Rahman ve Rahim olan Yüce Allah’ın adıyla.
Allah’a hamd, Resul’üne selat u selam olsun.
Müslümanların Sünnete yaklaşımları bazı farklılıklar içerir. Bu bakış tarzlarının makul sınırlar içinde olmak şartıyla, bir kısım ayrılıkları barındırması da anlaşılırdır. Zira nihayetinde dinin anlaşılmasında ve yorumlanmasında ister istemez insan algıları devreye girmektedir. Müslümanların bu hususlarda kendi düşüncelerini mutlaklaştırmadan ve diğer kardeşlerine kendilerini kapatmadan yanlışlarından kurtulmaya ve doğrularını çoğaltmaya çalışmaları gerekmektedir. Rabbimizden bunu başarmak için kendimiz için de yardım niyaz ederiz. Sünnetle ilgili müzakerelere belki bir katkısı olur diye kendi düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Bunu daha kolay başarmak için de soru-cevap şeklinde bunu yapmaya çalışacağım.
Sünnet Nedir?
Sünnet Resulullah (s.av.)’in, müminlerin tabi olmaları, eğitilmeleri ve değişik zaman ve durumlarda yeni fıkıhlar oluşturabilmeleri amacıyla, insan-Allah, insan-insan, insan-eşya ve insan- evren/doğa ilişkisine dönük ortaya koyduğu örnekliktir. Bu örneklik/modellik, Resulullah (s.a.v.)’ın söz, amel veya bir tutum ortaya koymasıyla gerçekleşmiş olabilir.
Sünnetin Kaynağı Nedir?
Resulullah (s.a.v.)’in ortaya koyduğu örnekliğin temelini Kur’an-ı Kerim oluşturmuştur. Diğer yandan Kur’an-ı Kerim’in gözetim ve denetiminde olmak şartıyla, Resulullah (s.a.v.) akıldan, örften, kıyastan, İbrahim (a.s.)’dan gelen dini geleneklerden ve kendisinin elçiliğini daha iyi yapabilmesi için kendisiyle girişilen iletişimden de yararlanmıştır. Bizler için Peygamber’in sünnetinin tümü bağlayıcıdır ve kaynağının çok da önemi yoktur. Zira Resulullah (s.av.) Allah’ın gözetiminde ve denetimindedir ve yanlışa düştüğünde düzeltilmiştir. Önemli olan sünnetin gerçekten sabit olup olmadığıdır. Zira Kur’an-ı Kerim’in dışında subutu kati (varlığı kesin) olan bir bilgi kaynağımız yoktur. Dolayısıyla sünnete dönük her bilginin Kur’an-ı Kerim’in sağlamlık testinden geçmesi zorunludur. Kur’an-ı Kerim’in süzgecinden geçen sünnetin ise kaynağının örf mü, İbrahimi gelenek mi, içtihat mı olduğu artık bu safhada çok da önemli değildir.
Sünnet Bağlayıcı mıdır?
Biz Resulullah (s.a.v.) sünnetinin bağlayıcı olduğuna inanır ve sünnetin bağlayıcılığının tartışma dışı bir konu olduğunu kabul ederiz. Zira yüce rabbimiz; Resule itaati, kendisine itaat, (4/80), kendisini sevmenin delili (3/30), rahmetine nail olmanın, nimetlere ulaşmanın ve nebiler, sıddıklar, şehidler ve salihlerle arkadaş olmanın yolu olarak göstermiştir (4/69). Aynı şekilde yüce Allah, Resulullah (s.a.v.)’e itaat etmemeyi ise; küfür olarak nitelendirmiş (3/31) ve Allah ve Resul’ünün hükümde bulunduğu bir meselede, mümin erkek ve kadınların seçme hakkının asla olmadığını beyan buyurmuştur (33/36). Bu nedenle kendilerini müslüman olarak tanımlayan fert ve toplulukların sünnete tabi olmama gibi bir lükslerinin asla olamayacağı açıktır.
Sünnet Meselesinde Müzakereye Açık Olan Boyut Nedir?
Sünnet konusunda müzakereye açık konular şunlardır:
Birincisi: Bir konuyla ilgili var olduğu söylenen Sünnetin varlığının sabitliği/kesinliği meselesi. Buna örnek olarak, ölülere sağ olan akrabalarının ağlamasından dolayı, eziyet edilip edilmediği, kadında, evde ve at’ta uğursuzluğun olup olmadığı meseleleri gibi. Bu meselelerde âlimlerimiz, Resulullah’ın (s.a.v.) bunları söyleyip söylemediğini çeşitli açılardan müzakere etmişler ve haklı olarak büyük bir çoğunlukla bu hadislerin var olmadığı veya yanlış aktarıldığı sonucuna ulaşmışlardır.
İkincisi: Resululah’ın pratiği sabitse bile, bu pratiği ümmetinden isteyip istemediği meselesi. Örneğin; Resulullah (s.av.)’in gece namazını kıldıktan sonra, sabah namazından önce kısa bir süre tekrar uyuması, kabak yemeyi sevmesi, cübbe giymesi, sarık sarması, elle yemek yemesi, beyaz elbise giymeyi sevmesi, savaşta öldürülen kimsenin eşyalarını, onu öldürene vermesi gibi, sabit olan bazı uygulamaları. Bu ve benzeri konularda, acaba Resulullah (s.a.v.), kendisinin yaptıklarını, ümmetinden de dini bir sorumluluk anlamında istiyor muydu? Yoksa sadece beşeri ve kültürel tercihler bağlamında mı bu uygulamaları yapmıştı? Âlimlerimiz haklı olarak bu konuları, uzun uzun müzakere etmişlerdir.
Üçüncüsü: Sünnette varlığı sabit olan bir örneklik ile bizden bir şey isteniliyorsa, bu isteğin farz mı, vacip mi, mubah mı olduğu meselesi. Örneğin; Resulullah (s.a.v)’in kurban kesmeye dönük buyruğu, kurban kesmenin vacipliğini mi, yoksa sünneti müekkede olduğunu mu ifade etmektedir? Aynı şekilde Resulullah (s.av.)’ın gece yakılan çıranın, söndürülerek yatılması emrini vermesi, ya da cuma günü gusül alınması emrini vermesi, neyi ifade etmektedir? Bu nedenle Resulullah (s.a.v.)’ın pratik, söylem ve tutumlarından emrettiği şeyleri, farz, vacip, sünnet, mubah mı olduğu, nehyettikleri ise haram, tahrimen mekruh veya sadece mekruh mu olduğu, ümmetin âlimleri tarafından müzakere edilmiştir. Nitekim Hanefi mezhebi, kurban kesmeyi vacip, Şafii mezhebi ise sünnet-i müekkede olarak görmüşlerdir.
Dikkat edilirse, sünnette müzakereye açık olan hususlar, sünnetin bağlayıcılığı konusunun dışında ve daha çok sünnetin varlığı yokluğu ve neyi ifade ettiği hususları gibi, sünneten daha iyi ve daha doğru yararlanmaya dönük konuları içermektedir.
Sünnetten Yararlanma Kaynaklarımız Nelerdir?
1-) Kur’an-ı Kerim. Hz. Muhammed ve diğer peygamberlerin sünnetinden bize en sağlam bilgiler veren ve verdiği bilgilerin kesinliği şüphe taşımayan temel ve tartışılmaz kaynağımızdır. (Kur’an-ı Kerim’in Hz. Muhammed (s.a.v.)’in modelliğini konu edinen sayısız pratiği, sözü ve tutumunu bize aktardığı ve onları tabi olunması gereken güzel örneklikler olarak gösterdiği açıktır. Örnek olarak şu ayet-i kerimelere bakalım: “Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah'tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah'a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.“ (3/159); “Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü'minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (9/128); ”Peygamber, arkanızdan sizi çağırırken siz durmadan dağa yukarı kaçıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz. Bundan dolayı Allah, size keder üstüne keder verdi ki, (bu durumlara alışasınız ve daha sonra) elinizden gidene ve başınıza gelene üzülmeyesiniz. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (3/153); “Sana bîat edenler ancak Allah'a bîat etmiş olurlar. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah'a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.” (48/10)
2-) Sahih hadis kitapları: Kutub-i Sitte ve Muvatta bu değerli hadis kitaplarımızın en sağlamlarını teşkil etmektedirler. Hadis âlimlerimiz büyük gayretlerle hadisleri toplamış ve bunları güçleri ve ulaştıkları hadis usulünün el verdiği oranda çürüklerinden ayırmaya çalışmışlardır. Elbette başarılı olup ayıkladıkları sayısız uydurma hadisin yanında, bazı çürük hadislerin kitaplarına girmesine engel olamamaları da söz konusudur. Nitekim âlimlerimiz bu nedenle, subutu sabit olmayan bu rivayetlere zanni delil olarak yaklaşmışlar ve itikatta delil kabul etmemişlerdir. Hadisin zanni delil olarak kabul edilmesi, hadisin mutlak çürüklüğünü değil, yanlış olma ihtimalini barındırdığı anlamına gelir. Ama bununla beraber Allah’ın lütfü ve âlimlerimizin gayreti sebebiyle, birçok sahih hadise ulaşma imkânının olduğu da açık bir vakıadır. Bu nedenle, sayısız sahih hadisleri içeren bu kaynaklarımız bizim için Hz. Resulullah (s.a.v)’in pak sünnetine ulaşmakta ciddi imkânlar sunmaktadır. Bundan dolayı, bizler Kur’an’ın gözetimi ve denetimi altında bu sahih hadis kaynaklarından en üst derecede yararlanmayı temel bir hedef olarak benimsemeliyiz.
3-) Siyer kitapları: Bilindiği gibi siyerle ilgili bilgiler, hadislerden farklı olarak hiçbir ciddi tetkike tabi tutulmadan bizlere aktarılmıştır. Ama bununla beraber Resulullah (s.a.v.) efendimizin birçok sünnetini bize aktarma imkânını da içinde barındırmaktadır. Bu nedenle tıpkı hadiste olduğu gibi, Kur’an-ı Kerim’in gözetim ve denetiminde siyerden de çok ciddi anlamda yararlanma imkânının olduğunu gözden kaçırmamalıyız. Hatta siyerle ilgili rivayetlerin, hangi bağlamda olayların geliştiğine dair ciddi verileri de içermesi, peygamber efendimizin sünnetini tespit etmede bize ciddi avantajlar sunmaktadır. (Bilindiği gibi hadislerin anlaşılmasının önündeki en büyük zorluklardan birisi, hadislerin çoğunlukla bağlamından kopuk nakledilmesidir.).
Bu sınırlı tespitlerin, sünnete dönük bakışımıza katkı sunmasını tekrar yüce rabbimizden diler, O’na hamd ederiz. Elbette isabet ettiğimiz doğrular, rabbimizin lütuf ve kereminden, yanlışlar ise bizim meseleleri karıştırmamızdandır. Rabbimizden ilmimizi artırmasını, salihlere katmasını ve ümmetimize bir çıkış yolu nasip buyurarak hayırlara vesile kılmasını niyaz ederiz.