Hadis, sünnet ve Kur’an bağlamında yapılan tartışmaların her dönemde olduğu gibi bugünlerde de yoğun olarak gündem olduğunu ve bu tartışmaların tarihsel köklerinin bulunduğunu belirterek konuşmasına başlayan Davut Çevik sunumunda genel olarak şu noktalara değindi:
“Rabbimizle olan iletişimimizin yegane yolu olan vahyin, ilk dönem sahabe nesli üzerindeki etkilerini, inşa ve ıslah sürecini kavramaya çalıştığımızda, Kur’an’la ve Hz. Peygamberle nasıl bir ilişki içerisinde olunması gerektiğinin verilerini rahatça elde edebiliyoruz. Peygamberimiz ve ashabı, vahye salt okuma-yazma temelli bir yaklaşım sergilemediler. Aldıklarını tertil üzere yaptıkları istişari okumalarla hayatla buluşturma mücadelesini birlikte verdiler. Vahiy ile hayat arasındaki bağı ıskalayacak bir ilişki biçimini benimsemediler. Toplumu Kur’an merkezli dönüştürme bilincini hep diri tuttular. Fakat sonrasında yaşanan gelişmeler Kur’an ile olan, Hz. Peygamber ile olan ilişkiyi zedeledi ve olmaması gereken yaklaşım biçimleri dini düşünce içerisinde yer bulmaya başladı. İşte bu noktada gerek geleneksel anlayışımızdan kaynaklanan gerekse modern dönem algılarından kaynaklanan yanlış anlayışları ortaya koyabilmemiz ve bu yanlışları ilk dönem neslinde olduğu gibi ıslah merkezli bir kritiğe tabi tutabilmemiz gerekir.
Son dönemlerde gerek canlı yayınlarda gerek sosyal medya üzerinden yaşanan hadis, sünnet, Kuran bağlamındaki tartışmalar yeniden bu konuyu gündemimize taşımaktadır. Bir tarafta geleneğin hiçbir tarafına toz kondurmak istemeyen ve bu yönde yapılan eleştirileri dinin yıkılması ile eşdeğer gören tahkik yoksunu taklitçi, gelenek kutsayıcısı bir tavır diğer tarafta da genel olarak hedef tahtasına sürekli geleneği oturtmakla gündeme gelen ama ne hikmetse modern dönem hurafelerine söz söylemeye gelince ya sessiz kalan ya da savunmaktan çekinmeyen hocaların tavrı. Diğer tarafta ise Kur’an çalışmalarıyla uzun yıllardır ülkemizde mücadele eden, verdiği emeklerle Kur’an merkezli anlayışın gelişimine katkısı olmuş kesimlerin bu tartışmalar içerisindeki hikmetten ve basiretten yoksun konum alışları nedeniyle ürettikleri yanlış algılar. Tüm bu tartışmalar içerisinde sağlıklı bir yerde durmak ne kadar zor olsa da elzem bir durumdur.
Öncelikle geleneği adeta yeniden keşfedercesine gündeme getiren ve içerisinde ne varsa kabul etmeyi marifet sayan algının zaaflarına bakmamız gerekir. Bu yaklaşım biçimi daha Kur’an’ın indiği ve toplandığı dönemi ifade ederken sürekli zanni rivayetler üzerine yaslanması, vahyin bir arada oluşunu ve toplanmasını rivayetlerin toplanma biçimiyle neredeyse eşleştirmesi en önemli zaafını oluşturuyor. Ayet olarak inip Kur’an’da yer almasına rağmen neshedilen ayet iddiası, indikten sonra unutturularak Kur’an’a yazılmayan ayetler iddiası, Kur’an’ın eksik bir kitap olduğu izlenimini üreten, vahye zan ve leke bulaştıran yaklaşımlardır. Bir kere vahiy algısını doğru temellendirmek diğer konulara nasıl yaklaşmamız gerektiğinin de kodlarını verecektir. İkinci olarak hadislerin tedvinini hatadan ari görerek ve özellikle İmam Şafi’nin delil silsilesini kullanarak hadislerin vahiyleştirilmesi, tarihten beri ve günümüzde konunun tartışılmasındaki en sakat noktayı oluşturuyor. Son dönem ehl-i sünnet kahramanlarından (!) İhsan Şenocak’ın Hicr 9. Ayetin kapsamı içerisine hadisleri de ekleyerek korunduğunu iddia etmesi ve yine ‘Allah ve resulünü aranızda hakem yapmadıkça…’ ayetini yorumlarken resulün hakemliğini Buhari ve Müslim’in hakemliği olarak tefsir etmesi vehametin boyutlarını göstermesi açısından önemli.
Rivayetlerin Kur’an merkezli tahlilinin önüne geçen ve özellikle imam Şafi ve öğrencileri tarafından üretilen kritik tekniklerinin ağırlıklı olarak isnad merkezli oluşu, hadisin sünnetle eş anlamlı hale getirilişi, mütevatir hadis tartışması, sıhhat tespiti için ortaya konulan cerh ve ta’dil çalışmalarının bizzat kendisinin rivayetlerle çalışan bir mekanizmaya evrilmesi ve rey ve ictihad taraftarlarını tahkir amacına hizmet etmesi, farklı kültürden gelen israiliyatın tenkit edilmemesi neticesinde kaynaklarımızın bunlarla dolması, Kur’an dışı verili ayetlerin olduğu iddiası ve daha bir çok tartışma, Hz. Peygamberin kimliğini, vahiy karşısındaki konumu sarsmış ve onun sahabesi ile beraber yaptığı tertil okumalarını ve amacını anlamamızı zora sokmuştur. Dolayısıyla Kur’an nimetinin gündemde olmadığı, referans alınmadığı bu tartışmaları yeniden Kur’an merkezli ıslah etmek önemli bir vazifedir. Ancak bu vazifenin ifası yine vahyin belirlemiş olduğu bir üslup ile ıslahı önceleyen bir dil ile hikmet ve basiret merkezinde yapılmalıdır. Tahkir ile tekfir ile küçümseme ve aşağılama ile bir mücadele vermek doğru olamaz.
Bununla beraber geleneksel tutum karşısında konumlanan modernist yaklaşım insanı herşeyin merkezine koymaktadır. Özellikle Batı’da gelişen ve vahiyden ziyade çağı ve insanı merkeze alan kimi yaklaşım biçimleri Kutsal kitaba adeta salt bir sosyal bilim muamelesi yapmakta. Kutsal kitapta görülen ve ayağa takılan bazı sorunlar hermenötik (yorum bilim) yöntemi ile aşılmaya çalışılmıştır. Batı’da gelişen ve vahyin belirleyiciliğini ıskalayan bu anlayış Kur’an üzerinde de uygulanmaya çalışıldı ve özellikle akademik çevrelerde başlayıp bir çok noktada karşımıza çıkan bir tartışmaya dönüştü. Konuyu işleyen yazarların çevirileri ile beraber Kur’an adeta beşer sözüne indirgendi ve hadsizce ifadeler yakıştırıldı.
Özellikle Ankara Okulu’nun başını çektiği bu tartışmalar da ‘Kur’an’ın Allah’tan bile daha iyi anlaşılması anlamına gelecek hermenötik anlayışlarla ele alınması, tarihsel şartlar içerinde ele alınması, Hz. Muhammedin çağdaşlarından talepleri olarak algılanması ve müstakbel okurlarından her hangi bir talebi olmadığı (Ömer Özsoy), evrensel karakterde olamayacağı, rölatifliği, herkesi bağlayan mutlak bir anlam olamayacağı, kişi sayısı kadar anlam olduğu, vahyin peygamberimizin kalbinde oluştuğu ve söz olarak Hz. Peygambere ait olduğu (Fazlurrahman), ilahi bir endişe taşımadan standart bir metin okuma faaliyeti gibi düşünülmesi gerektiği, anlamın sabit bir omurgaya oturtulamayacağı (Hasan Hanefi), Kur’an’ın bugün anlamlı bir nas olma hüviyetini kaybettiği ve maalesef hala onun anlaşılabileceğini savunan fanatiklerin olduğu (Muhammed Arkoun), içerisinden çıkarılması gereken hususların bulunduğu (İlhami Güler) vb. yaklaşımlar geleneğin zaaflarını da aşacak bir biçimde vahyin Rabbimizin hayata müdahele etmesi için gönderdiği bir kitap oluşu gerçeğini zedelemekte ve Kur’anı sıradan bir beşer sözüne indirme gafletinde bulunabilmektedir. Nerede duracağı belli olmayan sınırsızca birr yorum ve üstelik modern çağın değerlerini merkeze alarak yapılacak bir değerlendirme ne kadar vahiy-hayat buluşmasını sağlayacaktır.
Bununla beraber bu yaklaşımda da gözlenen temel çelişkilerden biri de nasih-mensuh ve sebeb-i nüzül konularına yaklaşımlarında gözlenmektedir. Nedense bu konular temel yaklaşım biçimlerine uygun düştüğünden olsa gerek tüm zaaflarına rağmen sahiplenilmektedir. İşlevsel olana dokunulmazken kat’i olan Kur’an hakkında zanni, spekülatif yaklaşımlar Kur’an’la buluşmaya çalışan zihinlerin önünde büyük bir engel olarak durmakta.
Geleneğin hadisleri vahiyleştirerek, modern yaklaşımlarında aksine vahyi beşer sözüne indirgeyerek verdiği zarar elbette çok büyüktür ve farkında olunmalıdır. Ancak sahih olan noktayı bulmaya çalışırken temel referansımız Allah’ın kitabı ve elçisinin sahih sünneti olmalıdır. Kur’ani hakikatlerin hayatla, insanlarla buluşmasını engelleyecek bir dil ile, rakibini alt etmeye odaklanmış, yok etmeye odaklanmış, tahkir ve tekfir içeren bir dil ile mücadele vermek amacımıza hizmet etmeyecektir. Bu çerçevede ‘Kur’an İslamı’ ve ya ‘İndirilen-Uydurulan din’ çerçevesinden konuyu ele alıp daha baştan tekfir içerikli bir konumlandırmayla insanların gündemine vahyi taşıyamayız. Ekranlarda duello tarzı programlarda, herhangi bir ıslah gayesi gütmeden dini meselelerin ele alınışı, Kur’an’ın tarif ettiği mü’min tanımına asla uymayan kimi reyting sevdalısı sunucular önünde didişmek ve sosyal medya üzerinden oluşan fanatiklikler, Kur’an’ın en çok önem verdiği örneklik ve temsiliyet olgusunu zedelemekte ve enerjimizi, takatimizi azaltmaktadır. Bu noktada Kur’an’ın hayatla buluşmasını umduğumuz hakikatlerini nasıl bir dil ile nasıl bir tarz ve üslup topluma götürüleceği yeniden düşünülmeli, Kur’an’ın muslihun dediği insanlardan olabilmek adına karşımızdakini mat etmek değil ıslah etmek gayesi ile diyalog kurmaya dikkat etmeliyiz. Aşırı cedelci yaklaşımlardan sıyrılmalı, 30-40 yıldır tekrarladığımız bazı mevzuları sürekli tekrarlamak ya da masabaşında sözde entelektüel okumalar yapmak yerine hepimizi çevreleyen hegemonik dayatmaların da farkında olarak vahiy-hayat buluşmasını gerçekleştirecek, sorumluluk üretici istişari okumalar yapabilmeliyiz.