İsmail Kılıçarslan, bugünkü "Cuma namazını VIP kılmak" başlıklı yazısında Süleymaniye Camii'nin bahçesinde ve hünkar mahfilinde yaşananlara değindi.
Süleymaniye'nin restorasyonunu yapan firmanın caminin bahçesine çadırdan bir kafe kurup burada misafirler ağırlanıp, hinkar mahfilinde VIP cuma namazı kıldırmasına tepki gösteren Kılıçarslan şu ifadeleri kullandı: "Vay arkadaş. Vay arkadaş. Vay arkadaş. İş adamı ya da yüksek bürokrat falansanız Cuma namazlarınızı hünkar mahfilinde kılabiliyor, namaz sonrası o bahçede ne işi olduğunu kimsenin izah edemediği o zevksiz mavimsi lacivertimsi ‘çadır kafe’de karnınızı doyurup, kahvenizi yudumlayıp, nargilenizi çekiştirebiliyorsunuz. Hem de hangi camide? Kanuni armağanı, Mimar Sinan emaneti mübarek mabedimiz Süleymaniye’de.. Kim yapıyor bunu? Caminin ve türbelerin restorasyon işini üstlenen firmanın sahibi."
Cuma namazını VIP kılmak
İSMAİL KILIÇARSLAN
Vay arkadaş. Vay arkadaş. Vay arkadaş.
İş adamı ya da yüksek bürokrat falansanız Cuma namazlarınızı hünkar mahfilinde kılabiliyor, namaz sonrası o bahçede ne işi olduğunu kimsenin izah edemediği o zevksiz mavimsi lacivertimsi ‘çadır kafe’de karnınızı doyurup, kahvenizi yudumlayıp, nargilenizi çekiştirebiliyorsunuz.
Hem de hangi camide? Kanuni armağanı, Mimar Sinan emaneti mübarek mabedimiz Süleymaniye’de...
Kim yapıyor bunu? Caminin ve türbelerin restorasyon işini üstlenen firmanın sahibi.
Hadi Kanuni’ye saygınız yok, Sinan’a sevgisizsiniz falan. Anladık. Itri’nin bestelediği tekbire; Yahya Kemal’in yazdığı şiire nasıl kıydınız be? Bu nasıl bir edepsizlik biçimi, bu ne aymaz bir ahmaklıktır?
Önce hikâyenin gelişimini anlatayım. Sosyal medyada gezinirken ‘Süleymaniye Camii bahçesinde bir bölgenin sadece iş adamı, siyasetçi ve bürokratlara ayrıldığını biliyor muydunuz?’ cümlesiyle karşılaştım. Cümlenin altında da, Süleymaniye Camii’nin bahçesinde hazırlanmış beyaz masaların yer aldığı bir fotoğraf vardı. Ben, derhal birkaç kaynağa ulaşıp fotoğrafın aslını sordum. Aldığım cevap ‘bahçedeki bir iftar programının hazırlığı’ oldu. Bir camii bahçesinde iftar etmekten daha doğal ne olabilirdi?
Bu bilgi üzerine ben de o sosyal medya mesajını, yani Süleymaniye Camii’nin bahçesinin bir kısmının özel bir takım insanlara ayrıldığı iddiasını, aynen paylaşıp şöyle yazdım: ‘Şuna inanacak zekâda birileriyle aynı havayı soluyoruz. Eh, ceza olarak bize yeter.’
Bu mesajı atmamdan on dakika sonra peş peşe iki telefon konuşması gerçekleştirdim. İki dostumla görüştüm. İlki şöyle dedi: ‘Haklısın, o fotoğraf bir iftar ya da toplu yemek hazırlığına ait. Ancak, Süleymaniye Camii’nde mesele başka... Caminin hünkâr mahfili, Cuma namazını ‘VIP’ kılmak isteyen isimlere ayrılmış durumda. Oraya, güvenlik görevlileri marifetiyle, bu isimlerden başkası alınmıyor. Bunu da, Süleymaniye’nin restorasyonunu alan firma yapıyor.’
İkinci dostumun anlattıkları ise daha vahimdi: ‘Caminin bahçesinin Haliç’e bakan kısmında, niçin çevrili olduğunu kimsenin bilmediği bir alanda 2010 yılından beri kaçak bir çadır kafe var. Özellikle Cuma namazlarından sonra iş dünyasından ve bürokrasiden bir takım ekâbir buraya alınıyor, yemeklerini yiyip çaylarını içiyorlar. Nargilenin gözüne vurmayı da ihmal etmiyorlar.’
Son can alıcı bilgi ise bir ‘ağabeyim’den geldi. Dedi ki ‘İsmail, o Süleymaniye’nin restore işini üstlenen firmanın sahibi böyle işler yapmayı pek sever. Feshane restorasyonu sırasında da oraya bir kaçak kafe yapmıştı. Dostlarını ağırlıyordu. Camii bahçesi olmadığından okey falan da oynanıyordu.’
Ol hikayât bundan ibaret.
İmdi, gelelim iki önemli meseleye.
Birincisi, İstanbul İl Müftülüğü, İstanbul İl Kültür Turizm Müdürlüğü, Vakıflar Bölge Müdürlüğü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Fatih Belediyesi Süleymaniye Camii’ndeki bu ‘VIP namaz’ ve ‘çadır kafe’ olayından haberdar mıdırlar? Haberdarlarsa gerekeni yapma konusunda bir inisiyatif almışlar mıdır? Haberdar değiller idiyseler, şimdiden sonra bu konuda gerekeni yapacaklar mıdır?
İkincisi ve daha da önemlisi şu...
Efendiler! Bizler. Yani siz ‘medeniyet tasavvuru’ dediğinizde heyecanlanan, ‘yeni Türkiye’ dediğinizde destekleyen, ‘paralel çeteyle mücadele’ dediğinizde ‘hay hay’ diyen bizler... Cumalarını VIP kılmayı hayal etmeyen, cami bahçesinde nargile çekiştirmeyen bizler. Bizler, kendini bir şey yapıyorum zanneden müteahhitlerin, ‘yahu şu kadarcık şeyden ne olur’ diyen bürokratların, yiyeceği üç kap sulu yemek için ‘ooo, Hasan bey güzel mekan yapmışsın’ diyerek yılışan siyasilerin hatalarını savunmak zorunda değiliz. Onların bu güzelim memleketi zor durumda bırakan her eylemini ‘kol kırılır yen içinde kalır’ diyerek sineye çekmek zorunda değiliz. Doğrunuzda da yanlışınızda da sizinle birlikteyiz. Bunu biliyor olmalısınız. Ancak şunu da bilin lütfen: Sizinle ettiğimiz kader birliği ne doğrunuzu alkışlamamızı engeller, ne yanlışınızı yüzünüze vurmamızı...
Ne diyordu Shelley: ‘Bizim memleketteki katedralin yanına da bir yoga salonu açsak mı yeğenim? Hiç değilse Hıristiyan olmayanı da mekana çekeriz.’
YENİ ŞAFAK