Aydın Ünal / Yeni Şafak
Şule öğretmenin videolarına sosyal medyada rastladım. Görüntüler epeyce izlenmiş, çokça yorum almış, ulusal kanallarda haberi yapılmış, hatta 23 Nisan’da Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin öğretmenimizi Ankara’da misafir etmiş.
Videolardan anladığımız kadarıyla Şule Hanım Kayseri’nin Kocasinan ilçesinde bir okulda sınıf öğretmeni. Onu meşhur eden ise, sabahları sahneye çıkıp müzik eşliğinde dans etmesi, çocukları coşturması, onları da dansa dahil ederek ders öncesinde spor yaptırması. Facebook’taki 3-5 “yobazın” eleştirileri dışında hemen her mecrada yoğun beğeni almış ve olumlu yorumlara mazhar olmuş. “Keşke benim öğretmenim olsaydınız” diyen de var, “işte Atatürkçü öğretmen! Atatürk’ün nesilleri bu öğretmenlerin elinde şekillenecek” diyen de var, “medeni, modern, çağdaş, laik, batılı, bilim sevdalısı gençlerin böyle yetişeceğini” savunan da var, Şule Hoca’nın 6-11 yaş arası öğrencilerini “çok şanslı” bulan da var, “bütün öğretmenler böyle olsa” temennisini dile getiren de var.
İlk bakışta her şey çok şirin, eğlenceli, kıpır kıpır, pozitif… İzleyen hemen herkes de aynı olumlu duyguları hissediyor.
Kanadalı eğitimci ve iletişim teorisyeni Marshall McLuhan, “medium (iletişim aracı) mesajın kendisidir” iddiasını ortaya atmış, teorisi epeyce tartışılmıştı. Yani televizyondaki yayın içeriğinden ziyade televizyonun kendisi bir mesajdır. Ya da örneğin Youtube’daki içerikten çok, Youtube’un kendisi mesajdır.
Şule öğretmenin de, çok beğenilen yönteminden öte kendisinin bir mesaj olduğuna şüphe yok. Nedir o mesaj? Örneğin kılık kıyafeti bir mesaj. Örneğin sahneye çıkıp yaptığı modern dans bir mesaj. Örneğin “medeni cesareti” bir mesaj. Örneğin sergilediği “özgüvenli, çağdaş, Batılı kadın” tavrı bir mesaj. Gerek okuldaki 6-11 yaş arası öğrencileri, gerek videolarını izleyen milyonlarca kişi, Şule öğretmenimizin eğlenceli aktivitesiyle birlikte, onun giyim-kuşamını, dansını, rahatlığını, “özgürlüğünü” ve özgüvenini” mesaj olarak alacak, doğal olarak öğretmeni gibi olmak isteyecek, onu taklit edecek, rol model öğretmenimizin yaşam tarzını “normal/standart yaşam tarzı” olarak benimseyecektir.
Haklarını yemeyelim; sadece Şule öğretmenimiz değil, kahir ekseriyetle öğretmenlerimiz bizi böyle yetiştirmek istediler, çocuklarımızı böyle yetiştirmek için ter döküyorlar. Atatürkçü, laik, modern, çağdaş, Batılı, uygar, dogmalardan uzak, bilimin ışığıyla zihinleri özgürleşmiş nesiller bu fedakar öğretmenlerimiz sayesinde Türkiye’nin aydınlık geleceğini inşa ediyorlar.
Milli eğitim, ya da maarif tercihimiz en başından bu yana böyle “modernist” bir çizgide ilerliyor.
Son 10 yıldır üzerinde çalışılan ve önceki gün görüş ve önerilere açılan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” başlıklı yeni müfredat taslağının, 100 yıldır süregelen modernleştirmeci eğitim sistemine bir alternatif oluşturacağı “kaygısını” taşıyordum açıkçası. Neyse ki, yayınlanan dokümanın “Okul Öncesi Eğitim Programı” başlıklı bölümünü açtığımda, ilk cümlelerin “Türk milli eğitiminin genel amacı, Türk milletinin bütün fertlerini; Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasa’da ifadesini bulan Atatürk Milliyetçiliğine bağlı; Türk milletinin millî, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve Anayasa’nın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış hâline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek” şeklinde olduğunu görünce pek rahatladım.
Kemalist modernleşmenin Türkiye’nin ruhuyla, özüyle, dokusuyla, inancıyla, tarihiyle uyuşmadığını, arızalar verdiğini, Türkiye’nin yeni bir modernleşme istikameti belirlemesi gerektiğini savunan “yobazlar” da böylece susturulmuş oldular.
Anlaşılan o ki, yeni müfredatla birlikte çocuklarımız Şule öğretmenimizin modern kıyafetleriyle sahnede yaptığı rahat danslar eşliğinde sabahları neşeyle ve coşkuyla sınıflarına girecek ve okul öncesinden itibaren üniversite bitene kadar Atatürk inkılap ve ilkelerine bağlı şekilde eğitim görecek, çağdaş bireyler olarak, her biri birer Şule öğretmen gibi hayata atılacaklar. Geleceğimiz emin ellerde. Hamdolsun. Ne mutlu bize.