Herkesin bildiği bir hikâyedir, o yüzden kısa keseceğim: Bektaşi iyice çakır keyif halde evine dönerken kapıyı şaşırınca birden nara atmaya başlamış. Ağzına gelen her kötü sıfatı haykırıyormuş. Mahalleli ne yapsın, gürültüyü duyunca pencerelere doluşmuş. Biraz önce ağzına gelen hakareti naralaştıran Bektaşi, "Vay be" demiş kendi kendine, "Ne kadar da çokmuşlar..."
Bizim durum biraz da buna döndü; birileri hedef gösterince ne kadar kenarda köşede diş bileyenim varsa sütunlarından öfke kusmaya başladı. Görüntülerine bakıp "Amma da çokmuşlar" diyesim geliyor...
Demek ki, Zafer Mutlu'nun birkaç kez tekrarladığı, "Gel, bizim gazetede yaz" teklifine atlasaymışım, beni ne kadar sevmediklerini birbiri ardına yazma ihtiyacı duyan baylar ve bayanlarla Vatan gazetesi çatısı altında buluşacakmışım... Gerçi şimdi patronları Zafer Mutlu değil Aydın Doğan, ama olsun, Vatan gazetesinde yazar olsaydım, ben de onlar gibi gazeteyle birlikte Aydın Bey'in mülkiyetine geçecektim.
Hiçbir gazeteyi ve herhangi bir yazıyı ayırmadan şu son birkaç gün içerisinde öfke kusanlar için şu soruyu sormaktan geri duramıyorum: Neden acaba bu kadar öfkeliler?
Bir bölümü tembel Babıali süfelâsı bunların; okumak yerine duyduklarıyla yetinmeyi öğrenmişler. O sebeple, "Yahu bu adam ne yazmış da bu kadar üzerine gidiyorlar?" merakını gidermek için en ufak çaba göstermez o tipler. Bazısı da okusa da anlamayacak kadar Babıali cühelâsındandır; bugün yazdığıyla taban tabana zıt bir yazıyı ertesi gün yazabilmeleri bu yüzdendir.
Hani padişahın dalkavuğu efendisinin canının patlıcan istediğini duyunca, bütün sözcük dağarcığını kullanarak patlıcanı övmüş... Ertesi gün birinin "Patlıcan ister misiniz?" sorusuna esip gürlediğini görünce padişahın, aynı dalkavuk, sözcük hazinesindeki en berbat sıfatları patlıcan için kullanmaya başlamış... Her iki sofrada da bulunanlardan biri, dalkavuğun kulağına yavaşça, "Yahu dün övüyordun patlıcanı, bugün ise yeriyorsun, bu ne iş?" deyince, cevap kestirmeden gelmiş: "Ben patlıcanın değil, padişahın dalkavuğuyum..."
Babıali'nin süfelâ ve cühelâ taifesi kime, nasıl hitap edeceğini iyi bilir.
Bu ülkede kariyerini bana saldırmakla yapmış kalem erbabı vardır. Neler yazmadılar, neler söylemediler ki yıllar boyu hakkımda. Bir bölümü yazmaya da, söylemeye de devam ediyor. Yıllar bana pek çok şeyle birlikte sabrın sonunun selâmet olduğunu da öğretti. Öyle fazla heyecan yaramıyor bu ülkede, uzun vadede nasılsa hepimiz öleceğiz ve iyiler sonunda mutlaka kazanıyor. İflâh olmaz düşmanlarımın beni okusalar da anlayamayacaklarını biliyorum; yeni yetmelerin de onlardan pek farkı yok.
Yalnız beni anlamakta zorlansalar iyi, kendi gazetelerinin başyazılarını bile anladıkları kuşkulu bu takımın. Önceki gün, Milliyet, 'Tehlikeli yöneliş' başlığını taşıyan bir başyazı yayımladı. Yazıda önemli tespitler vardı. Okuyalım:
"Bu yöneliş sürerken, bazı kesimlerin bu kutuplaşma ortamını keskinleştirmek, hızlandırmak için özel bir çaba içine girdikleri de dikkatten kaçmıyor. Bu çevrelerin kendi özel hesaplarını görmek, rövanş almak, hasımlarını ortadan kaldırmak gibi saiklerle davrandıkları tahmin edilebilir. (..) Tansiyon ve öfkenin yerini yumuşamaya bırakacağı bir söylem ve üsluba ihtiyaç var."
Bu başyazının çıktığı günkü Milliyet'te bir 'yazar' şunları yazabildi: "O tıknaz düşünce adamı... Kaş çatmalı, kendine göre racon kesmeli, kendini fevkalade önemli zannetmekle önemli hale gelen teorisyenliği bende yok tabii."
Devamını yazmıyorum. Bunları yazanın bir de kendisini 'kaliteli' sanması yok mu, insanın müthiş kanına dokunuyor. Tam bir Babıali cühelâsı durumu bu.
Şimdi bunlar ellerinde sözlük bu yazıda ilk kez okudukları sözcük ve deyimlerin ne anlama geldiğini öğrenmeye çabalıyordur. İnşallah öyle yapıyorlardır; hiç değilse bu vesileyle bir-iki kelime ve deyim kazandırmış oldum zavallı dağarcıklarına.
Dün burada bir vesile düşürüp Türk Silahlı Kuvvetleri'nden emekli olduktan sonra Cumhuriyet gazetesinin vakfında mütevelli heyet üyeliği yapan eski komutanlardan söz ettim. İlk kez 'Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim' kitabında Hasan Cemal yazmıştı bu olayı da okuduğumda inanamamıştım. Yazımı dün gazetede okurken, "İster misin, yeni tutuklamalar olsun ve yine 'Hedef gösteren o' diye üzerime gelsinler" diye düşünmeden edemedim. Ne yapayım, hiçbir özel bilgi sahibi olmadığıma dair soruşturmayı yürütenlerden bir açıklama mı istesem? İnanırlar mı dersiniz?
İlhan Bey Bektaşi fıkralarını sever, şu birkaç gündür yazılanları okuduğunda, "Helâl olsun, bizim köftehorlar bu işi biliyor" demiştir.
Yeni Şafak gazetesi