Geçtiğimiz günlerde maalesef yine bir dini cemaatin, tarikatın merkezinde yer aldığı bir skandal üzerinden din, ahlak, Müslümanlık, cemaat ilişkisi ve daha pek çok değerimiz tartışma konusu oldu. Son yıllarda zaten bir hayli yoğunlaşan dini ve dini değerleri sorgulama, tartışma, giderek mahkum etme eğilimine bu vesileyle ivme kazandırıldı.
Bu ülkede İslam’a düşmanlıklarını sergilemek için fırsat kollayan geniş bir çevre var. Görünürde birçoğu İslam’ın kendisine değil de İslami kimliğiyle tanınan belli kesimlerin, yapıların, örgütlerin yaptıkları yanlışlara karşı çıktıkları iddiasındalar. Suret-i haktan gözükerek toplumu bu yapılara karşı uyarmayı amaçladıklarını, din istismarını teşhir etme çabası içerisinde olduklarını ileri sürmekteler.
Oysa gerek bu çevrelerin kimlikleri, mazileri gerekse de söylem ve tutumları düşmanlıklarının Müslümanların değerlerine, İslami kimliğe, hatta doğrudan İslam’a yöneldiğini açıkça ortaya koymaktadır.
İçlerindeki kini, düşmanlığı kusmak için her gün bir gerekçe, bir vesile bulmakta zorluk çekmiyorlar. Sebepler değişiyor ama hadiseleri köpürtme, kampanyaya dönüştürme, buradan kalkarak Müslümanları ve hayat tarzlarını mahkûm etme ve aynı zamanda da müfsid, bâtıl anlayışlarını sevimli gösterme çabaları değişmiyor.
Dertlerinin ne olduğunu iyi biliyoruz!
15 Temmuz sonrası yükseltilen cemaat karşıtlığı bu çevrelerin elini bir hayli güçlendirmiştir. İlaveten ‘İslami mahalle’de sıkça karşılamaya başladığımız ve özeleştiri, itiraz vb. gerekçelerle öne çıkartılan hesaplaşma tutumu da yine bu çevrelerin pozisyonunu takviye etmektedir.
İslami camianın içinden birileri belki başta iyi niyetle ama son derece basiretsiz bir tutumla İslam düşmanlarına malzeme verecek ve Müslümanların da boynunu eğecek şekilde sürekli biçimde mahallemizin eksiklerine, yanlışlarına vurgu yapıyorlar. Sadece bugünle de kalmayıp tarihe de giderek hiç durmadan İslami müktesebatla, İslami hareketlerin fikir, söylem ve eylemleriyle hesaplaşıyor; adeta İslam ümmetiyle didişiyorlar.
Boğazlarına kadar ahlaksızlık batağına saplanmış laik, Kemalist, sol çevrelerin samimiyetten ve tutarlılıktan; onlara yaranma çabasıyla saçmalayan ‘mahalle içi’ unsurların ise basiretten ve izzetten uzak tutumlarını şimdilik bir kenara bırakıp bahsi geçen hadise üzerinden İslami camia dahilinde ortaya çıkan bir çelişkiye dikkat çekmek istiyoruz.
Haksızlığa karşı hukuk vurgusu
Bakın Hiranur Vakfı hadisesi üzerinden köpürtülen saldırgan söylem karşısında İslami camia, dindar kesimler iki hususa çokça vurgu yapma ihtiyacı hissetti. Neydi bunlar? İtham söz konusu olduğunda somut delil de olması gerektiği ve suçun şahsiliği ilkesi.
Yani itham edilen tarafı dinlemeden, aleyhlerindeki kadar lehlerinde olabilecek verileri de dikkate almadan, sadece bir tarafın beyanıyla birilerini mahkum etmeye kalkmanın ne kadar adaletsiz olduğu sıkça vurgulandı.
Aynı şekilde ortada bir suç olsa bile bunun ancak faillerle sınırlı olması gerektiği, buradan kalkarak o faillerle ilişki içinde olan herkesin bu suçtan ötürü töhmet altında tutulmasının, mağdur edilmesinin yanlışlığı da çokça dile getirildi. Örneğin İsmailağa Cemaati feryad edercesine kendilerinin dile getirilen iddialarla alakalarının olmadığını, suçun şahsiliği ilkesi gereği kendilerin suçlanamayacağını beyan ettiler.
Hayli geç olsa da, muhasebe gereklidir!
Tam burada şu son 6 yılda yaşanılanları bir daha düşünmek icap etmiyor mu? Darbe kalkışmasından sonra devletin darbeyi planlayan yapı ile irtibatlı-iltisaklı olduğu iddiasıyla yüz binlerce insanı nasıl bir anda terörist kapsamına soktuğunu, adeta cadı avı başlattığını gördük. Ve ne yazık ki tüm bu kitlesel cezalandırmaya genel manada toplumun dindar kesimlerinin göz yumduğuna, hatta dini cemaatlerin birçoğunun daha sert ve şedit uygulamalara gidilmesi gerektiği tezini savunduklarına da şahitlik ettik.
Ne suçun şahsiliği ilkesi göz önünde bulunduruldu, ne de suç iddiasının ancak somut delil ile ispatlanabilecek bir şey olduğu hatırlandı. Bilakis dün yapıldığında suç teşkil etmeyen pek çok fiil ve ilişki bir anda suç kategorisine sokulmak suretiyle kitlesel mağduriyetler üretildi. Öğrencilere ablalık yapmak, kermese yemek pişirmek vs. eylemler dahi yasadışı örgütsel suç kapsamına sokulup binlerce kadına, genç kıza ağır cezalar verildi.
En felaketi de şu ki tüm bu acı manzara Allah Teala’nın “adil olun” emrinin muhatabı olan dindar çevrelerce, İslami yapılarca umursamazlıkla karşılandı, görmezden gelindi, hatta savunuldu.
Vesile olsun!
Ve şimdi geldiğimiz noktada ise hiçbir ahlaki, insani, hukuki kriter gözetmeksizin yöneltilen ithamlar ve karalama kampanyası karşısında haklı olarak bu tutumun çirkinliğine, hukuksuzluğuna dikkat çekmek ihtiyacı hissediyoruz. Ortada somut veriler olmadan kimsenin suçlanamayacağının, velev ki birileri suç işlemiş bile olsa bunun o kişi ya da kişilerle sınırlanması gerektiğinin, bundan ötürü o faillerle ilişkili olduğu düşünülen tüm bir yapının ve o yapının mensuplarının töhmet altında tutulmasının hukuksuz olduğunun altını çiziyoruz.
Umarız olanca çirkinliğiyle, zalimliğiyle soluğumuz şu süreç bazılarımızın hakkı, hukuku bir kere daha hatırlamalarına vesile olur! Son yıllarda bir hayli yıpranan, örselenen adalet ve merhamet duygularının onarılmasına zemin hazırlar!