Irkçı yaklaşımları, ayrımcı veya ötekileştirici siyasal davranışları hiç kimse üzerine alınmıyor. Söylem ve eylemlere ne düzeyde rengini verirse versin ırkçılık gömleğini kimse giymek, üzerine yakıştırmak istemiyor. İstemiyor ama bir taraftan da gerek siyasal partilerin, gerek bu siyasal partilerle ilintili örgütlerin, gerekse gerçek ya da sahte hesapların söylemleri üzerinden sosyal medyada tırmanışa geçen ırkçılık kampanyası hemen her kapıyı çalıyor.
Suriyeli muhacirler, Suriyeli mülteciler ya da kısaca Suriyeliler meselesi hiçbir zaman basit siyasal söylemlerle çözülebilecek, sloganik reçetelerle vuzuha kavuşturulabilecek boyutta bir mesele olmadı. Yaklaşık yedi-sekiz seneden bu yana Suriye ve Suriyeliler meselesi hem Türkiye için hem de bütün bir dünya için giderek ağırlaşan bölgenin en kritik meselelerinden birisi durumunda.
Esed rejimini ayakta tutmak için Rusya ve İran orduları tarihte eşine az rastlanır bombardımanlar eşliğinde şehirleri yakıp yıkıyor. Amerika ve Avrupa’nın ise Suriye’ye ilişkin öncelikli ve neredeyse tek gündemi PKK-PYD’ye kuzey hattında bir garnizon devlet kurmaktan ibaret. Türkiye böylesi kan dökmeye endeksli ilişkiler ağının ortasında çözüm üretmeye, sorunları azaltmaya çalışıyor.
Türkiye açısından temel sıkıntı bazı partilerin ve örgütlerin doğrudan doğruya Esedçi/Baasçı çizgide faaliyet yürütüyor olmasıdır. Bu durum şaşırtıcı değil esasen. Çünkü Türkiye’de askeri cuntalara bitişik nizam siyaset yapmış, yıllar boyunca gözünü halka ve sandığa değil TSK’nın muhtıra ve brifinglerine çevirmiş Kemalist parti ve örgütlerin Suriye’deki Baas cuntasıyla dayanışmaktan başka bir seçenekleri yoktu. Katil bir rejimi canla başla savunmak, Rusya ve İran’ın Suriye’de katliamlar tertiplemesine destek çıkmak ve nihayet Suriyeli muhacirleri Türkiye’den kovalamak için fırsatlar kollamak… CHP ve HDP’nin bu utanç verici misyonunu son iki yıldır İYİ Parti de sahiplenmiş hatta daha ileri noktalara kadar taşımıştır.
Zabıta, Şebbiha Misyonunu Reddetmelidir
31 Mart seçim sonuçlarıyla Bolu’da Belediye Başkanı seçilen Tanju Özcan’ın start verdiği “Suriyelilere ekmek yok” kampanyası Bursa-Mudanya ve Antalya-Gazipaşa’daki belediye başkanları tarafından “Suriyelilerin denize girme hakkı yok” kampanyası ilave edilmiş durumda. Ancak Gazipaşa Belediye Başkanı Mehmet Ali Yılmaz’ın hakkını teslim edelim ve asla Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz’ın ırkçı-faşist karakteriyle bir tutmayalım. Çünkü Mudanya Belediye Başkanı Türkyılmaz, “kanunen yetki alanında olmadığı”nı da itiraf ederek bir dizi yalanlar eşliğinde “zabıta nöbette Suriyeliler giremiyor” haberini paylaşarak bir skandala imza attı. Mudanya Belediye Başkanı Suriyelilerin sahil şeridinde bulunmasını ve denize girmesini yasaklama kararını deklare ederken elbette bir dizi ajitasyona girişiyordu: “Bizim çocuklarımız şehit olurken, analarımız ağlarken, ekonomimiz kötüye giderken onların zevki sefa içinde yaşamaları ve bizim insanımızı rahatsız etmelerine tahammül edemeyiz.”
Aynı günlerde Antalya-Gazipaşa Belediye Meclisi’nde de CHP ve İYİ Partili üyelerin teklifiyle Gazipaşa’daki plajlara Suriyelilerin alınmaması yönünde bir karar alındı. Teklife çekimser oy kullanan Başkan Yılmaz insan haklarının dikkate alınması, ilçeye gelen kişilerin vatandaşlık durumuna bakılmaması, etnik veya mezhebi açıdan hiçbir ayrıma tabi tutulmaması yönünde görüş beyan etti. Ayrıca rahatsızlık veren kimsenin yerli mi yabancı mı olduğuna bakılmaksızın işlem yapılmasının görevleri olduğunu da sözlerine ekleyerek kararı veto ederek Meclis’e iade etti.
Suriyeli muhacirlere plaj yasağı meselesinde yükselen tepkiler ve Gazipaşa Belediye Başkanı Yılmaz’ın tutumu Mudanya Belediye Başkanı Türkyılmaz’a da geri adım attırdı elbette. Türkyılmaz bir anda hukuk aşkıyla yanıp tutuşan, ayrımcılık ve ötekileştirme siyasetinden nefret eden, kapıları herkese açık ve son derece misafirperver, Mudanya’yı kardeşlik ve özgürlük kenti yapmak için savaşan bir şövalye rolüne bürünüverdi. Ancak Bolu, Mudanya ve Gazipaşa kara bir lekeyi, çirkin bir teamüle ev sahipliği yapmayı maalesef bu siyasi çizgi eliyle gündeme taşımış oldu.
Dün Mürtecilere, Bugün Mültecilere...
Türkiye’de özelde plajlar genelde sahiller ilk defa Suriyeliler için yasaklanmadı. Uzun paçalı donlarla, kısa boylu fakat uzun kıllı gecekonduluların Florya ve Caddebostan’da plajları nasıl istila ettiğine ilişkin haberlerin tarihi 1930’lardan 10 sene öncesine kadar gelir. Varoşlardan gelen adamların yüzmeyi bilemediği için denizde oynaştığı vakitte türbanlı karılarının bir taraftan mangal yelleyip diğer taraftan salıncakta bebe salladığına dair aşağılayıcı anlatımlar, karikatürler, diziler ve filmler başkalarını değil bizi anlatıyordu. Şimdi bize diş geçirmeyen ırkçı-ayrımcı Kemalist ideoloji ve sınıflar Suriyelilere karşı oluşturdukları nefret ve düşmanlığa toplumu da ortak etmeye girişiyor.
Üniversite kapılarında kılık kıyafet yasağı uygulayan Gestapo Şefi kılığındaki rektörlerin, dekanların, akademisyenlerin halka kan kusturduğu ülkede mi faşizm olmazmış? Sürekli aşağılanan, alay konusu yapılan, radyo ve televizyona asla yer verilemeyen arabesk müziğin sadece Gülhane Parkı’nda yer bulabildiği günler çok mu uzakta kaldı sanılıyor? Binlerce kez klonlanmış Suna Kan, İdil Biret, Leyla Gencer, Hikmet Şimşek hayaliyle çıkılan yol işte bu durumda.
Bursa-Gemlik’ten geçerken biraz yukarı doğru tırmanıp Celal Bayar’ın mezarı ve müzesinin de bulunduğu Umurbey Köyü’nü ziyaret etmekte fayda var. Müzede, Bayar’a ait çok sayıda güzel ve anlamlı eser sergilenirken bir de 1950’li yıllarda Bayar’ın ricasıyla bir hanımın çıkarıp sergilenmesi için müzeye bağışladığı kara-çarşafı-feracesi göze çarpar. Çarşafsız-feracesiz Umurbey ve Türkiye hayalini yerinde gözlemek büyük ibretler veriyor.
“Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası şöyle böyle değil bu ülke insanlarına ana dillerini yasakladı. Çağdaşlık adına, ulusa kimlik inşası adına Türkçeden başka ana dilleri konuşmayı cezalandırdı. Çağdaş dil, çağdaş kıyafet deyip ‘ordu evleri’nin kapısında dahi hacı amcaların, muhterem teyzelerin sakallarına, örtülerine ceberutça yasaklar koyulurken tabii ki faşizmden ilham almamışlardı!? Örnekleri çoğaltmak mümkün ancak gerekli değil.
İktidar sınıflarının göz ve kulak zevkleri için, çağdaş ve laik toplum kriterleri için sadece plajlardan değil okullardan, devlet dairelerinden, hastane koridorlarından dahi kovalanmış bir halkın aynı muameleyi Suriyeli muhacir kardeşlerine reva görmeleri mümkün mü? Şebbiha zulmünden, Rusya ve İran katliamlarından, Amerika ve PKK saldırılarından kaçıp kurtulmuş Suriyeli muhacirlerin karşısına zabıtaları dikmek hangi akıl ve vicdanın işi olabilir? Bu söylemlerin artması yarın öbür gün Almanya’daki Neo-Nazi örgütlerinin Türklere ait apartmanları kundaklaması, saldırı ve cinayetler organize etmesi gibi bir takım şiddet dalgalarına sebebiyet verirse ne olacak?
Kimse hayal kurmasın, gereksiz yere öfkelenip depresyona girmesin: Suriyeli muhacirler ne kadar isteseler de Avrupa’ya geçemeyecekler çünkü denizleri aşamadıkları için cesetleri şu ya da bu sahile vuruyor. Suriye’ye de dönemeyecekler çünkü Esed-Rusya ve İran kampı da Amerika-Avrupa ve PKK kampı da hız kesmeden yıkıma, katliama, tehcire devam ediyorlar. Eğer Esed rejimi yıkılmaz ve PKK garnizon devleti engellenemez ise makul ve mecburi çözüm içeride ve hep birlikte olacak. Balkanlardan gelen Boşnak, Arnavut, Pomak, Tatar, Makedon kardeşlerimiz gibi veya Kafkaslardan gelen Çerkes, Abhaz, Azeri, Gürcü, Kabartay, Özbek kardeşlerimiz gibi zaman içinde onlar da bu topluma entegre olacaklar. Sabırla hukuki ve ahlaki zemini güçlendirmekte fayda var; toplum için de böyle devlet için de böyle bu mesele.
Yazarın Yeni Akit gazetesindeki köşesinde yayımlanan yazısının sitemiz için genişletilmiş halidir