Süleyman Soylu ve Devlet Bahçeli’nin AYM çıkışı nasıl okunmalı?

Taha Akyol, önce Soylu daha sonra da Bahçeli’nin AYM’ye yönelik eleştirilerini değerlendirdiği yazısında, bunların siyasi hücum nitelikli olduğunu belirtiyor ve tüm eksiklerine rağmen AYM’nin itibarsızlaştırılmasına karşı çıkılması gerektiğini söylüyor.

Taha Akyol’un Karar gazetesinde yayımlanan yazısı (02 Ekim 2020) şöyle:

Anayasa Mahkemesi, siyasetle hukuk arasında

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve MHP lideri Devlet Bahçeli Anayasa Mahkemesi’ni suçlayan açıklamalar yaptılar.

Suçlayan diyorum çünkü yaptıkları açıklamalar mukabil içtihatlara dayalı hukuki eleştiri metinleri değildi.

AYM de hatalar yapabilir ama eleştirinin siyasi hücum değil, hukuki nitelikte olması gerekir.

Ancak, Anayasa Mahkemesi’ni bir darbe ürünü olarak eleştirmek hem hukuki hem tarihi bakımdan irdelenmesi gereken ağır bir ithamdır.

1946’DAN İTİBAREN

Türkiye’de Anayasa Mahkemesi’ne ihtiyaç duyulması, daha doğrusu bunun ifade edilebilmesi 1946’dan sonra mümkün oldu.

O dönemde kuvvetler ayrılığı ve anayasa mahkemesi fikirlerini ilk savunanlar arasında yazı ve konferanslarıyla Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil vardı…

CHP içinde 1948’den itibaren Nihat Erim gibi ‘yenilikçi’ isimler ve İnönü bu yönde açıklamalar yaptı.

Fakat Celal Bayar “Atatürk’ün anayasası” dediği 1924 Anayası’nda değişiklikler yapılmasını engelledi. Bu değişiklikleri savunan Adnan Menderes’i de caydırdı.

DP’li Samet Ağaoğlu, sonradan bu değişikliği kabul etmemekle çok büyük hata ettiklerini yazacaktır.

Samet Ağaoğlu’nun “Siyasi Günlük” adlı eserine bakabilirsiniz. (İletişim Yay.)

O dönemde bu yönde anayasa değişikliğini programına alan ilk parti, Millet Partisi’dir. 1954 yılında DP iktidarı tarafından kapattırılacaktır!

1950’lerde CHP ve Bölükbaşı’nın partisi CMP savunacaktır bu fikirleri.

Görülüyor ki kuvvetler ayrılığı ve anayasa mahkemesi Türkiye’de köklü bir ihtiyaçtı.

VESAYET HUKUKU

AYM’yi 60 yıl önce darbeciler tarafından kurulmuştu diye bugün suçlamak haksızdır. AYM hem yapısal hem hukuk felsefesi olarak çok değişmiş, evrensel hukuk yönünde ciddi gelişmeler kaydetmiştir.

27 Mayıs darbesinin kurduğu AYM’nin “vesayetçi” kararlarından birkaç örnek:

•               1963’te AYM Yassıada kararlarını eleştirmeyi suç saymış, “Düşünmek serbest ama düşünceyi açıklamak suç” diye karar vermişti! (Karar No: 1963/83)

•               Askeri suçlarla ilgili bir davada “İdam cezası bile az!” diye gerekçe yazabilmişti! (Karar No: 1966/29)

•               1960’larda Adalet Partisi’nin tek başına iktidara gelmesini engellemek için AYM nispi temsil sistemindeki mütevazı çevre barajını iptal etmişti! (Karar No: 1968/13)

Hikmet Sami Türk ve Oya Araslı gibi ‘sol’ hukukçular da bunu “Mahkeme parlamentonun yetkisine tecavüz ediyor” diye eleştirmişti.

Ama AYM 12 Eylül’ün getirdiği yüzde 10 barajını demokrasiye uygun buldu! (Karar No:  1987/27)

•               Ve AYM’nin totaliter laiklik anlayışı; “laikliğin özgürlüklere kıydırılmasına olanak tanımamak!” (Karar No: 1989/12)

•               Parti kapatma kararları, türban yasakları, 367 skandalı…

EVRENSEL HUKUK

AYM’nin vesayetçi/otoriter tavırdan özgürlükçü istikamete yönelmesinde 2004 yılında Anayasa’nın 90. Maddesine eklenen son fıkra dönüm noktasıdır: Türkiye’de insan haklarının, temel hak ve hürriyetlerin ölçüsü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’dir.

İktidarların takdiri değildir yani.

Evrensel hukuku benimseyen yargıçlar sayesinde Türkiye’de özgülüklerin tanımı eskisine göre genişledi:

•               AYM’nin özgürlükçü laiklik tanımı:

“Katı laiklik anlayışına göre din, bireyin sadece vicdanında yer bulan, bunun dışına çıkarak toplumsal ve kamusal alana kesinlikle yansımaması gereken bir olgudur… (Halbuki) Laik devlet, resmî bir dine sahip olmayan, din ve inançlar karşısında eşit mesafede duran, bireylerin dini inançlarını barış içerisinde serbestçe öğrenebilecekleri ve yaşayabilecekleri bir hukuki düzeni tesis eden, din ve vicdan hürriyetini güvence altına alan devlettir…” (Karar No: 2012/128)

•               Fikir ve ifade hürriyeti:

“Sadece toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü ‘haber’ ve ‘düşüncelerin’ değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir.” (B. No. 2014/3986)

AYM NEREYE?

İktidar blokunun AYM’yi ‘uyumlu’ hale getirmek için anayasayı değiştirme şansı yok; sayısı yeterli değil.

AYM’nin kadrosu, Cumhurbaşkanı’nın atamalarıyla zaten değişiyor, bunun etkisi kararlarında da görülüyor.

AYM’nin açıkça AİHM içtihatları ters kararları da oluyor.

Bütün bunlara rağmen, yargı bağımsızlığı ve evrensel hukuk doğrultusunda AYM’yi savunmak, itibarsızlaştırılmasına karşı çıkmak gerekir.

Yorum Analiz Haberleri

Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm