Kur’an’ı Kerim’in çeşitli ayetlerinde beyan edilen, Hz. Süleyman ve ona tahsis edilen rüzgâr’la olan ilişkisinin, İslam tefsir kaynaklarında ilginç açıklamalara dönüştüğünü görmekteyiz.
Müfessirler, genelde Kur’an kıssalarının yorumlanmasında özellikle de konumuz olması açısından Süleyman kıssasının yorumlanmasında sahih bir metodoloji gerçekleştiremediklerinden, Hz. Süleyman ve rüzgar ilişkisini mufassallaştırmakta çok yetersiz! kalmışlardır.
Hz. Süleyman’a, neden rüzgârın tahsis edildiği, Süleyman(a.s)’ın bunu nerelerde, nasıl kullandığını anlamak ve anlatmakta çaresiz kalan müfessirlerimiz, her zaman! yaptıkları gibi indî bir takım yorumlarla –ezcümle bir tespit yapalım, müfessirlerimizin bu indî yorum faaliyetleri de bir açıdan metod addedilebilir, ancak tutarsızlıklarla dolu ve yanlıştır- Hz. Süleyman ve rüzgar ilişkisini açıklamaya çalışmışlardır.
Bu meyanda önemli bir olgunun altını çizelim. Müfessirlerimizin geneli, Hz. Süleyman’ın, yine onun isteği ile rüzgâr tarafından bir yerden bir yere taşındığı kanaatindedirler. Yani, Süleyman(a.s) gerekli gördüğünde kendi, mele’si, tahtı ve ordusu dâhil her şey emrine tabi olan rüzgâr ile bir yerden bir yere taşınmaktaydı.
Şimdi altını çizdiğimiz bu önemli hususun İslam tefsir külliyatındaki yansımalarını gösterelim. Bakınız Hz. Süleyman ile rüzgâr arasındaki bu ilişkiyi, Taberî nasıl anlamış: “Rivayete göre, Hz. Süleyman'ın tahtadan yapılma bir seccadesi vardı. Memleketini idare etmek için gerekli olan her şeyi onun üzerine yerleştiriyor, sonra rüzgâra emrediyordu. Rüzgâr da onu alıp istediği yere götürüyordu. Kuşlar da onu gölgelendiriyordu.”1
İbni Kesir, Süleyman(a.s) ve rüzgâr ilişkisine; “Süleyman’a da şiddetli esen rüzgârı musahhar kıldık. Rüzgâr onun emriyle mübarek kıldığımız yere “Şam ilkesine” doğru eserdi. Ve Biz, her şayi bilenleriz.” Hz. Süleyman’ın ahşaptan bir halısı vardı. Ülke işlerinden ihtiyaç duyulan her şey; atlar, develer, çadırlar ve askerler onun üzerine konulur, sonra rüzgâra onu taşımasını emrederdi de, rüzgâr o halının altına girer, yüklenir, yükseltir ve onu götürürdü. Kuşlar onu gölgeleyip arzuladığı yere ulaşıncaya kadar sıcaktan korurdu.”2 Şeklinde tefsir yapmaktadır.
Razî, Hz. Süleyman ve rüzgâr ilişkisini şu şekilde yorumlamaktadır: “Cenâb-ı Hakk'ın 'İçine feyz ü bereket verdiğimiz yere" ayetine gelince, bu "Onun emriyle, Beyt-i Makdis'e gitmeye yönelir" demektir. Kelbî şöyle der: "O rüzgâr, üzerinde Süleyman (a.s.) ve ashabı olduğu halde, Istahr'dan Şam'a giderdi.”3
Kurtubî bu ilişkiye şöyle izah getirmektedir: “Onun emriyle bereket verdiğimiz toprağa" yani “Şam'a” hızla götürürdü. Rivayet edildiğine göre rüzgâr onu ve arkadaşlarını istediği yere götürür, sonra tekrar Şam'a geri getirirdi. Vehb dedi ki: Dâvûd oğlu Süleyman meclisine gitmek üzere çıktığı vakit kuşlar huzurunda dururlar. (…) Gaza yapmak istedi mi emir verir, keresteler yere uzatılır, insanlar, hayvanlar, savaş aletleri bu kerestelerin üzerlerine konurdu. Sonra hızlıca esen rüzgâra emir verir. O da bunları taşırdı. Sonra tatlı ve yumuşak esen rüzgâra emir verir ve bu rüzgâr onu gidişi bir ay, gelişi bir ay süren bir mesafeye kadar götürürdü. İşte yüce Allah'ın: "Biz de emriyle yumuşak olarak istediği yere akıp giden rüzgârı emrine verdik." (Sad, 38/36) buyruğunun anlamı budur.”4
Vehbe Zuhayli bu konuda şunları kaydeder: “Rivayet edildiğine göre Hz. Süleyman'ın (a.s.) tahtadan bir yaygısı vardı. Ülkesinin ihtiyacı olan at, deve, çadır ve asker gibi her şey bu yaygının üzerine konur, sonra rüzgâra bunu taşımasını emreder, rüzgâr da bu yaygıyı taşır ve yürütürdü. Kuşlar ise bunları sıcaklıktan korumak için gölge yaparlar, böylece yeryüzünde Hz. Süleyman'ın (a.s.) dilediği yere gider, yaygı iner ve aletleri yere konurdu (…) Hz. Süleyman'ın (a.s.) emriyle onun istediği yere giden, sonra yine onu mübarek Şam diyarına geri getiren rüzgârı onun emrine vermiş olmasıdır. Rivayet olunduğuna göre rüzgâr Hz. Süleyman (a.s.) ve ashabını onun istediği yere götürüp getiriyordu.”5
Mehmed Vehbi Efendi ise döneminin gelişen havacılığına istinaden şu yorumlarda bulunmaktadır: "Süleyman aleyhisselama müsahhar kılınan bir rıyhi (rüzgâr) mahsus idi... Yani Süleyman aleyhisselam isterse bütün âlemin rüzgârını tutabilirdi demek değil, havada bir cereyanına tasarruf edebilir ve onunla dilediği yere gidebilirdi... Süleyman aleyhisselam bununla balon gibi mi yoksa teyyare gibi mi giderdi orasını Allah bilir." Veya "Şam'da sabah taamını yer öğle vakti istahırda bulunur. Öğleden sonra Kabil'e varır orada beytutet ederdi... O rüzgâr emri veçhile istediği yere kürsüsünü ve kürsü üzerinde etbaını ve askerini alır götürürdü."6
Şimdi tefsirlerdeki bu Süleyman ve rüzgâr ilişkisine dair birbirlerinden iktibas edilmiş –bilgisayar diliyle Copy Paste benzeri- olan anlatımları, Kur’an perspektifinden analiz etmeye çalışalım. Müfessirler, Hz. Süleyman’ın savaş yapmak istediği zaman; ordusunu ve savaş gereçlerini, mesela atlı arabaları da dâhil, her şeyi, yere dizilen keresteler veya tahtadan yaygı üzerine çıkardığını bundan sonra rüzgâra verdiği emirle bu orduyu savaşılacak yere intikal ettirdiğini izah etmektedirler.
Şimdi soralım! Kur’an-ı Kerim’in gayb kavramı perspektifinden bu anlatımı analiz ettiğimizde yere serilen tahtadan yaygı veya kerestelerin üzerine çıkan ordu, savaş malzemesi ve bu şekilde rüzgârın onları uçurduğu anlatımlarını nasıl kabul edeceğiz.
Bunları görmüş gibi anlatan; Taberî mi, İbni Kesir mi, Vehb mi, Kurtubî mi, Vehbe Zuhayli mi veya bu şekilde izah yapan diğerleri mi oradaydı, yoksa orada olan birinden mi haber aldılar? Hadi cevap verin hangisi?...
Eğer bunlara Kur’an’ın gayb kavramı perspektifinde sahih addedebileceğimiz bir şekilde cevap veremiyorsanız ki, veremeyeceksiniz; o halde müfessirlerin gaybe dair bu gibi bir esasa dayanmayan indî yorumlarının isabetli olmasının mümkün olmadığını kabul etmemiz gerekmektedir.
Geçtik. “…Sonra hızlıca esen rüzgâra emir verir. O da bunları taşırdı. Sonra tatlı ve yumuşak esen rüzgâra emir verir ve bu rüzgâr onu gidişi bir ay, gelişi bir ay süren bir mesafeye kadar götürürdü…” İzahındaki gidiş-gelişi birer aylık mesafe, neye göre, nasıl hesaplanmıştır. Hz. Süleyman ve ordusunun savaştığı böyle uzak bir mesafe, Hz. Süleyman’ın ülke yönetimindeki mevkiine göre nereye tekabül etmektedir. Bu mesafe veya mesafelerin, tarihsel –coğrafi- karşılığı var mıdır? Mesela Arz-ı Mev’ud coğrafyası, gidişi ve dönüşü bir aylık rüzgar mesafesinin neresine, nasıl tekabül etmektedir?
Anlaşılacağı üzere bütün bunlara doğru cevaplar bulmak Müfessirlerimizin yaptığı indî yorumlarla mümkün değildir. Çünkü müfessirlerimiz, indî yani tamamıyla kendi kısıtlı tarihsel bilgilerine dayanan bir gayretle Süleyman ve rüzgâr ilişkisine açıklamalar getirmeye çalışmışlardır.
Kur’an kıssalarını yorumlarken; Tarih, Coğrafya, Arkeoloji, Jeoloji, Dinler tarihi, v.d bilim veya disiplinlerden de faydalanmak gerekmektedir. Oysa müfessirlerimiz, bu açıdan kısıtlı olan bilgileriyle, kıssaları yorumlamaya çalışmışlar, bundan dolayı da Kur’an kıssalarını tefsir ederken yetersiz kalmışlardır.
Hadi size bu söylediklerimizi Tarihsel/coğrafi manada açacak bir örnek daha verelim. Tefsirlerde, Hz. Süleyman’ın, emrine tabi olan rüzgara, binip-indiği yer hakkında şöyle açıklamalar vardır: “…”Onun emriyle bereket verdiğimiz toprağa" yani “Şam'a” hızla götürürdü. Rivayet edildiğine göre rüzgâr onu ve arkadaşlarını istediği yere götürür, sonra tekrar Şam'a geri getirirdi…” Müfessirlerimizin tefsirlerinin birçoğunda görülen bu bariz yanlış, biraz önce değindiğimiz ilim veya disiplinler alanındaki bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Çünkü Hz. Süleyman tarihsel olarak Şam ve civarına hâkim olmuş olsa bile asla Şam’da yaşamamıştır.
Tefsirlerdeki tarihsel/coğrafi anlayışa dair yakın dönem bir tefsirden aldığımız olumsuz örnek bir anlatım daha verelim: “Biz, Süleyman’a da şiddetli esen rüzgârı verdik. Onun istek ve arzusuyla, bol meyveleri, ırmakları ve ağaçları olan Şam diyarına doğru eserdi. Bu bölge onun yerleşme yeri ve karargâhıydı.”7
Bu yanlış coğrafi anlatımların aksine elimizdeki tarihsel verilere göre Hz. Süleyman; Yuşa/Yeşu peygamberin, Allah’ın isteğine göre Arz-ı Mev’ud’da taksim ettiği ve Yahuda sıbt/aşiretine ait olan Yaruşalim8/Kudüs’te yaşamış, İsrailoğullarını buradan yönetmiş ve burada vefat etmiştir. Bu tarihsel/coğrafi hususu elimizdeki en sahih tarihsel ve dini veri olan Tevrat’taki ifadeler ile örneklendirelim: “Bundan sonra Süleyman Givon'daki tapınma yerinden, Ohel Moed/Miskan/Buluşma Çadırı'ndan ayrılıp Yeruşalim'e (Kudüs) gitti. İsrail'i oradan yönetti.”9 “Saba (Sebe) Kraliçesi, Süleyman'ın ününü duyunca, onu çetin sorularla sınamak için Yeruşalim'e (Kudüs) geldi. Süleyman kırk yıl süreyle bütün İsrail'i Yeruşalim’den (Kudüs) yönetti. Süleyman ölüp atalarına kavuşunca babası Davut Kenti'nde (Kudüs) gömüldü. ”10
Şam11 nere?… Kudüs12 nere?.. Hiç alakası olmayan bir yer ile Hz. Süleyman’ı bağdaştırmak herhalde yukarıda sıraladığımız tarihsel bilgilerden ve en önemlisi Kur’an kıssalarını mufassallaştırmada sahih bir metod geliştirememekten kaynaklanmaktadır kanaatindeyiz.
Bu söylediklerimizi Süleyman(a.s) konusuna dair ilk yazımızdaki; Süleyman-Rüzgar ilişkisi ve cahiliye dönemi Arap nüzul ortamına dair anlattıklarımızla bir kıyaslayın bakalım!.. Doğru mu söylüyoruz yoksa yanlış mı?
Kur’an’ın, Süleyman kıssasını; nüzul ortamı bilgileri üzerine yani Tevrat bilgileri üzerine örtüştürüp sahih bir anlayış geliştiremeyenler, bakınız nasıl aslı esası olmayan bir anlamda –acı bir gerçek ama bu tespiti izhar etmemiz gerekmektedir- uyduruk(!) indî rivayetler anlatmaktadırlar. Kim görmüş Süleyman’ın rüzgârı kullanmasına dair yaptıklarını? Kim aktarmış bu ayrıntıları? Bunların cevabı yoktur. Bulmamız da imkânsızdır. Her bir alttaki! müfessir, bir önceki müfessirden –bunun söylediği veya yazdığında bir hikmet vardır yada bu Allah dostu/Evliyasıdır kabulü ile bir şekilde (keramet gibi) Allah’tan bu hususta bilgi edinmiştir anlayışıyla olsa gerek- alıntı veya aktarmalarla konuyu adeta geçiştirmiştir.
Hadi son bir örnek daha verelim de konuyu pekiştirelim. Günümüz meallerinden bir tanesinde Süleyman(a.s)’ın yaşadığı, dolayısıyla rüzgâr ile gidip-geldiği yer nasıl verilmektedir: “Süleyman’a da şiddetli esen rüzgârı (boyun eğdirdik); (rüzgâr) onun emriyle içinde bereketler kıldığımız yere (Şam’a) akıp giderdi.”13 Gördünüz mü tefsirlerdeki yanlışlar! muhtasar vasfı altında Meallere bile yansıtılmaktadır.
Toparlarsak; Hz. Süleyman ile ona, Cenabı Hakk tarafından tahsis edilen rüzgâr ilişkisine dair İslam tefsir kaynaklarında yapılan efsanevi tarzdaki indî nitelikli yorumları sahih olarak addetmemiz mümkün değildir.
Bu yorumlar, müfessirlerin, Kur’an perspektifini gözetmeden, tamamen kendi dar tarihsel ve coğrafi bilgileri vechesinde geliştirdikleri indî bir takım efsanevî/usturi özellik taşıyan yorumlardan oluşmaktadır.
Hz. Süleyman kıssasını, özelde Süleyman(a.s) ve rüzgâr ilişkisini, Kur’an’ın, Süleyman kıssası nüzul ortamı bilgileri olmadan dolayısıyla Tevrat verilerine dayanmadan sahih olarak mufassallaştırmak dolayısıyla kâmil manada anlamak mümkün olamayacaktır.
Bir sonraki yazımızda bu konuya “Hz. Süleyman ve rüzgâr ilişkisine Tevrat verileri açısından yaklaşmak” başlıklı yazımızla devam edeceğiz. İnşaallah.
Dipnotlar:
1 Ebu Cafer Muhammed B.Cerır Et-Taberı, Taberi Tefsiri, c. V, s. 544.
2 İbni Kesir, Muhtasar Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c. III, s.1479.
3 Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c. XVI, s. 195.
4 İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, c. XI, s. 542.
5 Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, c. IX, s. 93.
6 Mehmed Vehbi, Hülasatü'l-Beyan, Cilt. XI-XII, s. 241.
7 Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, c. IV, s. 96.
8 “Eski İbrani paralarında Yerushalayim olarak geçen isim, Aramice Yerushlem, Süryanice Urishlem ve Asurca Urusalim şekillerinde geçmektedir.” M. A. M. , “Jerusalem “, The Jewish Encyclopedia, Newyork, Vol. VII, s 119; Muammer Gül, Kudüs ve tarih içinde aldığı isimler, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 11 Sayı: 2, Sayfa: 306.
9 Tevrat/II. Tarihler1/3.
10 Tevrat/II. Tarihler9/1,37.
11 “Arapça'da tam olarak Dimashq Ash-Shām (دمشق الشام) denir. Genelde Dimashq kısaltmasıyla hitap edilir fakat Şamlılar başta olmak üzere Araplar Ash-Shām tercih ederler. Ash-Shām Arapça'nın Kuzey kelimesinden gelir. Büyük Suriye'ye Bilād ash-Shām (بلاد الشام) demişlerdir. Avrupa dillerine (Damas, Damascus, Damasco gibi) Yunanca Damaskos (Δαμασκός)'dan geçmiştir. Eski Aremice (Eski Ahit İbrani harfiyle)'de Darmeśeq (דרמשק) = İyi sulanmış yer'den gelmektedir. M.Ö 14 yüzyıla ait Amarna yazılarında Akkad dilinde Dimašqa olarak geçmektedir. Çok sayıdaki ilçelerinin adları hala Aramicedir.” http://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eam; Şam ile Kudüs arasındaki mesafe kuş uçuşu 220 Km’dir. Bakınız: Google Earth/Araçlar/ Cetvel.
12 “Memluklular döneminden itibaren kullanıldığını gördüğümüz Al-Kuds ya da el-Kudsu’ş-Şerif isimleridir. Ancak hemen şunu belirtelim ki, Kudüs kelimesi de çok eskilere dayanmaktadır. Al-Kuds, Aramice Kudsha kelimesinden müştak olup, Karra Kudsha kutsal yerin şehri manasına gelmektedir” Muammer Gül, Kudüs ve tarih içinde aldığı isimler, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 11 Sayı: 2, Sayfa: 309.
13 Kur’ân-ı Kerim ve Muhtasar Meâli, s. 327, Hayrat Neşriyat.