar Demirel

Geçen Pazar, “Devletin Sünniliği meselesi” başlıklı bir yazı kaleme almış, Cumhuriyet rejiminin, Sünni İslâm yorumunu benimseyerek diğer dinler ve İslâm içi mezhepler karşısında Sünnilik lehine taraf tuttuğu iddiasının terk edilmesi gereken bir ezber olduğunu anlatmaya çalışmıştık. Yazıya farklı kesimlerden mânidar tepkiler geldi.

Elektronik iletilerle bana ulaşanlar olduğu gibi, yazımın yayımlandığı sitelerin okur yorumları kısmında da itirazlar yükseldi..

Alevi kökenli kimi vatandaşlar ezberin doğruluğunda ısrarlılar. Onları anlıyorum. Sünniliği bilmiyorlar. Aidiyet duydukları kültüre angajmanları da önyargılarını besliyor.

Onların durumu, Aleviliği, doğru ve yanlışların birbirine karıştığı toplumsal rivâyetlerle yargılayan Sünnilere benziyor. Kaynak bilgileri yok ve karşı durdukları ekolü sistem içi okuyacak yetkinliğe de sahip değiller.

Bir de Sünniliğin kendisini bir arıza olarak gören okurlar var. Bu meyanda yazımın yayımlandığı bir internet sitesinde yorum yazan iki okurun tepkisini dikkatinize sunuyorum:

Ali D. rumuzlu okur, “Ezber mi gerçek mi?” başlığı altında şunları yazmış:

“Osmanlı Devlet geleneğinin siyasal alışkanlıklarını devam ettiren yeni modern devlet aleviler karşısında sünni yorumu dayatmıştır. Eğer kendinizi sünni olarak tanımlarsanız Türk ve laik kimliği de size dayatmıştır. Serdar kardeşimizle buraya kadar anlaşıyoruz sanırım.

Sünni paradigma iktidarları eleştirmekten vazgeçip iktidar dinine onay verdiğinden -bakınız pezdevi akaidi- beri devlet tarafından kullanılmıştır.

Serdar kardeşin anladığı sünni yorumla tarihteki olan arasında büyük fark var sanırım. Sürülen ve öldürülenler dışında kalan Osmanlı uleması sünni yorumun diyanet içinde -devletin izin verdiği kadar- yaşamasını sağlamışlardır. Açıkcası bunun bir ezber değil Ehl-i Sünnet yorumunu tezkiye etmeye çalışan kardeşlerimizin yüzleşmekten kaçındığı hakikat olduğunu artık görebilmeliyiz..”

Bir diğer yorumda ise Halit Şimşek isimli okur, “Devlete itaatin kültürü” başlığıyla şu itirazlarını dillendirmiş:

“Sünni İslâm’ın temeli devleti idare eden her kimse ona karşı itaat, tapınmanın farziyetinin bilinmesidir. Muhalif bir kültür ve algı sünni İslâm’ın kesinlikle içinde yer almaz. Devlet ve saltanat için yapılan bütün hizmet ve gayret farz ibadet özelliğindedir. Ferdin derinliğinde var olan hür düşünce ve hür irade yerini saltanata itaate bırakıp kaybolduğu anlayış saltanatın icad ettiği sünniliktir..”

Bunları, Sünniliğe yönelik eleştirilerin insaf sınırlarını nasıl aştığını gösterebilmek için alıntıladım buraya.

Böyle düşünenlerin varlığını elbette biliyorum. Daha acımasız bir eleştiriyi birkaç ay önce câmiada çok meşhur bir ilahiyatçı profesörden de duymuştum. Görüşmemizin bir yerinde meâlen; “Ehli Sünnet, gerçek İslâm’ı değiştirmek isteyen iktidarların İslâm’a kurduğu en büyük tuzaktır. Başarılı olmuştur. Gerçek İslâm’ı temsil edenler ‘zındık’ diye bertaraf edildi. Tağutların inşa ettiği din de Ehli Sünnet diye kitlelere dayatıldı” demişti.

İnanın, meâlen aktardığım bu cümleler orada bulunanların da şâhitlik edeceği gibi tarafımdan hafifletilerek aktarılmıştır.

Sünnilik; Ehli Sünnet iddiasıyla ortaya çıkan ama Ehli Sünnet karşıtı ne kadar düşünce varsa üzerimize boca eden çakma Sünni kanaat önderlerinin yâveleriyle, koca tarih içerisinden cımbızla seçilmiş birkaç yorumcunun (Pezdevî örneğinde olduğu gibi) bazı meselelerdeki kanaatleri arasında dar paranteze alınıyor.

Bu kargaşada neyin Ehli Sünnet neyin Ehli Sünnet dışı olduğu bulanıklaşıyor. İnsaf ölçüleri aşılıyor. İslâm coğrafyası işgale uğradığından beri zulme direniş haritasına bakın, oralarda, saltanata mutlak itaatle itham edilen Ehli Sünnet’in mücadelenin bayraktarlığını yaptığını göreceksiniz.

Tarihsel olan itham ise tamamen bir anakronizm örneği. Bir Abbasi, bir Osmanlı yönetimi bugünkü İslâm dışı sistemlerle bir tutulmakta.

Hâlbuki, bilimsel olan yaklaşım, her tarihsel olgunun kendi tarihî şartları içerisinde değerlendirilmesini gerekli kılar. Ehli Sünnet sistematiği içinden bakınca da, tarihsel pratiklerde eleştirilecek yönler olduğu görülecektir. Lâkin, insan tarih tecrübesinden bahsettiğimizi ve melekler tarihinden bahsetmediğimizi unutmamak şartıyla.

Bu konuya girmekten korkuyordum doğrusu, zira bir gazete köşesinin çapı meseleyi gereğince ele almaya musait değil. Ama bu kadarına da değinmeden geçemedim. Liberal yazarların devletin sünniliği ezberine dokunurken bakın nerelere vardık.

VAKİT