Sünneti Kur'an-ı Kerim’e Sorsak Ne Der?

Kur'an ve sünnet bütünlüğünü kaleme alan Faruk Beşer, konuyu Kur'an-ı Kerim'in Hz. Peygamber için kullandığı vasıfları, onun farklı görevlerini ve yetkilerini kavramlar üzerinden açıklamış.

Sünneti Kur'an-ı Kerim’e sorsak ne der?

Faruk Beşer / Yeni Şafak

Sünnet İslam'ı olmayacağı gibi, Kur'an İslam'ı da olmaz. Allah'ın din olarak kabul ettiği her şey İslam'ın bir parçasıdır. Tıpkı, eğer mecazi anlamda söylemiyorsanız, 'ruh insanı' ya da 'beden insanı' demenizin anlamsız olacağı gibi. Çünkü insan ruh ve bedenden oluşan bir bütündür. Biri olmadan öbürüne insan denmez. Kur'an-ı Kerim dinin ruhu ise ki, onun kendi içindeki bir vasfı da ruhtur, Sünnet de onun bedenidir, görünür ve yaşanır hale gelmiş yönüdür. Hatta ona uygun içtihatlar bile bu bedenin saçlar tüyler gibi atılıp yenisi gelebilen parçacıklarıdır.

Bir avamın bir âlime fetva sorduğunda aldığı cevabı Allah dinden sayıyor. “Bilmiyorsanız ilmiyle amil olan âlimlere sorun” diyor. Böyle bir âlim fetvasında isabet etmemiş olsa bile, başka birinden başka bir fetva almış olmadıkça, onun fetvasına göre hareket etmesi dinen zorunludur. Eğer başka bir fetva daha almışsa “vicdanına sormak kaydıyla” dilediğini uygulama özgürlüğüne sahiptir. Ama bunların dışına çıkamaz.

Şu kuralı hatırlayalım: Kur'an-ı Kerim'de tamamen aynı anlamda iki farklı müteradif/eşanlamlı kelime yoktur. O halde Kur'an-ı Kerim'in Hz. Peygamber için kullandığı vasıflar aynı zamanda onun farklı görevlerini ve yetkilerini de bize anlatır. Bunlardan bazılarını görelim:

Tebyîn (16/44): İyi derecede açıklama, anlaşılır hale getirme demektir. Bunun bir alt derecesi beyandır. Beyan sadece sözlü açıklama olabilir. Ama tebyîn aynı zamanda uygulamalı bir beyandır ki, işte buna Sünnet diyoruz.
Tebliğ: Elçinin aldığı bilgiyi aynen yerine ulaştırmasıdır. Bunun için Allah Hz. Peygamber'e 'Rasul/elçi' diye hitap ettiği bir ayette, “Rabbinden sana indirileni tam olarak ulaştırmazsan O'nun mesajını ulaştırmış olmazsın” buyurur (5/67). Tebyîn, tebliğden farklı bir şeydir.

Hüküm: “Biz kitabı hakikat olarak sana indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği ile hüküm veresin…” (4/105). Buradaki gösterme 're'y' sahibi kılma anlamında bir göstermedir. Demek ki, Hz. Peygamber'in vahye dayalı olarak bir re'yi/görüşü olacak ve o bununla hüküm verecektir. Bu re'y Kur'an-ı Kerim'den mülhemdir, ama Kur'an-ı Kerim değildir. İşte bu da sünnetten başkası olamaz.

Şu bir tek ayette bile Hz. Peygamber'in sünnetine işaret eden pek çok özelliği sayılır:
Hikmet: “Nasıl ki, size içinizden bir resul gönderdik; ayetlerimizi size okuyor, sizi arındırıyor, size Kitabı ve hikmeti öğretiyor, önceden bilmediklerinizi öğretiyor” (2/151).

Bu ayeti Kerimede Kitap ve Hikmet yan yana kullanıldığına göre bunların farklı şeyler olması gerekir. Bilindiği gibi Hikmet, hüküm ve muhkem kelimeleriyle alakalı olarak, nihai hükmü verilmiş, muhkem ve eşyanın aslına uygun bilgidir. Bu anlamda Kur'an-ı Kerim de hikmettir, sünnet de hikmettir, hatta âlimlerin ve mütefekkirlerin ulaştıkları kesin bilgiler de hikmettir. Bunun için İslam mütefekkirlerine hakîm denir. Hatta insan bedenindeki kesin bilgilere ulaştıkları varsayılan tabiplere de yine bunun için hekim denmiştir. Hekim hakîmin Türkçesidir.

İşte insanların müktesep/edinilen ilim ve çaba ile ulaştıkları hikmet, peygambere Allah'ın bir ilhamı ve peygamberi bir özellik olarak verilmiştir. Sıradan insanların Kur'an-ı Kerim'de açıkça gözükmeyen hikmetlere ulaşabileceğini kabul edip, peygamberde böyle bir özelliğin olmadığını söylemek abes olur. İşte ona Kur'an-ı Kerim'in yanında verilen bu bilgi/hikmet sünnettir ve o, tebyîn görevini bununla yapmaktadır.

Bu ayeti kerimede Peygamber'in vasıfları olarak sayılan şeylerden birisi de tilavettir. Bu da onun farklı bir görevidir. Bu noktada tilavet ile kıraat arasındaki farka da işaret etmeliyiz. Kıraat salt okumadır, tilavet ise dinleyenin izleyip uyacağı bir okumadır. Yani onun okuması bile salt bir okuma değildir, uyulması gereken uygulamalı bir okumadır.
Tezkiye: Her türlü maddi manevi, ahlaki ve bedeni pisliklerden arındırmadır. O halde Peygamber, bazılarının sandığı gibi sade bir postacı değildir. O inananlarını yine vahiyden aldığı kabiliyetle eğitip arındırmıştır. İşte bu eğitme ve arındırma uygulaması da sünnettir. Onun bu tezkiyesi İslam'ın ahlak boyutudur. Sünneti attığınızda aslında İslam'ın ahlak boyutunu büyük ölçüde atmış olursunuz.

Onun insanlara bilmedikleri şeyleri öğretmesi Kitab'ın dışındaki bilgileri de kapsar. Çünkü o Kitaptaki bilgileri, onlara tilavet ederek zaten öğretmiş olurdu. O halde buradaki talim farklı bir özelliktir.
Yerimiz elverseydi bu bağlamda onun “Şahid, Müjdeleyici, Uyarıcı, Aydınlatan bir lamba (33/45, 46), ve Üsve (33/21) olmasının Sünnetle ilişkisine de değinebilirdik.

Bunlardan özellikle üsve kelimesi önemlidir. “O sizin için güzel bir üsvedir” denir ki, hal ve harekâtıyla örnek edineceğiniz bir numune-i timsaldir demektir. Sağlam bir örneği bulunmayanların, özellikle de gençlerin bugün kimlere özendikleri, kimleri örnek aldıkları düşünülürse bunun çok anlamlı olduğu görülür. Onun sünnetine/hayat tarzına uyulmadan o nasıl örnek alınabilir?

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!