Yüce Allah’ın tabiat üzerinde ancak kendisinin müdahalesiyle değişebilecek yasaları (sahhara, müsahhar) olduğu gibi, toplumlar ve toplumsal olaylar üzerinde de ancak kendisinin müdahalesiyle değişebilecek yasaları (sünnetullah) vardır.
Mesela tabiat üzerindeki yasalarından birisi, yerçekimi kanunu nedeniyle suların hep aşağıya doğru akması, yukarı akabilmesi için pompa gibi harici bir etken kullanılması gerektiğidir. Bu durum hem herkesin her an şahit olduğu, hem de deneysel olarak ortaya çıkarılmış bir tabiat kanunudur.
Bu kanunun bir benzeri toplumlar ve toplumsal olaylar içinde söz konusudur. Toplumsal olaylar kendiliğinden ve rastgele oluşmaz. Toplumsal olaylarda tıpkı sular gibi bir akış yatağına – sürecine sahiptirler.
Arap Baharı
Mesela son 3 yıllık süreç içinde bazı Arap - İslam memleketlerinde Arap Baharı denen toplumsal bir süreç gerçekleşmektedir. Bu süreç, diktatörlerin keyfi ve zorba yönetimlerinden iyice bezen bazı Arap memleketi halklarının, sivil bir ayaklanma ile başlarındaki zorbaları devirmeleri ve kendi şartlarına uygun birer yönetim tesis etmeye çalışmaları çabasıdır.
Bu memleketlerdeki süreçler tıpkı suların meyil aşağı yatağını bulması gibi gerçekleşmiş olup, bu süreç başlayana kadar bu halklar, önleri adeta büyük birer setle kesilmiş ve yataklarında akmaları engellenmiş bir su birikintisi gibi idiler. Set bu suyu kaldıramaz hale gelince barajlar yıkılmış ve biriken sular hızla boşalarak, tabi yataklarını bulup oluşturmaya çalışmaktadırlar ve bu süreç halen devam etmektedir.
Mısır, Tunus ve Libya’da setlerin çökmesi şeklinde sert olarak gerçekleşen bu değişim süreci, Yemen gibi bazı memleketlerde seti tamamen çöktürmeden gerçekleşmektedir. Suriye’de ise, suyun önüne yapılan setin çok kuvvetli ve yüksek olması, üstüne üstlük bu setin çok çok kuvvetli dış dayanaklarla desteklenmesi nedeniyle hala yıkılmadığı gibi, seti çöktürmeden değişim ve dönüşümü gerçekleştirme gibi karşılıklı bir irade de henüz oluşmadığından mücadele tüm hızı ve acımasızlığıyla devam etmektedir.
Suudi Arabistan ve benzeri despotik memleketlerin kendilerine özgü şartları nedeniyle henüz suların setleri tehdit edecek seviyede dolması söz konusu değildir.
Türk Baharı
29 Mayısta Taksimde gezi parkındaki bir takım ağaçların sökülmekten kurtarılması gibi sudan bir bahaneyle başlatılıp, yöneticilerin basiretsiz uygulamaları ve eylemcilerin organizeli olmaları ve açık ve muhtemel derin destekleri nedeniyle tüm Türkiye çapında yayılmaya başlayan eylemlerin sevinç çığlıklarıyla Türk baharı olarak nitelendirilmesi öncelikle batılılara ait bir saptama oldu.
Arap baharından pek hoşlanmayan bu batılı dostlar, Türk baharını 23 Nisan çocuklarının neşe ve coşkusuyla karşıladılar. Tabii ki bunların yerli işbirlikçileri ve dostları da bu saptama ve neşeye fazlasıyla ortak olmakta gecikmediler. Boşuna denmemiş küfür tek millettir diye.
Halbuki bu cenahta daha düne kadar Arap Baharının batının komplosu olduğu ve Tayyib Erdoğan’ında batının işbirlikçisi olduğu tezi hararetle savunulup duruyordu. Bu durumda kendi başlattıkları Türk Baharıda batının komplosu mu oluyor, yada batı ne oldu da sadık işbirlikçisi Tayyib’e karşı oluşan bir ayaklanma karşısında sevinçten dört köşe olmuş vaziyette pozisyon alıyor diye sorsak; nasıl olsa bu sorulara da çok derin stratejik değerlendirmeler içeren cevaplar bulunur mutlaka. Boşuna dememişler dilin kemiği yok, her tarafa döner diye.
Suları Tersine Akıtma Gayreti
Aslında Türk baharı Ak parti ve Tayyib Erdoğan’ın iktidara gelmesi ile start almış, ordunun ve yargının gücünün zayıflatılıp ait oldukları misyon ve konumlara oturtulmasıyla Türkiye şartlarına uygun bir yatağa girmiş, son aylarda gündeme gelen Kürt Sorunu açılım süreciyle zirve yapmış bulunmaktadır.
Türk Baharı sürecinin oluşum ve gelişimi, Türkiye’ye has özellikler nedeniyle Arap memleketlerinden farklı başladığı, gibi farklı gelişmektedir. Bu nedenle, Arap memleketlerinde ki süreci Türkiye sürecinde aramak doğru değildir.
Türk baharı sürecinin Arap memleketlerinden çok önce başlaması bir yana, Arap Baharı için bir kıvılcım olduğu, Arap Baharının Türk Baharından etkilendiği iddiaları hiç yabana atılır cinsten değildir.
Taksimde Neler Oluyor
O halde Taksim eylemlerini nasıl okumak gerekir? İddia edildiği gibi bir Türk Baharı değilse nedir?
Taksim eylemini başlatan, sürdüren, yayan, destekleyenler ile eylemlerin içeriğine baktığımızda, bu eylemlerin Türk Baharı değil, mevcut Türk Baharı sürecini durdurma ve geri çevirme, önüne kurulmuş olan seti aşarak ve gün ve gün seti aşındırarak akmakta olan suları tekrar sete hapsetme çabası olduğu açık ve nettir.
12 yıldır iktidarda olduğu halde, % 30’larda başlayan oy oranını gün ve gün arttırıp halen % 50’lerde oylarını muhafaza eden bir iktidarı devirmeye yönelik bir eylemin oy potansiyelinin %’1’lerde olduğunu ve en olağanüstü şartlarda %20 - 25’lere çıkabileceğini hesaba kattığımızda, bu iktidara karşı bir halk ayaklanması değil, halkın sessiz çoğunluğuna karşı bir ayaklanmadır aslında.
Bu ayaklanmanın sebebi de, normal seçim süreçlerinde iktidara gelmelerinin asla mümkün olmadığının bilincinde olan bir azınlığın, örgütlülük ve azgınlığını kullanarak, savunduğunu iddia ettiği demokrasiyi yok saymasıdır. Hani helvadan put yapıp acıkınca putunu yiyen Arap müşriklerinin misalinde olduğu gibi.
Tayyib’i Diktatörlükle Suçlayanlar Aslında Diktatörlük Hırsıyla Yanıp Tutuşanlardır
Normal seçim süreçlerinde asla iktidara kavuşamayacaklarının bilincinde olan bu azgın azınlık, sürecin zirve yaptığı Kürt açılımı süreciyle güvendikleri tek dağa da kar yağmış olmanın da etkisiyle şirretleşmişlerdir.
% 1’lik bir oy tabanı ve en olağanüstü şartlarda % 20 – 25’lik bir oy potansiyeli ile, halen % 50’den fazla oy tabanına ve olağanüstü şartlarda % 75 – 80’lik bir oy potansiyeline sahip bir iktidarı devirmek için ayağa kalktıysa, bunun adı azınlık diktatörlüğü arayışı, bu arayış gerçekleştiği takdirde kurulacak düzen de azgın azınlık diktatörlüğü olacaktır ancak.
Nitekim Tayyib Erdoğan’ın kendisini diktatörlükle suçlayan bu gruba, diktatörü geçmişinizde arayın demiş olması çok anlamlı bir sözdür. Hani meşhur bir kıssa vardır. İki kör dolma yiyormuş ta, biri diğerinin eline vurmuş, ikişer ikişer yeme diye. Diğeri yahu ikimizde körüz, benim ikişer ikişer yediğimi nereden bildin diye sorunca, diğeri demiş ki, ben de ikişer ikişer yiyorum da ondan bildim diye.
Tayyib Erdoğan’a diktatör diyenler, aslında 100 yıldır sahip oldukları maddi ve manevi diktatörlüğü kaybediyor olmanın hırçınlığıyla saldırmaktadırlar.
Sular Tersine Akıtılamaz
Sular nasıl tersine akıtılamazsa, sürmekte olan süreçte tersine döndürülemez. En fazla sürece çelme takılmış, ilerlemesi yavaşlatılmış olabilir. Azınlık ama örgütlü ve azgın bir azınlık olmanın gücü ve iktidarı kaybediyor olmanın hırçınlığıyla yapılan eylemler bir bumerang gibi döner ve bunu yapanları vurur.
Türkiye’nin özel şartları gereği, azgın azınlıklar ses ve gürültü yaparlar, lakin bu saldırıları örgütsüz ve sakin çoğunluğun sükunetine çarparak emilir ve kaybedilir. Nasıl ki daha önce yaşanan 28 Şubat ve 27 Nisan süreçlerinde ordu başka kurumların sessiz halk çoğunluğuna dolaylı ve direkt saldırıları emilip yutularak kaybedilmiş ve AK Partinin %30’larda başlayan oylarının %50’lere tırmanmasında etkili olmuşsa, bu eylem ve saldırılarda muhtemelen benzer bir sonuca neden olacaktır
Çok zayıf bir ihtimal olmakla beraber, eğer Suriye misalinde olduğu gibi, olağanüstü çabalar, ciddi iç ve dış desteklerle suyun önü bir kez daha alınırsa, bu durumda o zaman görürüz ileride ortaya çıkacak olan Türk Baharını.
Dökme Su İle Değirmen Dönmez
Yaşananlar 100 yıllık bir iktidarı kaybetmekte olan ayrıcalıklı ve azgın bir grubun son çırpınışlarıdır. Dökme su ile değirmen çevirmeye çalışanlar, köprünün altından çok sular aktığını, dünya ve insanlar değişmiş ve dananın gözünün açılmış olduğunu görmüyor olabilirler.
Eğer bunlar sessiz çoğunluğun sessizliğini kendileri açısından sükut ikrardandır diye anlamlandırıyorlarsa, bu sükutun neyin ikrarı olduğunu en yakın seçimde bir kez daha görecekler, şu anda yaşadıkları zafer sarhoşluğundan ayıkmanın nahoş etkilerini bir kez daha yaşayacaklardır.