Aydın Ünal / Yeni Şafak
Suçu önleme ve ıslah için daha çok din eğitimi
Gencecik bir kızımız, Polis Memuru Şeyda Yılmaz, bir suç makinesi tarafından şehit edildi. Başta ailesi olmak üzere hepimizin başı sağ olsun.
Cinayetin bütün sorumluluğu en başından itibaren yargıya kesildi. Çok sayıda suç kaydı olan birinin elini kolunu sallayarak dolaşmasından yargının mesul olduğu söylendi. Polislerin, katil zanlısını adliyeye götürürken uyguladığı ve 90’ları hatırlatan hukuk dışı muamelesi ile İçişleri Bakanı’nın hukuksuzluk yapan polislere soruşturma açıldığını iddia eden “alçaktır” yönündeki açıklaması sadece meslektaş dayanışması olarak değil, yargıya bir mesaj olarak da okundu.
Sadece bu vakada değil, benzeri birçok olayda “polisin yakaladığı, mahkemenin serbest bıraktığı”, “suçluların ön kapıdan girip arka kapıdan çıktıkları” yönündeki algı çok yaygın.
Gerçekten öyle mi? Suçluların aramızda dolaşması yargının kastı ya da ihmali mi? Hayır. Yüzyıllar içinde tekâmül eden yargı artık çok büyük oranda teknik iş yapıyor. Suç ile yazılı kanunu eşleştirip, eğer eşleşmezse emsal kararlara bakıp, orada da bulunmazsa vicdanıyla karar veriyor. O karar da istinaftan AİHM’ye kadar bir dizi mekanizma tarafından tekrar incelenebiliyor.
Yargı önündeki kanuna göre karar veriyorsa, demek ki asıl suçlu Meclis. Öyle ya, kanunları Meclis yapıyor. Ancak orada da işler o kadar kolay yürümüyor. Her bir madde, uzmanlardan komisyona, gruplardan Genel Kurul’a kadar her aşamada tartışılıyor, en son Cumhurbaşkanı’na gidiyor, orada inceleniyor ve kanunlaşıyor.
Yargı ve Meclis sorumlu olmadığına göre kim sorumlu?
Sorun şuradan kaynaklanıyor: “Suçu önleme”, “ceza” ve “ıslah” konusunda elimizde kesin bir formül, kesin bir çözüm yok. Bu kavramlar insanlık tarihi boyunca tartışılmış. Yunan’ın, Mısır’ın, Hint’in, İslâm dünyasının felsefecileri, hukukçuları bu meseleye kafa yormuş ama kesin bir neticeye varamamış. Kimi diyor ki, suçu işleyene, önüne arkasına bakılmadan ceza verilmeli. Kimi diyor ki, cezanın yanında suçlu ıslah da edilmeli. Psikoloji ve tıptaki gelişmelerle suçlunun beyni üzerinde bir takım işlemler yapılması da savunuldu. Ancak bunların da hem insanî olmadığı, hem çare olmadığı görüldü.
Öyle ya; 3 yıl hapis cezası alan birini, cezasını ertelemeden, infaz indirimi yapmadan hapse attınız. Hapishanelerde de diyelim ki yeterince yeriniz var. 3 yıl sonra çıktığında ne olacak? Topluma intibak sağlayacak mı? Yoksa bugün Türkiye’de ve bütün dünyada olduğu gibi, daha fazla suça meyilli, bir suç örgütünün üyesi olarak mı çıkacak? Haydi idam kesin çözüm; hem ibret-i âlem ceza, hem de ıslaha gerek yok. Ama mesela hırsızlık yapanın bir elini kestiğinizde, yoksulluğun arttığı dönemlerde suç artarsa, toplumda eli kesik, dışlanmış, dilendiğinde bile para verilmeyen bir kitleyle nasıl baş edeceksiniz? Üstelik dünyanın en berbat hapishanelerinde yıllar geçiren mahkûmlar, çıktıklarında yeniden suç işlemekten çekinmiyorlar hatta normal hayata ayak uyduramayıp, hapse dönmek için bile suç işleyebiliyorlar.
Özetle; Türkiye’de ve dünyada, suçluların aramızda dolaşıyor olmasında, polis değil, yargı değil, kanun koyucular değil, hapishane kapasiteleri değil, ıslah konusundaki yetersizlik ve belirsizlik başrolü oynuyor.
Hiç başka yere bakmaya gerek yok, hiç başka diyarlardan formül aramaya, devşirmeye ihtiyaç yok: Suçu önlemede ve suçluyu ıslah etmede yegâne formül, hem dışarda, hem içerde, din eğitimini yoğunlaştırmaktır.
Din, suçu tamamıyla önlemeyecek, bütün suçluları ıslah etmeyecektir ama çok etkili olacağı açıktır.
Din eğitiminin yanında, yine içerde ve dışarda, dini örgütlenmelerin teşvik edilmesi, elbette bunların bir üst şura ile sıkı sıkıya denetlenmesi, bireylerin normal hayatta olsun, hapishanede olsun bir dini halkaya dâhil olması sorunu asgariye indirecektir.
Şimdi birileri bu önerime ve çağrıma, marjinal tek tük örneği de göstererek, iflah olmaz seküler ve plastik duyarlılıklarıyla tepki verecekler. İşte o zaman, ceza alıp hapse girmemiş ya da hapiste yatıp çıkmış suç makinalarının serseri mayın gibi aramızda dolaşmasından rahatsız olmayacaksınız. Çağdaşlaşmanın da bir bedeli var. Daha durun, çağdaşlaştıkça, tengrici, şamanist, ırkçı, anarşist ya da bilmem ne sapıkların toplu katliamları girecek devreye. Türkiye Norveç’e benzedikçe, daha ne toplu cinayetler, ne sapıklıklar göreceksiniz.