Abdullah Yıldız / Yeni Akit
İmtihan
Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: “Resûlullah (s.a) şöyle buyurdular:
“İsrailoğullarından, biri ala tenli, biri kel, biri de âmâ üç kişi vardı. Allah bunları imtihan etmek istedi ve onlara insan suretinde bir melek gönderdi. Melek önce ala tenliye (alaca hastasına) geldi:
“En çok neyi seversin?” dedi. Adam:
“Güzel bir renk, güzel bir ten, insanları benden tiksindiren halin gitmesini!” dedi. Melek onu mesh etti. Derken çirkinliği gitti, güzel bir renk, güzel bir ten sahibi oldu. Melek ona tekrar sordu:
“Hangi mala kavuşmayı seversin?” “Deveye!” dedi, adam. Anında ona on aylık hamile bir deve verildi. Melek: “Allah bunları sana mübarek kılsın!” deyip kayboldu ve kel’in yanına geldi.
“En çok istediğin şey nedir?” dedi. Adam:
“Güzel bir saç ve halkı ikrah ettiren şu halin benden gitmesi!” dedi. Melek onu mesh etti, adamın keli gitti. Kendisine güzel bir saç verildi. Melek tekrar:
“En çok hangi malı seversin?” diye sordu. Adam: “Sığırı!” dedi. Hemen kendisine hâmile bir inek verildi. Melek: “Allah bu sığırı sana mübarek kılsın!” diye dua etti ve âmânın yanına gitti. Ona da:
“En çok neyi seversin?” diye sordu. Adam:
“Allah’ın bana gözümü vermesini ve insanları görmeyi!” dedi. Melek onu mesh etti ve Allah ona hemen gözlerini iade etti. Melek ona da:
“En çok hangi malı seversin?” diye sordu. Adam: “Koyun!” dedi. Derhal doğurgan bir koyun verildi…
Derken sığır, deve ve koyunun yavruları oldu. Çok geçmeden birinin develerden, diğerinin sığırlardan, öbürünün de koyunlardan oluşan birer vadi dolusu hayvanları oldu.
Sonra melek, ala tenliye, onun eski hali ve şekline bürünmüş olarak geldi ve:
“Ben fakir bir kimseyim, yola devam etme imkanlarım kalmadı. Şu anda bana Allah’tan ve senden başka yardım edecek kimse yok! Sana şu güzel rengi, şu güzel teni ve malı veren Allah aşkına bana bir deve vermeni talep ediyorum! Tâ ki onunla yoluma devam edebileyim!” dedi. Adam:
“Olmaz öyle şey, onda nicelerinin hakları var!” dedi ve yardım talebini reddetti. Melek de:
“Sanki seni tanıyor gibiyim! Sen ala tenli, herkesin ikrah ettiği, fakir birisi değil miydin? Allah sana sağlık ve mal verdi” dedi. Ama adam:
“Çok konuştun! Ben bu malı büyüklerimden miras aldım!” diyerek onu tersledi. Melek de:
“Eğer yalancı isen Allah seni eski hâline çevirsin!” dedi ve onu bırakarak kel’in yanına geldi. Buna da onun eski halinde kel birisi olarak göründü. Ona da öbürüne söylediklerini söyleyerek yardım talep etti. Bu da önceki gibi talebi reddetti. Melek buna da:
“Eğer yalancıysan Allah seni eski hâline çevirsin!” deyip, âmâya uğradı. Melek ona, onun eski durumu üzere göründü ve:
“Ben fakir bir adamım, yolcuyum, yola devam etme imkânım kalmadı. Bugün, Allah’tan ve senden başka bana yardım edecek yok! Sana gözünü iade eden Allah aşkına senden bir koyun istiyorum; ta ki yolculuğuma devam edebileyim!” dedi. Âmâ cevaben:
“Ben de âmâ idim. Allah gözümü iade etti, fakirdim mal verip zengin etti. İstediğini al, istediğini bırak! Vallahi, bugün Allah adına her ne alırsan, sana zorluk çıkarmayacağım!” dedi. Melek de:
“Malın hep senin olsun! Sizler imtihan olundunuz. Senden memnun kalındı ama diğer iki arkadaşına gazap edildi” dedi ve gözden kayboldu.” (Buhari, Enmiya 50, Müslim Zühd 10).
Sonuç: İmtihanı kaybedenler şükürsüz nankörler oldu. Gerekçeleri ise Karun’u hatırlattı: Hani Karun’a Rabbimiz, anahtarları bile zor taşınan hazineler lütfetmiş ama o, halkına karşı azgınlaşmıştı. Müminlerin: “Böbürlenme! Şüphesiz Allah böbürlenenleri sevmez. Allah’ın sana verdikleriyle ahiret yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma; Allah’ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik yap…” demişlerdi de Kârûn şu nankörce cevabı vermişti: “Bu servet bana, ancak sahip olduğum bilgi/beceri sayesinde verilmiştir!” (Kasas, 29/76-78)
Kıssadan hisse: Şükredenlerden olalım; nankörlerden olmayalım.